2017/12: Türkiye Mimarlığını Sorguluyor / kitap / YEM yayınevi
Şubat 28, 2018 § Yorum bırakın
Türkiye mimarlığının mesleki ve akademik alanda önde gelen bu 12 ismi, “Neredeyiz? Yeni bir mimari praxis üretmek mümkün mü? Siyaset, mimarlık ve etik ilişkisi nasıl yürüyor? Bugünün tarihsel ve toplumsal koşulları içerisinde meslek ideolojimiz nedir? Türkiye’de imar nasıl düzelir? Her diploma sahibi mimar; her bina mimarlık ürünü müdür? Türkiye’de mimarlık yarışmaları imarın neresinde?” sorularına yanıt arıyor.
İktidar-mimar ilişkisi, siyasi erkin mimarlığa etkileri, plan değişikleri, 2B arazileri ve kentsel dönüşüm karşısında mimarın vicdani sorumlulukları, TOKİ uygulamaları, etik tartışmalarının nesnesi olmuş yarışmalar, mimarlık eğitiminin düzeyi, genç mimarların mesleğe atılma sürecinde yaşadıkları sorunlar, yukarıdaki temel sorulara aranan yanıtlar üzerinden irdeleniyor.
Boğaçhan Dündaralp’in metnini pdf olarak okumak için tıklayınız.
Türkiye, Mimarlığını Sorguluyor!
YEM Yayın – TMMOB Mimarlar Odası Bursa Şubesi
Yayına Hazırlayan: Can Şimşek
ISBN: 978-605-4793-06-8
1. Baskı
Kasım 2017
Türkçe
160 sayfa, renkli, kuşe kâğıt, karton kapak
14,5×20,5 cm
2016/05: Konut yapıları/houses and residental buildings / np12 houses /Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi
Mayıs 19, 2016 § Yorum bırakın
pdf olarak okumak : VCMD 5 NP12 evleri
2016/1: All issues and problems can become objects of design process / Public Design Support 2011-2016 / Jesko Fezer & Studio Experimentelles Design / Kuzguncuk Bostan
Şubat 20, 2016 § Yorum bırakın
Public Design Support Workshop / Boğaçhan Dündaralp, Architekt
The best scenario for Kuzguncuks future is to increase the possibilities for sharing and to keep it alive – a scenario, which would highlight the importance and value of the orchard for Kuzguncuk. One of the most important contributions during this process, was the “Public Design Support Workshop” realized by Jesko Fezer and his students at the 1st Istanbul Design Biennial 2012. During this weeklong period, we experienced a cohesive and motivating project around a series of ad-hoc interventions that turned into a weekend event in the orchard. Simple arrangements like playgrounds (a football field, a grandstand, a swing, backgammon), tea garden and a picnic ground produced catalysing sensations that evocated curiosity. While Meric Kara from Bilgi University and the students at Kuzguncuk Primary School were directly involved in this event, local architects, Kuzguncuk residents and neighbourhood administrator (muhtar) provided support.
Collective production contains a unique temporality, knowledge production and dissemination processes. This work is invaluable since it shows us the fact that physical encounters and rapprochements that aim at direct production, trust that emerges from common experience and collaboration, common negotiations and sensations provide an opportunity for a unique kind of knowledge production, dissemination and sharing. We experienced a process that revealed the value of keeping the sensations that emerge from social and environmental needs and threats alive in our daily lives. As much as experiencing and being educated by these contexts and sentiments, we have to create mutual experiences and remember that they are a very important source in terms of producing social and democratic contexts through common decision and negotiation processes.
As an architect that tries to resist contemporary trends that limit the role of the designer to mere “aestheticization” of her environment, and as a Kuzguncuk resident, I want to thank Jesko Frezer and his students, Adhocracy exhibition curator Joseph Grima, and the associate curator Pelin Tan, who helped us carry this project to Kuzguncuk, and all others who participated and contributed in this process and helped us produce and keep this experience alive. / 2012
* An addendum for the book, added after 3 years:
Kuzguncuk residents and the Association of Kuzguncuk Residents worked devotedly to overcome once again in their 20-year-old struggle against development threat on the Orchard of Kuzguncuk, and in 2013 they did manage to cancel out development plans for a school on the orchard area. In 2014 the orchard has been leased out to the Uskudar Municipality as a result of a tender which was put out by the General Directorate for Foundations. The alternative project that we prepared collectively with the residents of the neighborhood in 2010 suggests shared public use of the orchard, and it was brought back to the agenda as the orchard gets a new tenant. The project has put into practice through a collaboration between the association, the residents of neighborhood and the municipality while we, as architects from Kuzguncuk, moderate the process. The orchard life that we looked forward to through this project initiative for last 5 years of 20-year-old resistance struggle has become more than just a conservation of land, and nowadays the orchard keeps creating new uses and new characteristics to its collective memory. Until the next possible attack for future development plans on the Orchard Kuzguncuk residents look happy and the neighborhood is in high spirits.
2014/01: LMYO / VCMD 3 Eğitim Yapıları / Kitap
Ocak 27, 2014 § Yorum bırakın
Lüleburgaz Meslek Yüksek Okulu Sosyal Hizmet Ek Binası / Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi 3 / Eğitim Yapıları / 2014
VCMD LMYO pdf olarak indirmek için tıklayınız.
Tüm kitabı pdf olarak indirmek için tıklayınız.
www: link
2013/6: LYFA ( Lüleburgaz Yıldızları Futbol Akademisi) / Spor Yapıları Referans Rehberi 2013/XXI
Haziran 14, 2013 § Yorum bırakın
2012/09: TURKEY modern architectures in history /Sibel Bozdoğan, Esra Akcan/ Book
Eylül 29, 2012 § 1 Yorum
2012/07: 12 Deneysel Mimarlık İşi / IABA kitap
Ağustos 10, 2012 § 1 Yorum
2011/12 İzmir Mimarlık Ödülleri ve Sergisi Kitabı / Jüri
Ağustos 10, 2012 § Yorum bırakın
2011/05: 17. taşkışla bahar şenliği / kuzguncuk bostanı fanzin atölyesi
Ağustos 1, 2011 § Yorum bırakın
atölye organizasyon: seda tuğutlu, oğuzhan saygı, elif gökçen tepekaya, begüm moralıoğlu, selin uğur, sunay paşaoğlu, figen inam, yılmaz taha sezgin, fatih kesekçi
pafta no* // katılımcılar:
P1 // arda bakıryol_birinci sınıf
türker naci şaylan_birinci sınıf
P2 // ahmet arif aksoy_ikinci sınıf
P3 // ayşe dede_üçüncü sınıf
P4 // ayşegül çakan_ikinci sınıf
P5 // seda tuğutlu_birinci sınıf
burak öztürk_ikinci sınıf
P6 // ceren okumuş_ikinci sınıf
P7 // dilara dağlı_ikinci sınıf
ayşe kahraman_ikinci sınıf
fulya doğru_ikinci sınıf
P8 // sunay paşaoğlu_birinci sınıf
elif gökçe tepekaya_birinci sınıf
P9 // yılmaz taha sezgin_birinci sınıf
selin uğur_birinci sınıf
* paftalar/fikirler için bkz. fanzin
davetli tartışmacılar: boğaçhan dündaralp, lale ceylan
“Boğaçhan Dündaralp ile fanzin atölyesi fikri, dokuz birinci sınıf öğrencisinin Kuzguncuk Bostanı hakkında düşünmesi, heyecan duymasıyla başladı. Atölyenin ilk ayağı bu dokuz öğrenciyle bostanda gerçekleşti. 1 Mayıs Pazar günü bostanın alternatif kullanımlarını çoğaltmak, geliştirmek fikriyle bostanda bir yerleştirme yapıldı. Yapılan yerleştirmenin çıktıları değerlendirilip, bu sefer 17. Taşkışla Şenliği’ nde on beş katılımcıyla bostanın var olan potansiyellerini ortaya çıkartmak, çoğaltmak, tartışmak için fanzin atölyesi düzenlendi. Bu atölyenin çıktısı olarak üretilen fanzin Taşkışla Şenliklerinde okula dağıtıldı.” – arkitera.com
_ atölyede üretilen tüm fikirleri fanzinden okumak için tıklayınız.
_ http://kuzguncukworkshop.tumblr.com/
+
_ etkinlik haberi için tıklayınız/arkitera.com
_ şenlik anasayfası ve programlar hakkında detaylı bilgi için tıklayınız.
“kuzguncuk bostanına alternatif fikirler” fanzini is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.
2010: 12. ulusal mimarlık sergisi ve ödülleri / jüri
Temmuz 31, 2011 § 2 Yorum
KESİT 2010:
XII. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri / Türkiye Mimarlığı
BOĞAÇHAN DÜNDARALP
Mimar, Seçici Kurul Üyesi
I
22 yıldır Türkiye’deki mimarlık ortamının kesitini sunan en önemli belgeleme kaynaklarından biri: Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri. Bugün mimarlık ortamımızdaki belgeleme ve paylaşım medyalarının, ortamlarının artmış olması, dünya ile paralel yapılageleni güncel takip imkânlarının varlığı, bu sergi ve ödüllerin varlığına yeni anlamlar eklemektedir. Bu anlamları tartışma ve görünür olanın arkasına bakma ihtiyacı, belki de oluşacak tartışmaların niteliği derecesinde bizleri serginin ve ödüllerin paylaşım biçimini, çoğaltımını, değerlendirme durumlarını kapsayan formatı dönüştürme ihtiyacına kadar götürülebilir. Ancak bu konudaki potansiyellerin heyecanına kapılmadan ve aceleci davranmadan bu yıl serginin bize anlattıklarını dinlemekte ve masaya yatırmakta fayda olabilir.
Değerlendirmeye başlamadan önce sergi formatının belirlediği sınırları ifade edelim. Değerlendirmeyi onun içinden kuralım. İlk olarak, Büyük Ödül, Anma Programı, Mesleğe Katkı Dalı Ödülü kategorilerini bu yazı kapsamındaki değerlendirmeden eleyerek işe başlayalım. Hem kişi ve kurumlara verilmesi hem de proje ve yapı dallarındaki gibi tekil ürün değerlendirmesine dayanmaması anlamında farklı kategorileri kapsadığı için. Ayrıca, tartışma odağını güncel mimarlık pratiği üzerine daha sağlıklı indirgememize imkân vereceği için. İkinci olarak da, dönemin güncel mimarlık pratiğini sergileyecek ve değerlendirmeye sunulacak ürünlerin bir temsiliyet aracı (sergi panosu) üzerinden kendilerini anlatma zorunluluğunu bir sınır olarak kabul edelim ve değerlendirmeyi bu sınır içinden yapmanın zorunlu ilişkisi üzerinden tartışalım. Öncelikle, kendine ait pratik nedenlerden dolayı yıllar içinde gelişen bu formatın yeterliliğini konuşmadan önce bu temsiliyet aracının hangi niyetlerle nasıl kullanıldığını tartışmak daha önemli görünmektedir. Bu tartışma bizi mevcut temsiliyetin yetersizliği noktasına taşırsa, bu noktaya geri dönmeyi akılda tutarak. Soru, “Mimarların sergiye projelerini gönderirken hangi dertleri taşıdığı, bu dertleri, ürün ve temsiliyet düzlemi üzerinden nasıl anlatmaya ve paylaşmaya çalıştığı” olacaktır. Bu sorunun açığa çıkardığı durum yalnızca ürünün niteliğini belirleyen koşulları değil, mimarın özne olarak kendini konumlandırma biçimlerini de görünür kılması anlamında oldukça önemli araçsallık üretecektir.
Genel anlamda bu konu, Türk mimarlığında bahsedebileceğimiz çok yaygın bir temsiliyet sorunu bağlamına işaret etse de, bu yazı bağlamının bu sorunun nedenlerini irdelemek gibi bir iddiası yok. Konu kuşkusuz Osmanlı-Cumhuriyet eksenindeki pek çok konuyu bu tartışmaya dâhil edebilecek kapsamdadır. Bu nedenle arka planını eşelemek yerine konuyu daraltarak görünür, algılanır olanı ifade etmeye çalışalım.
Bu noktada bu yılın sergisi bağlamı üzerinden baskın ve hâkim dilin sorulan soruya verdiği yanıt şudur: “Ben, mimarlık üretimimi kendi yer-bağlam-süreç-anlam bağlamında bir düşünsel arka plan ihtiyacı hissedip, bunu ortamın mimarlık bilgisi ile ilişkilendirmekle ve hatta bunu anlatmakla ilgilenmiyorum. Yapının niteliğini belirleyen şeyi niceliksel sonuç ifadesi olarak görerek, niteliksel ifadeyi ‘bina’ nesnesine indirgiyorum. Haliyle de artık yapının arkasındaki düşünsel süreci anlatmakla değil, olabildiğince etkileyici (başka temsiliyet araçları olan manipülatif fotoğraflar, imajlar gibi…) görseller ile sonucu göstermekle ilgileniyorum. Bu noktadan sonra da ne kadar inandırıcı olduğum önemli oluyor (ne kadar samimi ve açık olduğum değil)…”
Kısaca sergi ortamı, ifadesini “anlatmak” üzerine değil “göstermek” üzere gönderilmiş proje ve yapı temsiliyetlerinden alıyor. Burada vurgulanmak istenen konu, “anlatılacak” olanın olup olmadığını tartışmak değil, mimarların özne olarak duruşlarını bu yönde tercih etmeme halleridir.
Bugün, “gösterme”nin bir tür piyasa koşulu olarak şartlı refleks halini aldığı ve “görünür” olmanın bir aracı haline geldiği düşünülürse, bu duruşun çok da kafa yorularak tercih edildiği söylenebilir mi, bilmiyorum. Ancak herhangi bir şekilde sergiye gönderilen üretimlerin büyük bir çoğunluğunda “mimar özne-ürün-temsiliyet düzlemi ilişkileri üzerinden hangi bilginin, ifadenin ve anlamın aktarılacağının” sorgulanmamış olduğunun gözlemlenmesi ise sadece bu yılın sergisine özgü olmayan genel bir değerlendirme olarak ifade edilebilir.
Günümüzün mimarlık rüzgârlarının çarpma etkisi olan, sosyal psikologlar tarafından bir “itaat etme formu” olarak tanımlanan “güncel sosyal kodlanma” hali olarak da tanı konulan “gösterme” şartlı refleksini biraz açmakta fayda var. Bu sosyal “itaat”in arkasında gündelik hayatımıza nüfuz etmiş, neo-liberal politikaların belirlediği tüketim ekonomisinin gerek araçlarını gerekse ürünlerini bağlamsızlaştırması, kolay dolaşıma sokulabilir etkili imgelere dönüştürmesi, mimarlığın da mimarın da bundan payını alması gibi faktörler hızlı birer tespit olarak dillendirilebilir. Kuşkusuz durumun nedenselliğini hemen, kolay tüketilebilir, çağdaş imajlara sahip, hızla sindirilmeden yenilenen durumlar vaat eden, niteliği niceliksel çokluklar üzerinden değerlendiren ve “isim” üzerine kurulu spekülatif bir dünyadan beslenen ve bizi çevreleyen pek çok (basılı, dijital vb.) ulusal-uluslararası mimarlık medyalarına da bağlayabiliriz. Bunlar, bir çırpıda değişmesini beklemediğimiz, beğensek de beğenmesek de içinde yaşadığımız çağın gerçeklikleri… Ayrıca yargılamanın ve suçlamının kolaylığına kaçabilecek başka pek çok neden de üretebiliriz. Ama bunlar temeldeki durumu, “kendimizin bu ortamla yüzleşme zorunluluğu” halimizi ne kadar ortadan kaldırabilir? Koşullar ne olursa olsun bariyerlerimizi aşan, ortak bir sosyal itaat durumu, sosyal kodlanma ortamı ile karşılaşacak ve beraber yaşayacağız. Ortamın içinde bu itaat farkındalıkla kabullenilebilir, sürdürülebilir hatta bir motivasyona da dönüşebilir. Önemli olan durum, bizim bir şekilde ortamdaki bilinçli özneler olarak kendi sorumluluk alanımızı ifade edebilme, üretimlerimizde bu alanı sürdürebilme ve bunu açık olarak geliştirebilme becerimiz değil mi? Bir taraftan “samimi” olmayan profesyonelliğe ve –miş gibi yapma hallerine sığınmadan.
II
XII. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin ve seçici kurul değerlendirmelerinin yayımlandığı Mimarlık dergisinde (sayı: 353, Mayıs-Haziran 2010) genel portreyi yukarıdaki (I) gibi özetlemiştim. Kitap için düşündüğüm genişletilmiş metin buradan başlıyor:
Aynanın İki Yüzü
Yukarıdaki değerlendirmeye ödül alan proje ve yapıların da dâhil olduğu düşünülürse, bu yorumun ardından şu soru sorulabilir: Katılımcılar ile ödüllendirilenler bu bağlamda seçici kurul değerlendirmelerinde nasıl farklılaştılar?
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin iki yılda bir yapılıyor olması, sergide gördüğümüz projelerin ya da yapıların bir kısmının medyada, sunumlarda, toplantılarda, arkadaş sohbetlerinde ya da bir vesile ile gezilerek deneyimlenmiş olmasını da beraberinde getiriyor. Bir seçici kurul üyesi için değerlendirme mesafesini kaybettiği kuşkusuz en denetimsiz an, bir şekilde deneyimlenmiş olan ile temsil edilmiş olan arasındaki çelişkili pozisyon… Temsiliyet nesnesi panolar, bir şeyi olduğundan daha iyi ifade edebildiği gibi, iyi olanı hiç ifade edemeyebiliyor da. O zaman da hem seçici kurul üyesi kendini ya da bir başka kurul üyesini ikna etme çabasına giriyor, hem de ilk defa görülen panolardan farklı bir mesafe kuruyor. Bu sergi panosu üzerinden değerlendirme yapmanın bir açmazı olarak görülebilir. Ve sergi ve ödül değerlendirme yöntem ve araçları içinde faydalı tartışmalar üretebilir. Ama sergi panosu üzerinden değerlendirme yapılmak durumundaysa şunu kabul etmek gerekiyor: Proje ya da Yapı Ödülü, ne mimarına ne proje ya da yapıya, onun panosuna veriliyor. Mimarının medyumu olmuş o panonun içerdiği mesajların (fikir, arayış, çaba ve ürünün) niteliğine veriliyor.
Bunu yetersizlik ya da bir eksiklik olarak görmemek, mimarının düşüncesini, yaklaşımını, ürünün niteliğini aktaran, içinde pek çok mesaj içeren bir araç olarak görmek gerekiyor. Diğer taraftan da bu bir tür eksiltme ve eşdeğerlendirme ortamı haline dönüştüğünde aracın / panonun kendisinin ürünün önüne geçme riskini de barındırıyor. Bunun en iyi örneğini görselleştirme olanaklarının artması ile son yıllarda yaşanan yarışma değerlendirmelerinde görüyoruz. Yarışma konusunun kendi özgün bağlamından koparak yarışma ve temsiliyet dilinin kurbanı haline dönüşmesi, bu riski çok iyi örnekliyor. Seçici kurul üyesinin sorumluluğu da bu zor ve çetrefilli durumla yüzleşme durumunda ortaya çıkıyor kuşkusuz.
Bu bağlamda bakarsak, ödül almış panoların ne mimarları ne de yapıları ya da projeleri almamış olanlara göre daha iyi ya da daha kıymetli olduklarını iddia etmek için yeterli bir argümanımız yok. Sadece bu mimarların panoları aracılığı ile daha çok dillendirmeye çalıştıkları bir mimari çaba olduğunu söyleyebiliriz. Ödüllendirilen de bu çaba ve bu çabanın niteliği… Bu çabayı göstermeyen ama oldukça nitelikli ürünlerin olduğunu bilsem de, ya da bu çabayı göstermiş ve ödül almış olmasına rağmen sergiye göndermediği çok tartışmalı ya da benim meslek adına doğru bulmadığım projeleri nedeniyle mimar konumlarını irdelediğim mimarlar olsa da, bunu kendi gerçekliği içinde değerlendirmek durumundayız.
Nitelikli yapı üretiminden sürekli dem vurulan memleketimde, öğrencilik yıllarımdan bu yana mimarlık ortamında, mimarlığa ilişkin niteliklerin yapı üzerinden ve “eli yüzü düzgün bina, detayları temiz çözülmüş, jilet gibi bina…” gibi kozmetik ifadelerle değerlendirildiğini o kadar çok duydum ve hâlâ o kadar çok karşılaşıyorum ki, bunun kolektif bilinçaltımızda çok sağlam bir yer edindiğini, kolay kolay da silinmeyecek bir anlayış oluşturduğunu düşünüyorum. Bugünün medya ve görsellik dünyasında bu ifadelere bir de fotojeniklik eklendiği düşünülünce, o hasretle beklenen düzgün binalar, tüm cazibesini takınmaya çalışan, özel ışık ve objektiflerde boy gösteren, etrafında, içinde insan olmayan ve kendini beğendirmeye çalışan özel nesneler haline gelmeye başlıyorlar. İster bir kuşağın eli yüzü düzgün, temiz detaylı olarak tarif ettiği mütevazı binalar olsun, ister bunların kozmetikleştirilerek ya da estetik operasyonla geliştirilmiş güncel hormonlu evrimleşmiş halleri olsun, mimarlık sözkonusu olduğunda birbirinden bir farkı kalmıyor. Çünkü mimarlık, aracısı olduğu kabuğun salt kendisi olarak algılanmaya devam ediyor. Kendisini başka türlü anlatamamaya başlıyor ve bina, o binanın, ne için, neden, neye rağmen, niye orada olduğundan, nasıl yaşadığından daha önemli hale geliyor. Bu anlayışın belki de zamanla habisleşmesinin, kanserleşmesinin arkasında bina nesnesi odaklı bu anlayış yatıyor.
Bu çerçeveden bakınca da sergiye gönderilen panolar, mimarlık adına sözü olan, ardında sadece hizmet değil düşünce barındıran, eklemlendiği hayata dair dönüştürücü roller edinen, katkı sağlamaya ve bunları ifade etmeye çalışan çabaların ifadesi olmaktan çok, katalog çekimi için sıraya girmiş güzeller haline geliyorlar.
Bir taraftan da sergi bir tür defile, kitap da bir tür katalog değil mi? Oraya Türkiye’nin en güzelleri konmayacak da ne konacak diyebilirsiniz. Türkiye’de mimarlığın toplumsal ve mesleki gelişimi için çaba gösteren Mimarlar Odası için bu pek de yerinde bir eleştiri olur. Ve belki de bu sadece böyle bir mecrada kayda geçirilebilir. Keşke, sergi ve ödüllere katılan mimarlar aynanın mimarlık yüzü ile Mimarlar Odası da defile ve katalog yüzü ile yüzleşebilse… Eleştirdiğimiz bu katılımı bir eksiklik değil, bir eleştiri olarak da alabilse.
Bir seçici kurul üyesi için, içinde bulunduğu gerçekliği değerlendirme noktasında zorlayacak pek çok girdi olabilir. Ama her seçici kurul üyesi benim gibi kendi gerçekliği üzerinden, sorgulama ve yanıt üretme konusunda bir defaya mahsus olmak üzere bir duruş sergileyebilir, belli bir noktada diğer seçici kurul üyeleri ile uzlaşabilir, kararlarını gerekçelendirebilir. Ama mimarlık ortamının oluşturucusu mimarlar ve Mimarlar Odası’nın kendine ayna tutan ve tek defaya mahsus olmayan sürekli bir sorumluluğu yok mu?
_ medya içeriğini .pdf formatında görek için tıklayınız/kesit 2010 değerlendirme yazısı
_ etkinlik haberi için tıklayınız/arkitera.com
_ ödüller için tıklayınız/mimarizm.com
2010/12: imkanmekan / tersane / urbanruler
Temmuz 31, 2011 § 2 Yorum
2010/12: asilik sonrası mimarlık / esra akcan
Temmuz 31, 2011 § Yorum bırakın
–
Osmanlı Başkentinden Küreselleşen İstanbul’a: Mimarlık ve Kent, 1910-2010
15-16 Ekim 2010, 3. İstanbul Sempozyumu
Günkut Akın, Namık Erkal, Cana Bilsel, İpek Yada Akpınar, Burak Boysan, Neşe Doğusan, Ela Kaçel, Tuna Kuyucu, Esra Akcan, Arda İnceoğlu, Ayşe Şentürer
İpek Yada Akpınar [editör]
Osmanlı Bankası
Aralık 2010
ISBN:9789944731232
Osmanlı Başkentinden Küreselleşen İstanbul’ a: Mimarlık ve Kent 1910-2010 / Asilik Sonrası Mimarlık, Esra Akcan
2010/02: lusid / sergi
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
2010/02: istanbul para-doxa / londra_istanbul
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
–
İstanbul Para-Doksa
Kent ve Mimarlık Üzerine Konuşmalar | Conversations on the City and Architecture
Boğaçhan Dündaralp, Aslı Kıyak İngin, Nilüfer Kozikoğlu
Pelin Derviş [editör] , Orhan Kolukısa [tasarım]
Garanti Galeri
Temmuz 2010
ISBN: 9789944731218
_ tartışma metinleri için tıklayınız.
_ “boğaçhan dündaralp/projeler” içeriği için tıklayınız.
2009/11: imkanmekan / karaköy
Temmuz 29, 2011 § Yorum bırakın
‘Kent’e Miyopik Bakış;
“Kent çağında yaşıyoruz. Kent bizim için herşey demektir-o bizi tüketiyor, biz de bu yüzden onu yüceltiyoruz.” Onookome Okome
İçinde yaşadğımız çağda keşif bekleyen yeni hazinemiz: kent…
Tasarım ve planlama disiplinlerinin çoğunlukla makro planlama ve kentsel tasarım ölçekleri ile baktığı kentler, mikro ölçekte yeni bir dünya vaad ediyor. Nasıl bir dünya bu ? içinde yaşadığımız, gündelik ilişki ve etkileşimlerimizden türeyen, çıplak gözle , bedenle ve insanla hemen deneyimlenen bir dünya… Bu dünya ile ilgilenenler ona mikro şehircilik (micro urbanizm) diyor.
Kent ‘ilişki’ üretir. Mikro şehircilikte, mikro kamusal mekan ölçeğindeki bu ilişkiler değil, ilişkiler arasındaki bağlar önem kazanır. Varolan ilişkileri dönüştürecek, onları yeniden tanımlayacak olan… Bugün, bu ilişkilerarası bağlar, farklı disiplinlerce, disiplinlerarası ilişkilerle, farklı aktörler ve onların işbirliğinde araştırılmaktadır. Burada potansiyelleri keşfedip işaret etmek, kentlilere bedenleri aracılığı ile kendi mikro mekanlarını üretebileceklerini hatırlatmak gibi ‘eylemler’ söz konusu… Kentlinin kendisi dışında olup biten, makro planlarla, politikalarla dayatılan ’kentsel kararlara’ ve ‘kentsel sterilleştirme’ eylemlerine karşı kendi varlığını kentte inşa edebileceği, ilişkilendirebileceği, bazen ilişkileri çoğaltacak ‘motivatör’ bazen de ilişkileri hızlandıracak ‘katilizör’ roller üretmek burada olanaklı…
Pek çok disiplin ve kentli bu anlamda ‘kent’ üzerinden kendine eylem ve ilişki alanı üretebilir. Kentin çeşitli bireyselliklerin bir yığını olduğu düşünülürse, bireyler arasındaki ‘mikro kentsellik’ nedir? Nasıl oluşur ? ‘Mimar’ olarak bu konuya nasıl bakababiliriz ? sorularını sormamız gerekiyor .Bu sorulara yanıt ararken mimarlığa yönelik becerilerimiz ve elimizdeki araçlar bu potansiyelleri keşfedebilmemizde yardımcı olacaktır. Bu bağlamda ‘imkan_mekan’ Karaköy Atölyesi; henüz istanbul’da hayatımıza yalnızca sanat projeleri ile sızmış olan, gündelik hayat pratiklerimizde yeterince yer bulamayan, kent ve kentlinin yeni deneyimler üzerinden birtakım olanakların farketmesini sağlayacak, kamunun yaratıcılığını arttıracak arayüzler ve alternatif akılların oluşmasına yardımcı olmasını sağlayacak çok önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu nedenle, atölye ürünlerine “anlamak, açığa çıkarmak, görünür kılmak, yeniden ilişkilendirmek…” gibi kavramlar çerçevesinde yeniden bakmak, bu ölçekte araştırdığımız sorularımız için zihin açıcı olacaktır.
“Yeni manzaralar keşfetmek yerine yeni gözler geliştirmeliyiz.” Marcel Proust
Boğaçhan Dündaralp, ddrlp
_ “imkanmekan/karaköy”
_ imkanmekan tarafından hazırlanan “karaköy atölyesi kitapçık” için tıklayınız.
2009/07: lusid / atölye – kitap
Temmuz 29, 2011 § 1 Yorum
“Katılımcı ve yürütücü zenginligini ‘tasarım süreçleri’ üzerinden de verimli bir biçimde nasıl çogaltabiliriz?” sorusu temel motivasyonu olusturmaktadır. Bu niyetle; bir yer için en uygun yaklasımı arayan tek bir tasarım süreci yerine; kodlanmıs birikimimiz nedeniyle bazen düşünmeden eledigimiz durumlarla tasarım sürecinde yeni karşılaşmalar üretebileceğimiz, ‘yer’e tekrar tekrar dönüp farklı gözlerle bakacağımız bir tasarım süreci deneyimi.”
_ etkinlik kitabını .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ etkinlik haberi için tıklayınız/yenimimar.com
2009/01: oda projesi / soru-yanıt
Temmuz 29, 2011 § Yorum bırakın
2007/10: studio*KAHEM “masum bir eylem” / etkinlik gazetesi
Temmuz 27, 2011 § Yorum bırakın
KÜRESEL PAZARDA, YEREL POZİSYONLAR, ÇÖZÜLMELER, YENİ MİMARLAR, MİMARLIKLAR…
Bir ‘kolaj’ gibi duran başlıktan da anlaşılacağı gibi, bir çerçeveye oturtulması pek kolay olmayan, sınırları çok kolay kavranamayan bir ‘durum’ içinden hareket etmeye çalışacağım.
Başlık, anahtar kelime olan “küresel pazar” aracılığı ile dıştan ve genel olandan daraltarak tarif edecekmiş gibi görünse de iki sebeple bu hataya düşmemek gerektiğine inanıyorum. Birincisi konunun, genelleştirilmiş bir bütünlüktenden daraltarak gündelik alana taşıyanamayacak kadar katmanlı ve farklı okumalara açık, dağılmaya yatkın bir yapı sergilemesi; ikincisi, durumu yeterince irdeleyebilecek mesafeden yoksun duruşumuz. Deyim yerindeyse konunun dibinde durmamız.
Bu iki sebebi, konunun bağlamını oluşturmak için çabalayacağımız kurguların genelden üretildiği sürece jenerik kalma tehlikesi barındıracağını anlamak için yeterli argümanlar olarak görebiliriz.
Konunun jenerik kalma tehlikesine düşmemek adına stratejimi gündelik profesyonel mimarlık pratiği deneyimlerine dayandırmaya çalışacağım. Gündelik olanda yüz yüze kaldığımız ya da kalma durumumuz muhtemel pozisyonlardan hareketle konuyu ifade etmeye çalışacağım.
Bunu da mimarlığın kapsadığı diğer alanları da dışarıda tutarak “profesyonel anlamda mimarlık hizmeti veren bir kişi” olarak durduğum noktadan yapmaya çalışacağım.
Bir taraftan Ege ve güney sahillerindeki turistik bölgelerde, diğer taraftan İstanbul ölçeğinde olan yakın zamanlı gözlemlenen oluşumlara, yurtdışında Türk firma ve mimarlarının aktiviteleri de eklenince mimarlık dünyamızı yeni ortamın beklediği söylenebilir. Ancak oluşmaya başlayan bu ortamın, durumun sınırları ölçeğini tek defada kavramanın ya da anlatmanın pek kolay olmadığını söylemiştik. Bu nedenle daha görünür olandan, daha az görünenlere doğru bir yol izlemek, buradan da mimarın bu durumlar karşısında aldığı veya alacağı pozisyonlara bakmak istiyorum.
Dünya genelinde ekonomik gelişmelerle paralel gözlemlenen hareketlere baktığımızda; ‘mimarlık’ın hem akademik anlamda hem de profesyonel anlamda küresel pazar da dolaşımın bir parçası olduğunu biliyoruz. Türkiye için konuşursak, hükümet politikaları ile de desteklenen, bu pazarda yer edinme ve rol çalma çabası, uzun bir dönem kendi içine kapalı olan toplumsal anlayış ve ilişkileri yerinden sarsmaya başladığını deneyimlemeye başladık. Yakın zamanlı gelişmelerden yola çıkarak örneklemelerde bulunalım. İstanbul, Türkiye için dışa açılmanın vitrini konumundadır. Bugün yapılan yatırımlar ve yerel politikalar hep bunu destekler niteliktedir. Haliyle küresel pazarda yer edinmede öne çıkması beklenen kent de İstanbul olacaktır. Kamuya yansıyan tartışma yaratan projeleri hatırlayalım; Galataport projesi, Dubai Towers projesi, Haydarpaşa bölgesi kentsel dönüşüm projesi, Kartal ve Büyükçekmece kentsel dönüşüm projeleri ve yarışması, Zorlu Center kentsel tasarım yarışması…
Bu projeler; arazisi, yatırım şekli, proje elde edilme süreci, projenin şekline kadar pek çok boyutu ile kamusal ortamda farklı açılardan tartışma yarattı. Bu tartışmalar göstermiştir ki; yıllardır, içine kapalı ilişkiler içinde yol yordam bulan organizasyonel yapılar ve zihinsel durumlar bu tür tartışmalara, karşılaşmalara tatminkâr yanıtlar üretememiştir. Bu da, bu ve benzeri karşılaşmalara ne zihin olarak ne de disipliner anlamda hazırlıklı olmadığımız sonucuna varmamıza sebep olmaktadır.
Bu örneklerin çoğunda tartışmalar, yerel politikaların açtığı kapılardan küresel kapitalin kamusal alanlara girişine izin vermemek için verilen tepkilerden öteye geçememiştir. Özellikle Kartal ve Küçükçekmece uluslar arası yarışmalarındaki yerel mimarların bu oyunda biz niye yokuz feryatlarını hatırlayalım. Şimdilerde bu feryatın şiddetini azaltmak için, Zorlu Center yarışmasında baştan bu durum öngörülerek kitabına uydurulmuş görünmektedir. Yeterlilik meseleleri yumuşak karına dokunmadan Türk mimarların yabancı mimarlarla konsorsiyumlarına olanak verilerek halledilmeye çalışılarak, Türk mimarlar oyuna dahil edilmiştir. Fakat ne yazık ki konu yine gereksiz detaylarda tartışılarak, konu disipliner anlamda asıl konuşmamız gerekli konulardan uzak devam etmektedir.
Diğer bir yandan yabancı yatırımcı ile birebir karşılaşılan, özel ya da profesyonel karşılaşmalara yönelik zeminlerden bıraktım mimarlığı, ne mesleki, ne de hukuki anlamda hiçbir ses duymuyoruz. Yabancı yatırımcıların, kentlerde veya turistik alanlardaki özel alanları ya da el altından yine kamu ya da orman arazilerini alması, yerel mimarlarla temas etmeden uygulamalarını gerçekleştirmeleri veya kendi mimarlarına konsept ve avan projeleri hazırlatarak, burada yerel mimarlık ofislerini yasal onaylar ve uygulama projeleri için kullanması, yerel mimarları davetli projeler aracılığı ile kendi proje süreçlerine katma biçimi ya da yerel mimarlarla doğrudan çalışma biçimleri olduğunu biliyoruz. Ama bunlar ne mimarlık medyasında tartışılıyor, ne de mimarlar arasında…
Bir taraftan küresel kapitalin dolaşımında kendine rol üstlenmiş ya da üstlenme fırsatı yakalamış kimi yerel mimarlık ofisleri bu geçiş döneminde Dubai, Kazakistan, Rusya gibi ülkelerde iş ölçeklerine bağlı olarak mimarlık adına bazen beyin, bazen işçi olarak katıldığını görüyoruz.
Küresel kapitalin çok tarifli olamayan kendine has metotları, çalışma biçimleri var. Bunlar gün geçtikçe biz mimarların farklı biçimlerde karşılaşmaya başlayacağı durumlardır. Türkiye’deki gelişmelere baktığımızda da, içine kapalı konvansiyonel alışkanlıklara göre hareket eden yerel yapı üretim organizasyonlarının bu durum karşısında bocaladığını görüyoruz. Bu çözülmeler, çözülmeden sonraki yeni mimar duruşlarının ve yeni mimarlıkların habercisi…
Beğenelim, beğenmeyelim, ister kabul edelim, ister sırtımızı dönüp görmemeye çalışalım bu oluşumların, içinden geçilen dönemin, yeni oluşumların habercisi, sürecin de kuluçka dönemi olduğu varsayılabilir. Amacım; bu süreçteki profesyonel mimarlık hizmetleri pratiği ve deneyimleri üzerinden konuyu irdelemek. Önümüzdeki oluşumların izlerini görünür kılmak.
Bunu sağlayacak tartışmaları 3 ana başlık altında toplamaya çalışacağım;
- Yerel çözülmeler, yerel alışkanlıklar ve yapma biçimleri ile beslenen mimarlığa bakışımızı etkileyecek mi? Nasıl etkilemeye başladı ya da başlayacak? Bu bakış kendi referans düzlemlerini hangi mimar profil(ler)i üzerinden üretecek?
- Mimar duruşları ve pozisyonlarına bağlı olarak ofis yapılanmalarının nasıl dönüşmeye başladığı?
- Yapım (inşaat) süreçlerinin ve organizasyonlarının ne ölçüde, nasıl dönüşeceği?
( Konvansiyonel mimar-Yerel yönetim-belediye-müteahhit-taşeron ilişkilerinden-yeni şantiye ve yapım organizasyonlarına…)
Deneyimli mimarlık ofislerinden, genç ofislere kadar bu çerçeveler içinden deneyimlerini aktaracak, nitelik olarak meseleyi ‘iş’ üzerinde değil ‘mimarlık’ ekseninde tartışacak gruplar içinden yapılmasını önemli buluyorum. Belki o zaman çaresizce kabullenmek durumunda kalacağımız rolleri şimdiden görür, kendimize yeni seçenekler ve olanaklar yaratabiliriz…
Boğaçhan Dündaralp
_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ http://studyokahem.blogspot.com/
“Küresel Pazarda, Yerel Pozisyonlar, Çözülmeler, Yeni Mimarlar, Mimarlıklar…” metni is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.
2007/03: “belirsizlikler ortamından niteliğe” / yapı yaşam kongresi – bursa
Temmuz 27, 2011 § Yorum bırakın
_ etkinlikte sunulan bildiriyi .pdf formatında görmek için tıklayınız.
“belirsizlikler ortamından niteliğe” metni is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.
2006: kendi arkiteranı kendin yarat / söyleşi
Temmuz 22, 2011 § Yorum bırakın
2006: amv genç çizgiler / görüş-tartışma
Temmuz 22, 2011 § Yorum bırakın
Amv, genç*, mimar, ödül
…
Kendime soruyorum: Ne kadar ”genç”im?
Genç Mimar Ödülü’nü alanlar da aslında ne kadar “genç”?
40 yaşın altında olması ve önünde daha yıllar olması, bir mimarı “genç” yapar mı?
“Genç” olduğumuzu iddia ederek, mimarlık ortamının bilgisine ürettiklerimiz üzerinden nasıl bir katkıda bulunuyoruz ?
“Sakin, eli yüzü düzgün, temiz uygulanmış, detayları iyi çözülmüş bina yapmak iyi mimarlıktır,” düsturu, eğitimde, profesyonel hayatta kol gezerken…
Bu ve benzeri başarı tescilleme yöntemleri, güvenli sularda zihinleri prangalarken…
Gerçeklikler tarafından sınanacak taze fikirlerin ve üretimlerin peşinde koşmak yerine, sınanmış ve kabul görmüş yolları seçen ve üreten genç mimar nasıl hala genç olabilir? Bu ne ölçüde seçim, ne ölçüde çaresiz bir kabullenmedir?
Bizler “kodlanmış” başarıların taklitlerini üreten, kurmaca gerçekliğimizin kurbanı olmayı baştan kabullenmişiz gibiyiz. Bu kabullenme, kategorilerle düşünmeye alışık ve kendini o kompartımanlara hapsetmiş bir kuşağın rahatsızlıklarını da miras alarak devam etmekte, bir genç için tavizlerin ve çaresizliklerin bataklığından çiçek olarak açmayı tesadüflere bırakmaktadır.
AMV, bu bataklığı gösteren aynalardan biri olarak görülebilir. Burada aynanın yüzünü bataklığın hangi yönüne çevirdiği sorulabilir. Yanılgısı da görünürde olanla yetinmesidir.
Genç mimar ödülü, olsa olsa bu bataklıkta tesadüfleri artıran bir katalizör olma potansiyelini sürdürür. Başarısı da, o yansıtılanın niteliğine mahkum gibidir.
AMV Genç Mimar Ödülü için asıl soru, bu mahkumiyeti, hangi bakış açısı ile ortama yansıttığıdır. Bu geleneksel zihinlerin başarı tescillerini onaylayarak, benzer değerlendirmeleri sürdürdüğünde başka, ortamı bir durum olarak kabul etmenin ötesinde dönüşüm için bir fırsat olarak gördüğünde başka etkileşimler yaratacaktır. Bu bakış açıları, AMV aynasının yansıttıklarının niteliğini ve hangilerinin daha görünür olacağını belirlemesi açısından önemlidir. Geleneksel olanı “sürekli” kılan zihin durumu desteklenerek 40 yaş altı erken olgunlaşmayı teşvik etmek ya da ham meyvayı dalından kopartmak mümkündür. Bir diğer soru, şimdiye kadar bu yaklaşımların bir faydasını görüp görmediğimizdir. Başarısı spekülatif olamayan, tartışma yaratmayan, mimarlık bilgilerimizle onu yeniden deşmeye çalışmayacağımız, ancak mevcut yapılı çevrenin içinde biraz daha nicelikli üretilmiş yapılarla tatmin olabilen, konsantrasyonunu, nitelik arayışını nesne olarak “bina”ya indirgeyen, ötesini hayal olarak gören, hatta yok sayan “o” ortalama uzlaşmayı saymazsak…
Kendi adıma zihni uyuşturan, enerjiyi emen, her tür prangayı reddeden, fırsat bekleyen değil, kendi fırsatını yaratan bir genç olma çabası ve inancıyla bu kaygıları paylaşabileceğim mimarları ve üretim ortamlarını arayarak, sayıklamalarıma izninizle başka bir mekanda devam edeceğim…
Boğaçhan Dündaralp – mimar/ 2004 amv genç mimar ödülü
*genç: Genç olma durumu, koşullara, birikime ve geleceğe dair belirsizliklerin yarattığı kafa karışıklığı içinden, üretim kaygılarının bir yakıta dönüştüğü, taze zihni sürekli geliştirmek için uygun ortamın arandığı, çevrede olup bitenlerin anlaşılmaya çalışıldığı, bir yaşam kesiti. Bu kesit, ürettikçe şablonlarla kalıplarla düşünmeye ve üretmeye başlanıldığı, yakıtın salt deneyime (artık üretirken düşünmeye gerek kalmadan reflekslerle üretme aracı olarak) dönüştüğü dönemin öncesine tekabül eder. Her alanda bu durum farklı bir zaman kesiti yaratır.
–mimarlıkta genç olma durumu üzerinden/ boğaçhan dündaralp /doxa-ocak2006
_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.