2004/05: aydan balamir – ziya tanalı – abdi güzer / arkitera diyalog hk.
Temmuz 18, 2011 § Yorum bırakın
Ulusal mimarlık sergileri, sergilenenleri, ödüllendirilenleri…
12-05-2004 22:57 #14
bogachan dundaralp
Merhaba,
Aydan Hanım’ ın önerdiği Yenimimar gazetesindeki görüş yazımı linke koyma fikri yerine oradaki sorumun üzerinden diyolağa görüş bildirmem sanırım daha iyi olur (gazete mekanı ile şu an yazdığım ortamın mekanı gereği…).
Katıldığım, izlediğim ulusal mimarlık sergilerinde sorduğum, yanıtlarını sergide ve ödül törenlerinde aradığım bir soru var. Mimarlar bu sergi aracılığı ile birbirleriyle neyi paylaşırlar ya da paylaşmalıdırlar? Böyle soruyorum çünkü sergi, ne söylersek söyleyelim, mimar mimara kalınan bir ilişki düzlemi…
Sergide; karşımızda mimar, ürünü ve temsil aracı olan paftası durmaktadır.
Sergi, bu üçlünün bileşkesi ile kurulacak ilişki ortamı, ödüllerin belirleyicisi ise bu bileşkenin ifade gücü olacaktır. Bu ilişkiler üzerinden pek çok okuma yapılabilir. Kuşkusuz en zoru da ödüllendirme için yapılacak olan…
Burada zor ayrımlar ve ilişkilendirmeler sözkonusudur. Her ürünün kendinden menkul durumu, bir temsiliyet aracı ile ifade ediliyor oluşu, mimarının ortamdaki konumlanışı, bazen ürünlerin temsil aracını aşan tanıdıklık ve bildik durumu bazen de sadece temsil edilebilir olanla algılanma durumu…Sergide bir ürünü algılama durumumuz böyle çok katmanlı bir yapı üzerinden söz konusu gibi görünmektedir. Sorum, bu algılanacak şeyin ‘ne’ olduğu üzerine …
O ‘şey’ mimarın yapısıyla kurduğu o özel ilişkiden doğan ve onu aşan şey… Peki bu nasıl nasıl ifade edilecek? Bunun için önce ifade edilecek o şeyin varlığı, sonra o ifade edilecek şeyi paylaşma isteği, sonra da onu aktaracak bir ‘dil’e ihtiyaç var.
Sorumun yanıtı benim için bu. Geçtiğimiz senelerin ve bu senenin ürünlerine baktığımda kendi yanıtımla çakıştırabildiğim ve çakıştıramadığım pek çok ürün olduğunu görüyorum.
Bu senenin ödüllerinin de bu bağlamda zor bir değerlendirmeden geçtiği açık. Özellikle de yapı dalında ve yaşam çevresinde ödül alan projelerinin… (Kaya Arıkoğlu- Mersin Ticaret Odası, Semra-Özcan Uygur- TED Koleji, Boran Ekinci- Ece Marina) Bu yapılar mimarlık medyasında yayınlanmış, nitelikleri nedeniyle üzerinde yazılmış çizilmiş projeler olmaları nedeniyle, sergi bağlamında temsiliyet araçlarından kurtulan bir algılama yaratmışlardır. Bunun jüri üzerindeki etkisini yadsımamak lazım. Temsiliyet araçlarına mahkum kalmış çok iyi yapılar ne yazık ki bu durumu aşamamış gibi görünmektedir (bunu da bu ödüllerin doğası olarak kabullenmek ve daha fazla kafa yormamak da bir tercih olabilir.).
Ama jurinin hakkını yememek lazım. Çünkü uygulama anlamında pek iyi bir yapı olmamasına rağmen, o özel ‘şey’i barındıran, özel bir projeyi çekip çıkarmıştır(Kenan Güvenç ve Gülnur Özdağlar Güvenç- Fethiye Kültür Merkezi). Bize fiziksel olanın niteliğini değil, farklı bir ‘değer’i anlatan bu proje de ne yazık ki, ödül alanlarla aynı kaderi paylaşabildiği için (temsil aracını aşma) algılanabilmiştir. Proje dalı ödüllerinin yapılar gibi temsiliyet araçlarını aşma şansı olmayınca, buradaki değerlendirme daha karşılaştırılabilir bir düzleme oturur. Bu bağlamda bu sene verilen proje dalı ödüllerinde aradığım o ‘şey’ in çok da özel bir algılama yaratmadığı izlenimine jüri raporunu okuduğumda anladım. Rapor, neredeyse aynı özelliklere sahip herhangi bir projeye atfedilebilecek soyut bir dille ele alınmıştı. Bu dil o biricik, ona özel ‘şey’i çok genel bir dil içinde eritiyordu. Bir kez daha ödül alan projelere jüri gözüyle baktım. Beni ikileme düşüren; jüri raporunda atfedilenlerin o ‘şey’ in varlığının mı, yoksa yokluğunun mu göstergesiydi?
Keşke jüri ödüllerini projelerin başında o ‘şey’ leri ifade ederek verse. Keşke onlara bu soruları yerinde sorma fırsatımız olsa, keşke ödül törenleri, yiyecekler başına üşüşmüş mimarların kokteyl ortamından çıksa…Keşke hafta içi bir gününü bu yolculuğa vermiş, heyecanlı insanlar dedikoduların değil, projeler konuşulduğu bir ortam bulsa….
Saygılarımla,
Boğaçhan Dündaralp
15-05-2004#18
boğaçhan dundaralp
Re: Somut Öneriler?
Orjinal mesajı gönderen: Kaya Arıkoğlu
Sevgili Aydan, Ziya ve Abdi
“Güncel mimarinin nitelikli örneklerini koruma sebebi mimarların egolarını tatmin etmeğin dışında mimarinin kalıcılığını teşvik etmek amaçlı olabilir. Mimari kalıcılığı önemsenmezse yapılar sadece tüketim amaçlı yapılmaya başlar. Yapı ömrü kısaldıkça mimari tasarım, konfeksiyon tasarımı gibi, modayı çok yakından takip etmeye mecbur kalır. Bunun sakıncalarını hepimiz bildiğimiz için konuyu açma gereğini duymuyorum. Ayrıca bu diyalogda çok önemsediğimiz mimaride ‘kendi gibi olma’ sorgulaması derinliğini kaybeder. Yapılar kalıcı olmazsa uzun sürede uygulanabilen kent mimarisine ne olur sorgulamasına girmek bile istemiyorum.”
Kalıcılık,
mimarların dokunulmaz saydığı nesnesi ‘yapı’ üzerinden tartışıldığı için, ‘değer’ olgusunun ise sadece yapının fiziki varlığı üzerinden varolabileceğine inanıldığı için ve kalıcılık adına korunmasına ‘birileri’ karar verdiği için, eski ( ya da yeni ) yapılar için anlamsız ‘koruma’ tartışmaları, etkinlikler, kurumlar… var edilmiyor mu?
Yapı, yaşamın dinamik döngüsüne katılır, yaşar ve değişir. (mimarı bu durumdan mutlu olmasa da) Yapıya kalıcılığını verecek değerler, bu ilişkiden doğar. Bu değerleri birileri onu atfetmez, doğar. Bu bağlamda kalıcı olanın ne olduğu, yapı-yaşam etkileşimindedir. Yaşayan yapılar bize bir şeyler öğretebilir. Korunanlar değil…
Biz mimarlar, yapılarımız korunsun diye yapıları yaşamdan izole edip. sürekliliği yaratacak olan evrimleşmiş değerlerin oluşmasını engellemiyor muyuz ? İşimizi bir iktidar aracı haline getirip, herşeyi denetlemeye kalkışmıyor muyuz ?
Ulusal mimarlık ödülü komitesine böyle bir misyon yüklemeye çalışmanın evrimleşme sürecimize aykırı olacağını düşünüyorum.
saygılarımla.
15-05-2004 #19
Kaya Arikoglu
Kalıcılık
Sayın Boğaçhan,
Kalcılık relatif bir zaman süresi değilmi? Pramitler dört bin sene var olurken göçebe çadırı bir mevsimlik yerinde kalıcıdır. Tarihte hep birileri yapmış ve birileride yıkmıştır. Yapanlarda tabiki yaptıklarını korumaya çalışmışlardır. Biz mimarlar olarak yapıcı guruba dahiliz diye kabul ediyorum.
Kalıcı yapıların yaşamdan izole olmaları gerektiğini nereden karar verdiniz. Zaten toplum sonunda değer vermediği kullanmadığı yapıları korumaz ve başka “birirleri”de koruyamaz.
Yapılar yaşamın dinamik döngüsüne katılır veya katılmaz. Bazen bir süre atıl kalır sonra tekrar yaşama katılır. Katılmamaları mimari değerlerinin bir ölçütü olamaz.
Günümüzün yaşam temposuna tüm Venedik mimarisi ayak uyduramıyorsa tümüyle yıkılmalımı? Neden Italya Venediği korumak için inanılmaz yatırımlar yapıyor? Venedikte yaşamak istiyen o kente göre kendi yaşam temposunu değiştirmeyi kabul ediyor. Daha hızlı ve değişken yaşam temposu isteyen Manhattan, Maslak veya Kuzey Adanayı tercih edebilir.
Kalıcılığı zoraki ve tepeden inme bir iktidar kararı gibi görmeniz beni telaşlandırıyor. Tam tersi acımasız kapitalizm tepeden inme kararlarla herşeyin anında değişmesini ve yeniden yapılanmasını tercih eder. Her yeni iktidar kendi varlığını meşrulaştırmak için kendi imajını yaratmak ister. Romanyanın komunist dikta rejiminin acımasız yıkımları size örnek olabilir.
Ulusal Mimarlık Ödülleri hakikaten evrensel ve aynı zamanda güncel değerleri yansıtan projelere ödül veriyorsa bunların kısa vadede korunmaları niye sizi rahatsız ediyor?
Bugünün korunması yarını ipotek altına almaz. Her dönemden nitelikli mimari yapıların birikmesi mimari yelpazenin genişlemesini sağlamazmı?
Sadece bugün için karar vermiyecek kadar gelişmiş bir toplum olduğumuzu var sayıyorum. Ama belki yanlışım.
Saygılarımla,
15-05-2004 #20
boğaçhan dundaralp
Re: Kalıcılık
Sayın Arıkoğlu,
Beni rahatsız eden konu;
Sizin tanımınızla, kalıcılık adına neyin korunması gerektiğine bir karar mekanizmasının karar vermesi.
saygılarımla.
bogachan
16-05-2004 #21
Kaya Arikoglu
Kalıcılık
Sayın Boğaçhan,
Neyin korunması gerektiğini kalıcı bir kurulun karar vermesi benide rahatsız ediyor. Bundan dolayı tarihi anıtlar koruma kurulları’nın kalıcılık konusunda son söz sahibi olmalarını bende doğru bulmuyorum.
Türkiyede tek bir şahıs kendi gücüyle ve tercihleriyle değerli bir yapıtın yok olmasının kararını verebiliyor. Bu karara toplumun müdahele etme şansı olmalı diye düşünüyorum.
Türkiyede toplum bir yapının yıkılmaması için sokağa dökülse bile bir netice alamıyor. Toplum kalıcılığın kararını popülüst olarak (sadece oy çokluğunla) verebilirmi, verse bile doğru olurmu? Bu durumda, toplumu kim hangi mekanizma temsil edecek suali doğuyor.
Ama önemli olan o yapıların korunmasıysa, ben bu noktada mesleğimizin seçkin kişilerine güveniyorum. Seçkinliğe kim karar verecek diyebilirsiniz ama tartışmayı o yöne çekersek koruma mekanizmasının varlığını değil yapımını düşünmeye başlarız.
Kalıcılığın kararını veren o “seçkin” mekanizmayı “doğru” seçebilirsek o “mekanizmanın” kalıcı olmaması benim için çok önemli. Yani bir kereye mahsu toplanıp aynı kıriterlerin bir daha tekrar edilmemesini tercih ederim. Koruma kurulları hakkındaki asıl endişem buradan kaynaklanıyor. Kurullar korudukları tarihi yapıların nitelikleri üzerinde tartışma fırsatlarını buluyorlarmı? Yoksa kurullar kararlarında sadece bir takım formüllere ve yasalara güvenerekmi veriyorlar?. Formülleri ve yasaları tartışabildiklerini ve yorumladıklarını hiç zannetmiyorum.
Belkide, koruma kurulu, yapıldığında pek fazla niteliği olmayan sadece eskimiş bir yapının bugün kılına dokundurmazken, bunun yanında, bugün çok değer verdiğimiz güncel bir yapının “eskimeden” ve tarihi olamadan yok olmasına seyirci kalıyor.
Bence kalıcılık adına birilerin karar vermesi ve bir mekanizmanın kurulması şart, çünkü bireylerin bu kararları vermeleri adil değil. Karar mekanizmasının oluşmasında karar verirken çok dikkatli ve şüpheci olamamız gerektiğine bende size katılıyorum.
Saygılarımla,
Kaya Arıkoğlu
_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “Arkitera / Aydan Balamir – Ziya Tanalı – Abdi Güzer Diyaloğu Hakkında”
2004/04: suha özkan – haluk pamir / arkitera diyalog hk.
Temmuz 18, 2011 § Yorum bırakın
misyon ve değerler
24-04-2004 #10
boğaçhan dundaralp
Orjinal mesajı gönderen: Suha Ozkan
Degerli Ratti,
…
Değişim proje ile, düşle, ütopya ile sağlam değerlerle geliyor yoksa dış dünyanın gerçekleri çok iç karartıcı.
Değil mi?
Belki de değil denerek, tam da bu noktadan başlayan bir sorun işaret edilebilir. Değer üretiminin, iç karartıcı gördüğümüz dış dünyanın gerçekleri içinden, onunla özne olarak yüzleşerek ve üretimi de bu yüzleşmenin bir sonuncu olarak ürünleştirerek yapılabileceği düşüncesindeyim. Düş ve ütopya kendi varoluşunu bu gerçeklikle yüzleşme üzerine kurmuyorsa zaten ‘gerçek’ karşısında bir ‘anlam’ ya da ‘değer’ taşımayacaktır.
‘Değerler’ statik yapılar değildir. Dinamik yapılardır ve içinde bulunduğu zaman-mekan ‘a bağlı olarak evrimleşirler.
Bugün ‘ mimarlıkta bir ahlak misyonu olarak modernizm’ i tartışıyorsak ‘statik değerler dizgesi’ olan bir yapı olarak onu kutsamak yerine güncelliğini tartışmamız gerekir. Çünkü dinamik bir uzamı, donmuş etik dizgeler olarak kabul etmek, yüzleşmek zorunda olduğumuz gerçeklikten kaçmak anlamına gelecektir.
Burada modernist düşüncenin filizlendiği döneme karşı duruşunu
ister yapıyı ele alış biçimi olarak (teknik-tasarım), ister sosyal biçimleri (toplumsal yapı) ele alış biçimi olarak, statik değer dizgeleri halinde kabul eder. Bunu misyon olarak geçerliliğini savunursak ya da değişkenlikleri ‘neo’, ‘post’ gibi eklerle tanımlanmış ‘içeriği’ spekülatif’ ortamlara atıflarla benzer statik yapılar içinde tartışırsak, işte o zaman ‘bilinci yarılmış özneler’ olmaya mahkum olmuş olacağız.
saygılarımla.
boğaçhan dündaralp
_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “Arkitera / Suha Özkan – Haluk Pamir Diyaloğu Hakkında”
2002/12: aykut köksal / arkitera diyalog
Temmuz 17, 2011 § Yorum bırakın
Arkitera Diyalog
10-12-2002 16:42 #22
boğaçhan dundaralp
Orjinal mesajı gönderen: Aykut Köksal
…Bu sapmanın başka bir nedeni de mimari bilgi üretiminin asıl dolaşım alanı olması gereken ‘anonim’ bağlamın da mimarlığı tümüyle dışarda bırakması. Sonuçta mimarlık doğruluğu kendinden menkul dar bir etkinlik alanının, ister istemez temelden yoksun gösteri alanına dönüşüyor. Tabii bu durumda ithal kavramlarla yürütülen ‘sözde-felsefi’ etkinlikler de bir yanılsama dünyası yaratmaktan öteye gidemiyor.
Mimari bilginin gündelik olana eklemlenmesi yani modernleşme, çevrenin biçimlenmesinde mimarın yerini kazanmasını getirir.
Merhaba,
Sizin anlatım kurgusunuzdan referans alarak, bir konuyu biraz daha açmaya vesile olmak istiyorum.
Mimarlığın ve mimarın, çoğunlukla yapı üretim pratiği tarafından dışarıda bırakılması eğilimi saptama olarak üzerinde çok konuşulan ancak bir türlü bağlamına oturtulamayan bir konu olduğunu düşünüyorum.
Konuya bu açıdan bakınca mimarlık ve mimar, sanki birileri ya da birşey aracılığı ile bu sürece eklemlenecekmiş ya da ihtiyaç duyulduğunda devreye girecekmiş gibi duruyor.
Kişisel düşüncem, mimari bilginin gündelik olanın iç konvansiyonları içinden üretildiğinde ve yapı pratiği üzerinden dönüştürüldüğünde eklemlenmesi gereken bir olgu olmaktan çıkacağı yönünde. Bu nedenle mimarın yerini kazanması ve bir rol edinmesinin dışsal mekanizmalar aracılığı ile değil, kendinin hangi role soyunmayı hazırladığı ve hedeflediği ile direk bağlantılı olduğunu düşünüyorum.
Gündelik olanın temel meselelerinin yeterince kavrayan bir tasarımcının bunu mimarlığın bilgisi üzerinden ve bağlam olarak da yapı pratiği mekanizmaları ‘ içinden’ bunu dönüştürebileceği inancındayım.
Konuya bu açıdan bakmanın konuyu mimarlığın bilgisi üzerinden
tartışmaya olanak sağlayabileceğini düşünüyorum.
saygılar…
10-12-2002 17:44 #24
Aykut Köksal
Boğaçhan
Söylediklerinize esasta tümüyle katılıyorum. Ayrıca konuya önemli bir açılım da getirdiğinizi düşünüyorum. Belki şu küçük eklemeyi yapmak anlamlı olabilir: Sonuçta üretilen bilginin niteliğine ilişkin bir dönüşüm söz konusuysa, bunun eğitimde de karşılığını bulması gerekir. Ama şunu da unutmamak koşuluyla: Ne pratik üzerinden gerçekleşebilecek dönüşüm süreçleri, ne de eğitimin buna gerekli bilgi altyapısını hazırlaması, mimari bilginin gündelik pratiğe eklemlenmesini sağlayacak dinamikleri oluşturmaz. Burada yeniden toplumsal dönüşüm süreçlerine bakmak gerekiyor.
10-12-2002 17:57 #25
boğaçhan dundaralp
Orjinal mesajı gönderen: cube
Anonim Mimarlığın arzulanan kaliteye kavuşması için bunu arzulayacak talebin de doğması gerekmiyor mu? Böyle baktığımızda ortamın, müşterilerin de bu kaliteyi istemesi için mimarların beklemekten başka yapabileceği fazla birşey yok sanırım? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu sorunun foruma yönelik olabileceği düşüncesiyle bu konudaki fikrimi belirtmek istiyorum.
Talebin doğması, bu talebi doğuracak ihtiyacın doğması ile mümkün. Bu talebin niteliği de ancak benzer olanlarla farkın değerlendirilebilmesi ile mümkün. Buradan hareketle bu farkı yaratacak ve kendisine talebi doğuracak kişi de mimarın kendisi olmuyor mu ?
Kanımca bu bizim problemimiz ve bizim çözüm bulmamız gerekiyor.
saygılar…
10-12-2002 18:12 #26
Aykut Köksal
cube ve boğaçhan
Talebin ortaya çıkmasında, mimarın kendi ürettiği bilgiyle hesaplaşmaya girmesi tabii ki önemli. Yukardaki tüm konuşmalar da bu çerçevede değerlendirilebilir. Ne var ki “mimar” talep oluşturucu dinamikleri belirleyen aktörler arasında en önde yer almıyor.
_ bu metni .pdf halinde görmek için tıklayınız.
_ “Arkitera Diyalog / Aykut Köksal”
2002/04: bülent erkmen / arkitera diyalog
Temmuz 17, 2011 § Yorum bırakın
Arkitera Diyalog
16-04-2002 18:49 #32
bogachan dundaralp
merhaba,
1.B.Erkmen literatüründe,
Tasarım,
Tasarlayan,
Tasarlanan,
sözcükleri nasıl tanımlanıyor ya da konumlanıyor ?
2.B.Erkmen ‘iş’ lerini nereye kadar tasarlar?
16-04-2002 19:15 #36
Bülent Erkmen
Boğaçhan
Tasarım: Bir probleme, bir soruya, çözüm bulma, cevap verme hâli.
Tasarlayan: Bu cevabı veren
Tasarlanan: Bu cevabın kendisi
_ bu metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “Arkitera Diyalog / Bülent Erkmen”
2002/01: gökhan avcıoğlu / arkitera diyalog
Temmuz 15, 2011 § Yorum bırakın
Arkitera Diyalog
22-01-2002 17:46 #70
bogachan dundaralp
Gökhan Avcıoğlu, medyayı oldukça iyi kullanan bir mimar…Pek çok yayında projeleri, söyleşileri, kişisel metinleri yayınlanıyor… Daha çok yazılarında ve söyleşilerinde ‘aforizma’tik mimari düşünceler diyebileceğimiz sözler geçiyor…
Bu sözler kendi içinde anlamlı ‘gibi’ duran, ancak bir bağlam,bir düşünme biçimi ya da bir proje ile desteklenmediğinde anlamın sürdürülemediği… imgesel tüketime sunulmuş… paparazzi haberlerdeki ‘neon ışıklı pop star’ sözlerini andırıyor.
birkaç örnek;
* “hayatımı magmaya dik geçirmek gibi bir niyetim yok !” / 2001 Yıldız buluşması
“magmaya dik binalar yapmaya çalışmanın ötesine geçen, yapının her noktasını kullanan yapılar tasarlamaya çalışıyorum.” / arredamento mimarlık-söyleşi
soru: Acaba magmaya dik olmayan yapınız var mı?
* “Girilebilme kabiliyeti yerine, çıkılabilme kabiliyeti yüksek yapılar…” / 2001 Yıldız buluşması
soru: Bu ilişki zaten yapıların olmazsa olmaz koşullarından değil mi? Bunu tasarımsal veri olarak kullanış biçiminiz mi farklı? hangi projede ve nasıl kullanıldı ?
*”Akademik estetiğin kuralları artık bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor onun yerine bugüne kadar mimarlık olarak görülmeyen durumlarla ilgiliyiz.” mimarlık üzerine notlar/arredamento
soru: Günümüzde akademik estetik diye bir şey var mı? Ayrıca ‘bugüne kadar mimarlık olarak görülmeyen durumlar’ nelerdir? Yaptıklarınızda, mimarlık olarak görünmeyen
durumlar görünmüyor…
* ” …halbuki yayınlananların çoğu da çöp, bir işe yaramaz…çok iyi çekilmiş bir takım fotoğraflarla anlatılmış bir takım şeyler var ki, gezdiğin zaman bile öyle hissedemezsin; bir duruş için, fotoğraf için yaratılmış mimarlıklar. Dergiler, yapıların nasıl yayınlanacağını uzmanlık konusu haline getirdiler…” / arredamento mimarlık-söyleşi
yorum: Bu konuya kesinlikle katılıyorum, ancak GAD projelerini de buna dahil ederek…Yukarıdaki sözler..söylenen ile yapılan arasındaki tutarsızlığı göstermesi bakımından ilgi çekici …
saygılar,
Boğaçhan
22-01-2002 18:03 #76
Gökhan Avcıoğlu
bogaçhan
Bu lafları siz de kullanabilirsiniz. Peki sizinkiler ne? Tabi ki projelerle desteklenmesi gerekiyor… zaten ona hazırlık yapıyoruz.. ne yapacacağımızı düşünelim diye.
1. ilki oldu… Var.. borusan aktivite merkezi.. gerisi de yolda…
2. yani binaya girip kaybolmayıp panik ve tehlike halinde kolay terkedebileceğimiz yapılar…bugün binlerce yapı bu özellikten yoksun ve olanlarında geliştirilmeye ihtiyacı var.. üzerinde durmamızda ne sakınca var anlamıyorum..siz bu nları zorla mı okuyorsunuz .okumayın..ne zorunuz var.. sizde bildiklerinizi yazın,öğrenelim.ben bunlar otomatik hale gelsin isteğindeyim.bilinseydi ortalık böyle olmazdı düsüncesindeyim. Ben mesela birçok binaya girip çıkarken korkuyorum özellikle sinemalar, büyük iş merkezleri, alışveriş merkezleri, stadyumlar, bakanlıklar vs… Çevre Bakanlığı projesini bu özellik üzerine çalıştık
Cevaplar devam edecek……
_ bu metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “Arkitera Diyalog / Gökhan Avcıoğlu”
2001/12: emre arolat / arkitera diyalog
Temmuz 15, 2011 § Yorum bırakın
Arkitera Diyalog
25-12-2001 12:05 #12
bogachan dundaralp
Kalamış’taki konut blokları üzerinden…
merhaba,
Kalamış’taki konut bloğu, çevresindeki yapılaşmalardan yükseklik ve büyüklük bağlamında oldukça ayrılmakta, çevre ölçeği düşünüldüğünde de kendini çok baskın bir ifade ile konumlandırmaktadır. Kendisini ayrıcalıklı biçimde konumlandırıyor duygusu uyandıran yapı hakkında,
(arredamento mimarlık sayı:2001/6 daki yapı tanıtımı yazınızda)
şöyle bir ifadeniz var;
“… 20 katlı yapının bulunduğu parsel üzerindeki kitlesel oluşumu, bir mimarlık kararı olmaktan çok, en fazla blok boyu ve yoğunlukla ilgili belediye verilerine dayanır. Diğer bir deyişle, kentin bu bölümünde 20 katlı bir konut yapısının yerinin olup olmadığının irdelenmesi ve bu doğrultuda kararların alınması, “kentsel tasarım” ı mimarlar üstü bir “bilim” olarak gören “şehir ve bölge planlama uzmanları”nın uhdesinde olup, mimarın görevi, kitlesel oluşum kararları verilmiş bu yapının nasıl tasarlanacağı ile sınırlıdır. Kent içinde tasarlanan “özel” yapıların çok büyük bir bölümü için geçerli olan ve hangi amaca hizmet ettiği çoğu zaman anlaşılmayan bir kurallar manzumesi, tasarımcı mimarları en azından kitlesel kararlarda edilgin bir tavra iter.” aynı yazının son bölümünde de; ” Bu yapının tasarımcıları, bu tasarım üzerinden, son dönemde büyük kentlerin mimarlık gündeminde önemli yer tutan ” lüks apartman ” yapılarının gerçek kentsoylu olduğu kuşku götürür “hedef kitle”ye kayıtsız şartsız teslim olmadan, gelenekselin “yapıştırma” öğelerinden medet ummadan ve rüküşleşmeden de gerçekleştirilebilir olduğunu vurgulamak ister. E.A.”
Yazınızda siz de bu kentsel duruştan rahatsız olduğunuzu, ancak bu çaresizlik içinde yapılabilecek olanın yapının biçimlenme dili üzerinden hareket etmek olduğunu savunuyor…kendinizi bir verili durum üzerinden yapılanı meşru kılacak başka bir düzleme referans veriyorsunuz…
1. Sizce kentsel duruşu ile çevreyi yok sayan ve ezici bir kitle etkisi yaratan bir yapı kitlesinin ele aldığınız biçimiyle kente ve yaşayanlara bir şey kattığını düşünüyor musunuz ?
2. Sadece görsel olarak şık bir yapı kitlesi ‘lüks apartman’ örneği olarak ( yazınızın son paragrafta dile getirdiğiniz gibi ) bir referans olabilir mi ?
3. Kalamış konutlarını direk referans vermeyen ancak aşağıdaki düşüncelerin örneği olarak kullanan başka bir konu da şu;
Arolatlar,yayınlardan ve sergilerden takip ettiğmiz kadarıyla (göreli olarak) büyük ve çok sayıda iş yapma potansiyeline sahip bürolardan biri… Bu durumun iş konusunda seçici davranma olasılığı ve şansı verdiği açık… Ancak, ‘etik’ kaygılar barındıran ve bunları mimarlık ortamında açık biçimde ifade eden ve araştıran bir mimarlık ofisi olmaktan çok, şık binalar yapan,son teknoloji ve malzemeleri yapılarında, yabancı dergilerde eş zamanlı olarak kullnanan, bilgisayar sunum tekniklerini güncel sunum dilleri ile paralel kullanan, mimarlık medyasını bunları teşhir etmek ve meşruiyet zemini yaratmak amacı ile kullanan bir ofis izleniminde…(bu izlenimi veren tek örnek olduğunu söylemek haksızlık olur…)
Seçici davranıyor ve bu mimarlık adına kaygılar taşıdığınızı biliyoruz…Peki bunlar neden çoğunluğu biçimsel kaygılar taşıyan şık binalar ve sunumlar ardına gizleniyor… ?
(not: Buradaki gizlenme sorunsalı proje okuma ya da okuyamama sorunundan çok değerlendirilenin bize sunulanla görülen arasındaki farkların çelişkisi üzerine kurulmuştur.)
Saygılar…
25-12-2001 16:59 #37
Emre Arolat
boğaçhan
1.Kalamış’ taki konut blokunun kentsel duruşu ile çevreyi yok sayan ve ezici bir kitle etkisi yaratan bir yapı olduğunu düşünmüyorum. Alıntı yaptığınız yazının tümünü dikkatlice okuduğunuzda, yapının kent ile olan ilişkisinin çok önemsendiğini fark edeceksiniz. Bu yapının yakın çevresinde bulunan ve neredeyse tümü son yirmi yıl içinde inşa edilmiş olan diğer konut yapılarının kente ve yaşayanlara sizin deyiminizle ‘bir şey kattığını’ ve bu yapının ‘katmadığını’ ise hiç düşünmüyorum.
Yukarıdaki düşüncelerden hareketle, yazıdan çıkarmış olduğunuz sonuca da itiraz edeceğim. Yazınızın alıntı yaptığınız bölümlerinde üzerinde durulan düşünce, farklı dönemlerde, farklı yönetim mekanizmaları tarafından ele alınan ‘kentsel tasarım’ disiplininin yeniden sorgulanmasını sağlamak amacı ile kurulmuş idi.
2.a. Bu yazıda ‘şık’ kelimesini hiç kullanmadım.
2.b. Biçimin tek referans olduğu çok kişisel bir yargı oldu. Ben öyle düşünmüyorum.
3.a. Seçici davrandığımı ve mimarlık adına kaygılar taşıdığımı söylüyorsunuz, teşekkür ederim. Size sunulanla görülen arasındaki farkların çelişkisi de kişisel bir yargı. Ben çok ‘doğrudan’ sunduğumu düşünüyorum.
3.b. Sunum tekniklerinin güncel sunum dilleri ile paralellik kurması konusunda da inanın, hiçbir endişem yok. Kendi elimle de çizerim gerekirse.
3.c. ‘Mimarlık Medyası’ nı ‘Ürüne Meşruiet Zemini Yaratmak Amacı İle’ kullandığımızı söylediğinizde, medyanın işlevlerini çok azımsamış olmuyor musunuz?
25-12-2001 18:03 #46
bogachan dundaralp
yanıtınız üzerinden…
Tekrar merhaba,
yanıtlar için teşekkürler… ancak bazı noktaları yanıtlarınız üzerinden tekrar açmak istiyorum…
1. Sorumun açıklama kısmına baktığınızda sizin iddia ettiğiniz gibi ‘diğerleri birşeyler katıyor’, ‘bu yapı ne katıyor ?’ gibi bir yorum taşmıyor.
sorum; Kalamış Konutlarının ( iyi ya da kötü ) yapılaşmış çevresinden ölçek olarak çok farklılaştığı…üzerine kuruluyor…Siz de yanıtınızda ‘bu yapının bir şey katmadığına katılmıyorum ‘ diyorsunuz…ve Kentle kurulan ilişkisini önemsediğinizi söylüyorsunuz …Ama neyi önemsediğnizi ve bu yapı biçimlendirirken bunun ona ne kattığını yanıtlamıyorsunuz…Konuyu yapının biçimlenmesine etkisi bağlamında biraz bize açar mısınız…sizce ne katıyor ?
2. Biçimin tek referans olmadığını biliyorum…Aslında sorum biçimlenme mantığı üzerine kuruluyor…Belki Yukarıdaki açıklamaya vereceğiniz yanıtınızla bunu da yanıtlamış olursunuz… (Biçimlenmeyi yapıyı oluşturan süreçler ve onun sonucunda ortaya çıkan ürün bağlamında ele alırsanız sevinirim…)
3.Mimarlık medyası işlevlerini azımsamıyorum…Onun genel olarak kullanılma biçimini ve algılanma biçimini eleştiriyorum… (sadece size yönelik bir ifade değildi…) Bu sizin neyi neden anlatmak istediğiniz ile ilgili bir durum…Ama bahsettiğim çelişkileri yansıtması anlamında açıklayıcı olduğunu düşünüyorum.
saygılar…
03-01-2002 13:18 #69
Emre Arolat
bogachan
Kalamış Konutu’nun kentle olan ilişkisi hakkında.
Bu yapının inşa edildiği bölge,hepimizin alışkın olduğu, hatta çok da iyi bildiği, “komşudan 3, önden 5 metre çekilecek, içine yapı tıkıştırılacak” diye buyuran imar durumu ile biçimlenmiş bir konut dokusu ile gelişirken, ara yerde yeni bir imar durumu beliriyor ve farklı boyutları olanaklı kılıyor. Bu tam bir metropol gerçeği.
Ölçek sırası ile gidersek, yapılar, yapı adaları, ilçeler, kentler ve bunlara paralel olarak da yapılaşma mantığı dönüşmekte. Bu dönüşümden korkmakla, dönüşümü planlamak ayrı işler. Bu dönüşümün içinde ölçek kopuklukları olduğu gibi, izlenim ve hatta yaşam tarifi kopuklukları da var. “Büyük Kötüdür” diye şartlanmış domestik yapı geleneğinin de sorgulanabilmesi, ancak bu dönüşüm üzerinden olanaklı.
Metropollerde ortaya çıkan bu bölgesel dönüşümler, yerine tekrar konması olanaksız, “patina”sı zaman içinde olgunlaşmış dokuları zedeleyip yerle bir etmediği sürece, korkup kaçınılması değil, planlanması gereken bir durumu yaratıyor.
“Kent İçin Yeni Büyüklükler”in tasarımının, çok önemli bir uğraş olduğunu düşünüyorum. Bugün, çağdaş bir meslek adamının, kaçınılmaz olanı görmezden gelmek yerine, çözümü bunun üzerinden aramasının, tıkanıklıkları zorlamak için doğru bir yol olduğu fikrindeyim. Kalamış Konutu için, çevrede bu dönüşümden azade tutulması gerekecek nitelikte bir dokunun bulunmadığı gerçeğinden hareketle, biz de bu yolu denedik.
Bu sorunun cevabı olarak, yükselme ile elde edilen yeşil alan, siluet etkisi, yansıma ve geçirgenlik araştırmaları gibi, bu yapıya ait, “özel” durumlara girdiğimizde, “ana” konuya, yani kent için yeni büyüklüklerin tasarlanması sorununa haksızlık etmiş olacağız. Bu yapı üzerinden kent ilişkilerini değerlendirirken, burada bitmiş ürünün kendisine oranla daha fazla önemsenmesi gereken, konvansiyon dışı bir yaklaşım olduğunu ve metropolün gerçekliğinde, çözümün bu mecrada aranmasının geçerliliğini vurgulamalıyım.
Cevap neredeyse sorunuzun içinde. Biçimlenme mantığı, ölçek ile ilintili. Biçem ise tasarım sürecinin son aşamalarında bir yerlerde, bizim sorularımızın bir cevabı olarak orta yere çıkıyor.
_ metni .pdf halinde görmek için tıklayınız.
_ “Arkitera Diyalog / Emre Arolat”
2001/11: uğur tanyeli / arkitera diyalog
Temmuz 15, 2011 § Yorum bırakın
Arkitera Diyalog
19-11-2001 13:33 #11
bogachan dundaralp
nesnesini kaybeden mimar…
Günümüz Türkiye ortamında,eklenen her yeni kuşak, giderek kendi üretim nesnelerini,(mimarlık pratiği anlamında) kaybeden bir mimar kimliği ile yüzleşmek zorunda…
Mesleki pratiğin, kendi içinde yapılandırmış ilişkiler düzlemi, (genel bir değerlendirmede) mimarın bu pratik içindeki etkinlik alanını neredeyse yok sayacak boyutlara ulaşmış iken ancak azınlıkta bulunan bir mimar kitlesi bu çözülmenin karşısında (o da özel koşullarda) direnebiliyor…
1. Bu çözülmeyi, bir mimarlık tarihçısi olarak nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu durumun geleceği üzerine öngörüleriniz nelerdir?
2. Bu ortam içinde kendini konumlandırma çabası uğraşında olan yeni ve genç kuşak mimar’ların ortam içindeki varoluş ve varolabilme koşullarını nasıl görüyorsunuz ?
saygılar.
20-11-2001 18:25 #36
Uğur Tanyeli
Bogachan
Günümüz Türkiye ortamında mimarın kendi üretim nesnelerini yitirdiğini hiç sanmıyorum. Mimarın çalışma alanının daraldığını değil, aksine sürekli genişlediğini düşünüyorum. Aksi olsaydı, 1930’larda pratik yapan mimar sayısının 100’ü bulmadığı bir ülkeden binlerce mimarın mimarlıkla geçindiği bir ülkeye dönüşmemizi nasıl açıklayacaktık? Mimarın mimari pratik içindeki etkinlik alanının boyutlarını idealize edip abartmazsak, bugünkü durumu daha iyi kavrarız. Tabii ki, yapı üretim sektörünün tek ve mutlak egemeni değiliz; hiçbir zaman değildik ve gelecekte de olmayacağız. Genç kuşağın bugünü ve geleceği böyle görmesi kendisine gerçekçi bir yol çizme şansı verecektir.
_ bu metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “Arkitera Diyalog / Uğur Tanyeli”
2001/10: han tümertekin / arkitera diyalog
Temmuz 15, 2011 § Yorum bırakın
Arkitera Diyalog
05-11-2001 13:41 #21
bogachan dundaralp
optimum evleri üzerine…
birinci sorum:
Optimum evlerini, önceki çalışmalarınız bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu soruyu kendi kendime sorduğumda Optimum evleri ile ilgili 2 nokta dikkatimi çekmişti;
Birincisi, önceki tasarımlardaki kadar net okunamayan ve açıklanamayan bir dil… önceki tasarımlarla okunan mimar kimliğinin yapılarda geride kalması…izlerini silmesi… bunun yanında, evlerin tanıtımda da mimar kimliğinin ürünlerden önde olması…
İkincisi,önceki tasarımlardan farklı bir ölçek…, konunun karmaşıklığı… ve belki de bunun bir uzantısı olarak bağlamdan
(diğer projelerinizdeki ilişkilenme biçiminden) kopma …
ikinci sorum:
Optimum projelerinin uygulandığı arazinin ‘su havzası’ olduğu konusunda bir tartışma var…Han Tümertekin’nin mimar kimliğinin ‘etik’ olarak bunu kabul etmeyeceği inancındayım…Bu konuya da açıklık getirebilir misiniz ?
saygılar…
06-11-2001 18:13 #62
Han Tümertekin
Boğaçhan
Optimum satışa sunulmak üzere tasarlanmış, kullanıcısı belirsiz bir proje. Doğal olarak salt mimari veriler yanında pazara ilişkin verilerin de devreye girdiği bir süreci içerdi. Bu nedenle belki mimarlar açısından bir netlik sorunu vardır. Ama pazara Türk evi karikatürleri, Kaliforniya evleri, kütükler vb. sürülürken böyle bir ilk adımın ürkütmeden atılması önemliydi.
Orman kenarında olduğumuz için yüksek camlı hacmi yaptık. Parselasyon varolduğu için parçalı, girişleri farklı düzenlenebilir, takla atabilir, her parsele yerleşirken iç kurgusu etkilenmeyen tipler ürettik. Yani bağlam canımıza okudu yine de bağlamdan kopuk görünmek ağrımıza dokundu doğrusu.
Kaan’ın sorusuna verdiğim cevap-Optimum için böyle bir tartışma yok. Özel imar koşulları ile elde edilmemiş bir arazide yer alıyor. Ormanla şile yolu sınırlarını oluşturuyor ve baraja yaklaşık 4-5 km uzaklıkta.- Optimum arazisinin durumunu açıklıyor. Kimliğime duyduğunuz güvene teşekkürler, merak etmeyin meslek etiği uğruna bilmediğiniz, duymadığınız, o kadar çabamız var ki bozulmayız.
_ bu metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “Arkitera Diyalog / Han Tümertekin”