2015/07: ddrlp mimarlık ve tasarım 2005-2015

Temmuz 21, 2015 § Yorum bırakın

2015/06: Okul kurulumunda mimarlık ne zaman devreye girer? / Eğitimpedia

Haziran 23, 2015 § Yorum bırakın

Ekran Alıntısı2

Okul kurulumunda mimarlık ne zaman devreye girer?

Son dönemde hızla artan özel eğitim kurumları ve okullarında gördüğümüz en temel eksiklik eğitim anlayışlarını sözde bırakan fiziki yapı ve mekan oluşumları.  Fiziki mekan insanı, davranışları ve algıyı biçimler; hele konu eğitim mekanları ise öğrenmenin çok temel belirleyicilerinden biridir. Peki, neden eğitim kurumları, eğitim modelleri, eğitimciler kıyasıya birbiri ile rekabet ederken eğitim felsefelerine uygun yapı ve mekanlar ile karşılaşamıyoruz?  Genelde eldeki koşullara teslim olmuş, zorlanmış, kendi deyimleri ile  “ yetersiz” fiziki mekanlar ya da olduğundan fazla şıklaştırılmış, kozmetik, çocuk merkezli olmayan, müşteri olarak anne babayı tavlamaya yönelik yüzeysel olarak toparlanmış; zihne, akla ve çocuklara değil, retinalara hitap eden mekanlar ile karşılaşıyoruz. Yaşandıkça da artan sorunlar karşısında geçici çözümler üretildiğini görüyoruz. Son zamanlarda şartlar nedeniyle de olsa aklı başına gelmiş, kendisi çözüm üretmek istemeyen “Ne yapabiliriz ?” diyen eğitim kurumları ile de karşılaşır olduk.

Peki, ne yapılmalı ve nasıl bir yol izlenmelidir?

Eğitim kurumu, nasıl bir okul hedeflediğini belirlerken pek çok faktörü değerlendiriyor; eğitim anlayışı ne olacak, eğitim programları ne olacak, nasıl yönetilecek,  kaynakları, uluslararası bağlantıları, teknolojileri, maliyetleri ne olacak? Bunları planlıyor, bu konularda danışmanlık hizmetleri alıyor. Ama nasıl bir mimarisi olmalı sorusunu bu aşamada sorsa bile; diğer faktörlerle bir arada değerlendirebileceği bir hizmeti almak konusu hep erteleniyor ya da yok sayılıyor. Öyle ya önce arazi ya da bina bulunacak, her şey belli olacak sonra mimarlık devre girecek. Bazen mimarlığa da gerek yok o eğitim hedefi için nasıl bir bina olduğu da bazen çok önemli değil, yeterli büyüklükte olsun ve mevzuatı karşılasın yeter. Bazen oldukça donanımlı, oldukça da para harcanmış eğitim yapılarında bile mekanların amacına uygun kullanılamadığını görüyoruz.  Her tür donanıma sahip olmak, iyi ve pahalı malzemelerle yapılmış olması amacına uygun kullanılabileceği anlamına gelmiyor. ‘-miş gibi’ yapan mekanlar önemli eğitim kurumlarında bile sıkça karşılaştığımız temel sorunlardan biri.  Burada başka bir sorun daha gündeme geliyor. Verilen mimarlık hizmetinin kapsamı ve niteliği…

En asgari nitelikte olması beklenen konularda dahi planlama sürecinde yapılan küçük hesaplar, süreçte doğru tanımlanmamış işler, okul hayata geçerken ve yaşarken hem maliyet hem de çözümsüz süreçler olarak kat be kat geri dönmektedir.

Yaşadığımız coğrafyadaki mimarlık kültürü ve onu algılama biçimi öğrenilmiş alışkanlık olarak eğitim yapılarının oluşturulma süreçlerine de nüfuz etmektedir.

Büyük kentlerde arazi bulmak ve yeni bir okul inşa etmek zor; mevcut binalar iyileştirilerek uyarlanırken; Anadolu’nun pek çok yerinde amacına uygun tasarlanmış kurumları görmek mümkün. Bir okulun mimarisinin iyi olması sadece iyi bir mimar tarafından tasarlanması değildir. Nitelikli bir sürecin oluşturulması; doğru soruların, doğru zamanda, doğru aktörlerle bir arada geliştirilmesi ile mümkündür.

Mimarlık, arazi veya bina bulunduğunda, yasal mevzuatları yönetmelikleri aşmak için ya da kozmetik olarak okulu güzelleştirmek için değil; bizzat hedeflenen eğitimin gerçekleşmesine olanak sağlayan ortamın kurulabilmesi için lazımdır. Eğitim mekanlarının niteliği, donanımla, pahalı malzemelerle, şıklaştırılmış binalarda değil; bizzat o mekanı kuran” akılda” gizlidir. O akıl kurulmamışsa istediğiniz kadar para harcayın ancak ‘-miş gibi’ yapan mekanlara sahip olunabilir. Alınacak mimarlık hizmetinin süreçteki rolü, sürecin neresinde devreye girdiği, hizmetinin / sorumluluklarının hangi kapsamda tanımlandığı ve hizmet süresi önem kazanmaktadır. Mimarlık hizmetini “proje çizmek” işine indirgeyen anlayışlardan işveren ve mimar olarak vazgeçmek gereklidir.

Eğitim mekanlarının kurgulanması ve tasarımı, okulu var eden tüm bileşenlerle birlikte oluşturulduğunda amacına uygun, akıllı, verimli ve hesaplı olabildiği zamanla öğreneceğimiz bir konu. Yeter ki perspektifimizi bu açıdan kurabilelim.

 

Boğaçhan Dündaralp, mimar

https://bogachandundaralp.wordpress.com/

www.ddrlp.com

 

imaj: Montpelier Community Nursery by AY Architects_london

Yazı Link: Eğitimpedia

Yazarın eğitimpediadaki diğer yazıları için tıklayınız.

 

2015/04: Yeni Nesil Okullar Sempozyumu / İAÜ/ istanbul

Nisan 27, 2015 § 2 Yorum

CDSxWMpW0AMLgU8

İAÜ Eğitim Fakültesi ve İAÜ Eğitim Bilimleri ve Teknolojileri Araştırma ve Uygulama Merkezi işbirliği ile 27 Nisan 2015 tarihinde İstanbul Aydın Üniversitesi Florya Yerleşkesi’nde gerçekleştirilecek olan “Akademisyen, Yönetici, Öğretmen, Öğrenci ve Veli Bakış Açısıyla Yeni Nesil Okullar Sempozyumu” nun amacı 21. Yüzyılda değişen paradigmalara bağlı olarak,  yeni nesil okulların amaçları, kültürü, yönetim süreçleri ve mimarisinin tartışılmasıdır. Sempozyum’da konferans, panel ve çalıştay gerçekleştirilecektir.

Boğaçhan Dündaralp “Yeni Nesil Okullar Paneli konuşması”

CDlcJivUkAAzhOY_1 CDlcO2qWIAAmx_d2 CDldbVPUEAAyQPK-3 CDlncdjUgAAF278-3

#YeniNesilOkul

Etkinlik bilgisi/Programı:

2015/04: Kentsel Tarımın Bereketi / Kuzguncuk Bostanı / XXI:138

Nisan 8, 2015 § Yorum bırakın

11050185_809024915812830_6925339809494589695_o

Ekran Alıntısı

P1210533

 

XXI’de bu ay kentsel tarımın yaratabileceği değişimleri sosyolog Ayça İnce, mimarlar Burcu Serdar Köknar ve Hasibe Akın, permakültür üzerine çalışan Deniz Üçok ve Buğday Derneği’nden Hakan Gönül ile yapılan konuşma yer alıyor. Sohbetin yanı sıra Boğaçhan Dündaralp, Kuzguncuk Bostanı deneyimi üzerine bir yazı kaleme aldı ve tarımsal üretimle kamusal kullanım ilişkisinin nasıl kurgulanabileceğinin araştırıldığı süreci paylaştı.

Söyleşiyi ve Boğaçhan Dündaralp’in özetini okumak için tıklayın:http://xxi.com.tr/2154/kentsel-tarimin-bereketi/

Boğaçhan Dündaralp ile konuşma özet metni:

 

KUZGUNCUK BOSTANI’NIN ÖYKÜSÜ

Kuzguncuk Bostanı 700 yıllık bir tarihe sahip. Ancak bostanın son sahibi İlya 1980’lerde ölüyor ve bostan hiç akrabası bulunamadığı için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devrediliyor. O zaman burası bostan vasfında yeşil alan olarak görünürken 1986’da plan tadilatı yapılıyor ve okula çevriliyor. Ve 90’larda ilk eylem başlıyor. Ancak her defasında yeni bir projeyle geliyorlar, 2000’de de yine bir eylem oluyor; ardından alan bir peyzaj firmasına kiralanıyor ta ki 2010’da burası tekrar boşaltılana dek. Bizim bu alan üzerine çalışmamız  2010’da başlıyor. Bu projeleri birlikte yürüttüğümüz bir mimar arkadaşımız tesadüfen Boğaziçi İmar’da okul projesini görüyor ve fotoğrafını çekiyor. Bu okulun üç boyutlu modelini yapıp, yerine montajladık ve Kuzguncuk’ta her yere astık ki herkes okulun inşa edilmesiyle birlikte bostanın nasıl bir hal alacağını öngörebilsin. Ardından mahalleden itirazlar yükseldi. Biz de burası için alternatif bir projeyi geliştirdik. Bostanda zaten olagelen bir sürü aktiviteyi biraz daha geliştirip nasıl arttırabileceğimizi araştırdık. Hıdrellez şenliklerinden yazlık sinemaya, doğum günü kutlamalarından çocukların organize ettiği voleybol turnuvasına kadar dek çeşitlenen aktiviteler bunlar. Bunları nasıl çoğaltabileceğimizi soran birtakım broşürler yapıp mahallede dağıttık, daha neler olabileceğini herkesle paylaştık. Çıkan verilere dayanan alternatif projeyi Boğaziçi İmar, Anıtlar Kurulu gibi kurumlara gidip anlattık. Bir yandan da bostanın bostan olarak kalması için hukuki süreç sürüyordu. Öte yandan da bostan mahalleliler tarafından kullanılmaya devam ediyordu. Ardından 2013’te okul projesi Boğaziçi İmar tarafından onaylanıyor. Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmayınca bu kez üst kurula gönderiliyor ve o da hükümetin alt organı gibi çalıştığından hemen projeyi onaylıyor ve Çevre Komisyonu’na gönderiyor. Sonradan proje komisyon tarafından iptal ediliyor. Bu da gezi sürecine paralel bir döneme denk geldi. Diğer birçok etkinlik gibi mahalle forumları da bostanda yapıldı. Burası İlya’nın zamanından beri bostan ve o kimliği sürdürmek ve desteklemek için ekip biçme ile ilgili insanlar da buraya geldiler, burada birtakım ekip biçme faaliyetleri dışında permakültür vs çalışmaları yapıldı. Bu projenin iptal edilmesi ile kiralama süreci arasındaki süreçte burada farklı bir deneyim yaşandı. Herkes bir nevi bostanı işgal etti ve gerilla tarım yapıldı, herkes bir şeyler ekip biçmeye başladı. Herkes kendine göre bir alanın etrafını çevirdi, kimisi baktı, kimisi bakmadı, kiminin ekinleri çalındı vs. İşte bunu deneyimlemek çok sey kattı bize. Fark ettik ki tarım meselesi herkes için birleştirici bir araç olabilir.

Sonra 2014 Mart ayında, Vakıflar burayı kiralama ihalesi açtı ve ihaleyi Üsküdar Belediyesi aldı. Biz de o tarihten bugüne dek bir proje üstünde çalışmaktayız. 2010’da hazırladıpımız alternatif proje zamanında katılımcı bir sürecin nasıl olabileceğini deneyimledik , insanlarla nasıl bir görsel diyalog kurmamız gerektiğini az çok çözdük. O nedenle 2014’te başladığımız bu yeni projede oranın hayatını gösterecek görseller oluşturduk. Herkesin tahayyülünde olup biten meseleleri biz mimarların anladığımız anlamda proje gibi değil de kolay anlaşılabilir bir görsellikle ürettik ve paylaştık. Bir yandan mahalle toplantılarında bir yandan yerel gazete Kuzguncuk Postası’nda projeyi yaydık. Belediyenin kiralamanın ardından ilk işi üst setlerdeki ağaçları budamak olmuştu, biz de bu üst setin artık orman vasfı kazanmış bir alan olduğunu onlara anlatmaya çalıştık. Bir yandan ağaç envanteri çıkartırken diğer yandan Tema Vakfı ile belediyeyi yan yana getirdik. Sonuçta üst setleri, yani orman vasfında olan yerleri meyve bahçeleri haline getirme konusunda herkes mutabık oldu.

Geri kalan alanlarsa kent bahçeciliği için üretilmiş yaklaşık 100 tane yükseltilmiş sebze yatağının olduğu kısımlar, İlya zamanındaki gibi köy meydanı gibi işleyecek ortak alan, çocuk oyun alanı, kütüphane / kum havuzu gibi işlevlerle organize ettik. Burada yapılan her şeyin doğal malzemelerden ve geçici nitelikte olması en büyük önceliğimizdi. İlya da zamanında burayı hiçbir zaman özel mülk alanı gibi kullanmamış, burayı herkese açmış. İsteyen gidip ihtiyacı olanı alır ve bütçesi kadar bırakırmış. Buradaki bu türden alışverişin kamusal bellekte de bir yeri var. O belleği sürdürecek bir yer olması bizim için de önemli. Burada yaşanan gerilla tanım sürecinden çok şey öğrendik. Mekanın herkese eşit br şekilde dağıtılamaması, Kuzguncuk dışından gelenlerin buradaki dinamikleri tam olarak çözemeden hareket etmeleri gibi durumlarda böylesi bir alanın herkesin birbiriyle ilişki kurabildiği br yer olarak yönetiminin önemini kavradık. Bu, yine de tabi ki güzel bir andı. Herkes gibi bizde bunun geçici bir durum olduğunun farkındaydık, sonuçta bunu görmek bir deneyim. Onun üzerinden şimdi daha fazla katılımın mümkün olabileceği, herkesin eşit haklarda taleplerini karşılayabileceği bir tarımsal faaliyetin nasıl olabileceğini araştırıyoruz. Bostan için planlanan 100 küsur tane alan için Kuzguncuk’ta 300’den fazla kişi başvurdu. Bunun için kura çekilerek o yükseltilmiş yatakları kullanacak olanlar belirlenecek.

Şimdi o yaklaşık 100 alan için tahayyül yapılması da gündemde, bunu kullananlar için belli süreler öngörmek lazım ki daha çok insan yıllar içinde faydalanabilsin. Ya da birileri iyi bakamıyorsa mesvsimsel döngü içindeki gereklilikleri yerine getiremiyorsa devretmek zorunda olmalı ki başkasının hakkı yenmesin. Bostanın kullanımında kendi içinde birtakım etik sorumluluklar oluşmalı ki yaşasın. İlya’nın ölümünden şimdiye dek geçen süreçte, eskiden tarım alanı olan şey bugün artık başka bir kimliğe bürünmüş halde. Sadece ekim biçim yapılan bir yerden çok sayıda kamusal etkinliğe ev sahipliği yapan ve kendine has bir kamusal bellek geliştiren bir yer dönüşüyor. Sonuçta orada yaşlılar belki ekip biçerek değil, yürüyerek oturup dinlenerek vakit geçirmek istiyor, çocuklar bambaşka türlü bu alandan faydalanmak istiyor olabilir. Herkes için burası bambaşka bir anlam ifade ediyor. Birtakım sosyal hareketlilikler için birlikte paylaşılan bir yer haline geliyor. Gidip kitabını okuduğun tek başına vakit geçirdiğin, yürüyüş yaparak kendini rahatlattığın, köpeğini gezdirdiğin, onu salabildiğin bir yer oluyor. Sonuçta Kuzguncuk’ta yaşayan herkesin farklı ihtiyaçlarına farklı yanıtlar veriyor, hem tekil ve özel hem ortak ve paralel. Böyle olunca orası sadece bireysel vakit geçirilen bir yer değil, sosyal olarak da yaşamın ekseninin çizildiği bir yer haline geliyor. Bunun için de tarımsal faaliyet de, gölgesinde oturulan ağaç sayesinde yaşanan doğal bir deneyim de var. Bizim bu projeler üzerine çalışırkenki motivayonumuz da alanın bostan ve yeşil kimliği sürerken Kuzguncukluların burasıyla ilgili beklentilerini, yaşamak istediklerinin karşılığı olacak şeyi burada nasıl sürdürülebilir kılacağımızı bulmaya ve bunun için buraya ne kadar müdahale edilmesi gerektiğini anlamaya çalışmak. Bir kamusal alanda en önemli şey, o yere yer kimliğini veren bütün insanların, orada yaşayanların oradaki sürekliliğin bir parçası olması ve kendi anılarını biriktirmeye başlaması ki orada bir sahiplenme oluşsun, o yerin değeri bilinsin ve bu deneyimler sürekli aktarılabilsin.

Burada Tülay Atabey Onat,, ben ve projeye emek koyan diğer mimarlar olarak en büyük avantajımız, tek başımıza hareket etmememizdi.Burada birikmiş olan bilgilerin, belli ilkelerin sorumluluğunu üstlenmeye çalıştık. Buranın bostan kimliğini sürdürmesi herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir meseleydi ama bunun ne kadar ya da nasıl olacağı gibi konularda görüş ayrılıkları yaşanıyordu. Mesela buraya aktivist olduğunu iddia eden ve öyle hareket eden ama ne bu mahallenin ne de herhangi bir yerin parçası olmayı bilmeyen birileri  gelip buraya çivi bile çakılmaması, olduğu haliyle kalması gerektiğini söylediler. Ama bunu yaparken de bürün o katılım süreçlerine dahil olmak, onları anlamak ve onlara itiraz etmek değil de gerçekçi olmayan şeyler öne sürerek burada eylem yapmak gibi yollar seçtiler. Oysa Kuzguncuk’un ve bostanın dinamikleri başka.

Sonuçta şu an yapılmakta olan, ne tek başıma benim istediğimi yansıtıyor ne de aslında görmek istediğim şeyleri barındırıyor. Belki de kimsenin tüm detaylarıyla görmek istediği gibi değil ama herkesin ortak olarak kabul edebileceği bir düzeyde; temel ilkeleri olan ve onu sürdürürken müşterekleri koruyan bir düzeyde… Buradaki ana derdimiz, buranın bostan ve yeşil kimliğini korurken; buraya okul yapılmaması ve alanın Kuzguncuklular için kamusal niteliğini sürdürmesi. Burası bireysel olarak, mülkiyet olarak kimseye ait değil, herkese ait. O nedenle bostan kimliğine zarar vermeden her şeyin sökülüp takılabilir olduğu, gerektiğinde oranın bir parçası olabilecek şekilde doğal olduğu bir kkurgu oluşturmaya çalıştık. Bu perspektiften bakıldığında kapının öyle ya da böyle olması veya küçük detayların nasıl olduğu önemsiz kalıyor.

2015/04: Okul nedir? Öğrenmenin Mimarisi / Karenin Dışına Çıkmak: Okul Öncesinde Alternatif Eğitim, Alternatif Okullar Konferansı / Alternatif Okullar /4-5 nisan 2015

Mart 15, 2015 § 1 Yorum

öğrenmenin mimarisi_B_L

 

“Zorunlu kitlesel eğitim bilgi evreninin sonsuzluğunu yok sayarak Yaacov Hecht’in dediği gibi küçücük bir karenin içine sıkıştırdığı “değerli bilgiyi” öğrenmemizi, bu karenin içindeki sisteme uyum sağlamamızı bekliyor. Böylece milyonlarca çocuğumuzu o karenin içine sıkıştırıyor. Bu karenin içinde istenildiği gibi varolabilenleri ise başarılı sayıyor.
Oysa karenin dışında tüm farklılıklarıyla, çeşitlikleriyle, farklı alanlardaki güçlü özellikleriyle mutlu çocuklarımız var. Karenin dışında yüzlerce farklı alternatif var.

Bu nedenle sizleri 4-5 Nisan’da düzenlenecek konferansta karenin dışındaki çocukluğu, karenin dışındaki alternatiflerden bazılarını keşfetmeye, beraberce anlamaya ve tartışmaya davet ediyoruz.” / Alternatif Okullar

downloadalternatif_egitim_alternatif_okullar_konferansi_montessori_waldorf_reggio_pikler_h37780_9b4c0

4 Nisan 

Nisan Uygulayıcılara Yönelik Alternatif Eğitim Alternatif Okullar Konferansı Programı:

09.30-09.45 Açılış

09.45-10.55 Montessori Metodu: Tarihi, İlkeleri ve Uygulamaları ULRICH STEENBERG

10.55-11.10 Ara

11.10-12.20 Emmi Pikler Pedagojisi: Çocukları Gözlemlemek, Anlamak ve Desteklemek UTE STRUB

12.20-13.30 Ara

13.30-14.40 Reggio Emilia Yaklaşımı ve Okulda Yararlanılabilecek Uygulamalar RITA MELIA

14.40-14.55 Ara

14.55-16.05 Waldorf Pedegaojisi: Okul Öncesi Sınıflarında Nasıl Yararlanılabilir? CHRISTINE J. CORNELIUS

16.05-16.50 Okul nedir? Öğrenmenin Mimarisi BERNA DÜNDARAlP ve BOĞAÇHAN DÜNDARALP

16.50-17.00 KAPANIŞ

 

Etkinlik hakkında detaylı bilgi almak için:

Facebook sayfası:

Katılımcılar Hakkında Bilgi almak için:1402373_437283429765181_3720456242971997569_o10854492_437287149764809_823109296236604954_o

karenindisinacikmak karenindisinacikmak2 karenindisinacikmak3 karenindisinacikmak4

2015/03: Asıl soru(n)un peşine düşmek/ Mimarlık Semineri 2015 / “ Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikasına Doğru ” Tartışma Metni

Mart 9, 2015 § 2 Yorum

06032015

 

 

Asıl soru(n)un peşine düşmek

Mimarlık Semineri 2015 / “ Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikasına Doğru ” Oturumu

Bülend Tuna’nın bildirisi üzerine; Boğaçhan Dündaralp ’in tartışma metni.

 

Bildiri ve içeriğine yönelik bir değerlendirme yapmaktan öte konunun özgün bağlamına ilişkin bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Size düşüncelerimi aktarmadan önce de bir şey okumak istiyorum;

Eğitim danışmanı bir arkadaşım paylaşmış:

Bir özel ortaöğretim kurumunun Fütürist Senaryo yarışmasına katılan öğrencilerle söyleşi ve sonrasında forum yapılmış; Eğitim danışmanı arkadaşım da şu soruları sormuş:

Siz telefon ve internet bağımlısı bir kuşak mısınız? Gözünüzü ekrandan ayırıp gerçek ilişkiler kuramıyor musunuz?

Gelen yanıtlar şöyle:
– Yetişkinler önce kendi iş ve ekran bağımlılıklarını çözsünler
– Bizi sitelerde diğer insanlardan ayrıştırarak yaşatıp sonra neden arkadaşımız olmadığını mı sorguluyorsunuz.
– İlişkilerde sorun varsa telefon ve internetten önce ekonomik sistem, kültürel yapı, aile vb. gerçek sorunlara odaklanın telefon küçük mesele, biz onu çözeriz.
– Bizi kendi döneminizin ilişki biçimleri ile kıyaslamanız doğru değil, her dönem kendi ilişki biçimini yaratır.
– Bugünün ilişki biçimlerine yargılamak için değil anlamak için bakarsanız anlarsınız.

“Bunlar sadece hatırlayabildiklerim ve anlayabildiklerim. Eğitimciler ve anne babalar olarak çocuklar ve gençler hakkında konuşmayı bırakıp onlarla konuşmaya başlasak diyorum. “

Diyerek de paylaşımını bitirmiş…

Ne kadar haklı değil mi?

Her kuşağın içine doğduğu bir dünya/ortam var. Her kuşak bir sonraki kuşağın ortamını hazırlıyor. Benim de  “kuşak olarak bugünün ortamındaki sorumluluk alanımızı nasıl tarif etmeliyiz?”, “Temelde hangi soruları sormalıyız?”  Gibi sorularım var…

Modern dünyada hepimiz doğduğumuz andan itibaren temas edilir dünyanın üstüne bizden önceki kuşağın “öğrenilmiş dünyasını” cehalet örtüsü ile kaplanırız.

Öğrenilmiş bir dünyanın kurbanı olarak büyürüz.

Hayata dair kendi varoluş stratejilerimizi üretmek yerine; bizler için hazırlanmış patikalardan yürürüz. Kendi zekâmızı değil; bize öğretilen zekâyı kullanırız.

Oysa kendi zekânı kullanmak bir sorumluluk üretir. Karşılığında da bedelini ödetir. Başka bir zekâyı kullanmak ise meşruiyet üretir.

Çelişkiler de burada başlar. Örneğin mimarlar ve meslek odaları Zorlu Center’dan 3. Havalimanı’na kadar Projesinden, pek çok yapı ve proje karşı çıkmış, davalar açmıştır. Ama projeler de, yapılar da mimarlıkları da meşrudur. ( ya da meşrulaştırılmıştır.) Bu projelerin altında imzası olan mimarlar, projelerine karşı çıkan odaları tarafından ödüller verilmiş hatta Büyük Sinan ödülü ile onurlandırılmışlardır.

Pek çok şey yanlıştır. Ama ne yazık ki meşrudur ve meşrulaştırılabilir.

Temel sorunumuz öğrenilmiş ya da bize dayatılan zekâlar yerine; kendi zekâlarımızı özgürleştirerek kullanabileceğimiz, bu zekâların birbirini besleyeceği, zenginleşebileceği ortamların kurulamamasında, üretilememesindedir. Meşruiyet ortamı her açıdan kolaydır. Adapte olunabilir, hızla öğrenilebilir, sonuçları hızla alınabilir.

Hepimiz yıllardır bu ve benzer ortamlarda “ Düşünen, sorgulayan, soru soran ve üretimlerini cesurca ortaya koyabilen zihinlere ihtiyacımız var” diyoruz. Ama bunun için ne kadar çaba harcıyoruz ya da harcadık. Kurumlarımızı, ortamlarımızı ne kadar dönüştürdük/dönüştürebildik.

Kurumlarımız hep ters işliyor. Önce kurumlarımızı kuruyor. Sonra içeriği ve ortamları oluşturuyoruz. Oysa peşinde koştuğumuz şeye göre kurumlarımızın çatkısı kurmamız gerekmiyor mu?

Mimarlık öğrenilen bir şey olmaktan çok keşfedilen bir şeydir. Hatta bazen icat edilen bir şey…

Mimarlık öğretilen ve sadece öğrenilen bir şey olmadığı için belki mimarlık nedir? Mimar kimdir sorularından önce mimarlık ne işe yarar? Ne için ve ne pahasına yapılır? Sorularının peşine düşmek daha önemli olabilir? İşte o zaman mimar da mimarlık da kendi ifadesini kendi koşul ve ortamlarında açığa çıkartabilir?

Deneyimlerimiz bunun tersinin bugün için bir anlam ifade etmediğini bize sürekli gösteriyor.

Mimarlık eğitiminden anladığım bir “ortam”. Bunu sadece okul ve kurumsallaşmalar olarak değil; kendi zamanın kesitine giren ve birbiri ile etkileşen her tür düşünce ve praksis ortamının uzamsal ortaklığı olarak görelim.   Etkileşimin de yanıtlar değil, soruların peşinden koşulan üretimlerle kurulduğu bir ortam…

Belki bu sayede bugünün bölünmüş zihin ve mekân pratiklerinin yarattığı düşünce ve pratik arasındaki uçurumu aşmak ve yeni bağlar kurmak mümkün olur; Ve gündelik hayat pratiklerinden de beslenen ve birbirini sürekli genişleten bir uzamda kendimizi işe yarar hale getirebiliriz.

Bülend Tuna’nın gösterdiklerinden yola çıkarak, şimdi yapılan çalışma ve örneklere bakınca; Başka kontrol mekanizmalarını beğenmeyip kendi kontrol mekanizmalarımızı üretmek işe yarar mı? Diye sormadan duramıyorum.

Belki pratikte evet ama esasta hayır. Gerçekliği kopyalayan ve tekrar eden, teknik dünyaya ve onun temsiliyet ve teslimiyetlerine mahkûm olan mimardan bahsetmiyorsak eğer…

 

Teşekkürler.

Boğaçhan Dündaralp, 06.03.2015

 

 

2015/03: Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikasına Doğru / Mimarlık Semineri 2015 (1969 Mimarlık Semineri Bağlamında Geleceğe Bakmak) 5-6-7 Mart 2015 / MSGSÜ Sedat Hakkı Eldem Oditoryumu

Mart 2, 2015 § 1 Yorum

17122015-seminerafis-YEN

 

“Ülkemizin bugün içinde bulunduğu durum, sosyo-ekonomik koşullar, gençlik olayları ve öğrenci bunalımları, tüm bir yapısal değişim içinde bulunduğumuzun belirtisidir. Değişmekte olan yapı ile birlikte mimarlık evrimi de farklılaşacaktır. Mimarlık alışılagelenden başka bir biçime bürünmekte, yeni anlamlar kazanmaktadır. Mimarlık hizmetlerinin ülkemiz koşulları ile tutarlılığını sağlamak zorunluluğu sorunlara zaman geçirmeden eğilmeyi gerektirmektedir.”

Yayınlanmış 1969 Mimarlık Semineri Arka Kapak Notu

 

06.03.2015 Cuma (2. Gün)

17.00-18.30

Oturum-9: “Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikasına Doğru”

Moderatör:

Doğan HasolDr./Y. Müh. Mimar

Bildiri:

Bülend Tuna-Mimarlar Odası Mimarlık Akreditasyon Kurulu Üyesi

Tartışmacılar:

Neslihan DostoğluProf. Dr./İKÜ-Mimarlık

Boğaçhan DündaralpMimar

Tonguç Akış-Yrd.Doç. Dr./İYTE-Mimarlık

10996970_806670042735192_788775763822144126_n 11052547_806669752735221_1835204209805417963_n

 

 

Etkinlik içeriği için tıklayınız.

Etkinlik programı için tıklayınız.

1969 yılı Mimarlık Semineri’nin kitapçığına ulaşmak için tıklayınız…

 

Boğaçhan Dündaralp sunumunu izlemek için tıklayınız.

 

 

2015/03: Mimarlık Lisansüstü Seminer / Architecture Postgraduate Seminars / Mardin Artuklu University & Goethe Institut

Şubat 27, 2015 § 3 Yorum

Lss1t

2015/02: INFOCORE // : A Video Kiosk @ Buyukada / Competition /ITU / jury

Şubat 4, 2015 § Yorum bırakın

INFOCORE 9

“INFOCORE // : A Video Kiosk @ Buyukada” başlıklı yarışma, “TRANSP( )SE” teması ile işlenecek olan yarışma ITU (İstanbul Teknik Üniversitesi), Mimarlık Fakültesi, Mimari Proje Stüdyosu 7 tarafından düzenleniyor ve 2015 Bahar Dönemi stüdyosunun ilk ayını kapsıyor. İstanbul’da aynı dönemde okuyan mimarlık öğrencilerinin de katılımına açık yarışmanın dili, ingilizce.

Jüri:

  • Alper Derinboğaz
  • Ayşe Şentürer
  • Boğaçhan Dündaralp
  • Deniz Koç Çeliker (Adalar Müzesi Küratörü)
  • Erenalp Büyüktopçu
  • Hakan Tüzün Şengün
  • Meriç Öner(SALT)
  • Zeynep Aydemir

“INFOCORE // : A Video Kiosk @ Buyukada”, öncelikle Büyükada’nın tarihçesi ve coğrafyasından hareketle seçilen herhangi bir noktada adaya eklemlenebilecek bir yapının/yapıların tasarımını talep ediyor.

Bu çerçevede yaklaşık 300 m3 hacim içinde her tür ekolojik, teknik ve poetik gerekçelerle üretilebilecek bir yapının tasarlanmasını amaçlayan yarışmanın teslimi, sergi ve jüri oturumu 26 Şubat 2015 Perşembe günü saat 14:00’da Taşkışla 3505 no’lu stüdyoda gerçekleşecek.

Sonuç ürün olarak iki adet A2 boyutlarında dikey hazırlanmış poster teslim edilecek.

Practice Run

 

 

11018855_10153057780888116_4281596077648552105_n10167931_10153058207343116_5517427751836985724_n

 

 

projeler için:

https://archstudiotrans.wordpress.com/

yarışma sonuçları haberi mimarizm: 

yarışma sonuçları haberi arkitera:

Yarışma Haber linkleri:

arkitera

mimarizm

yem

 

 

2014 >2015

Aralık 31, 2014 § Yorum bırakın

2015

2014/12: Libero / 94.9 Açık Radyo / LYFA: Lüleburgaz Yıldızları Futbol Akademisi / konuk

Aralık 22, 2014 § Yorum bırakın

LYFA_00

Futbolun başka dünyalarına, yüzlerine kapılar açan *Libero programının kent,mekan ve futbol konulu program serisinin 21.12.2014 tarihli konuğu Boğaçhan Dündaralp idi. Bu programı buradan dinleyebilirsiniz:

 

ya da buradan:  Libero_21122014_LYFA

*Libero: Tan Morgül, İsmail Başöz ve Volkan Ağır’ın gölgede ve güneşte futbol sohbeti her pazar 16.00’da Açık Radyo 94.9’da

liberoı

43LYFA_3LYFA_1LYFA_2_DSC3104P1180354

proje bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz:

 

2014/12: 11. TSMD Mimarlık Ödülleri / seçici kurul / jüri katılımı

Aralık 20, 2014 § Yorum bırakın

DavetiyeTry02Kapak210.jpg

TSMD Mimarlık Ödülleri 2012 – 2014 dönem jüri üyeleri: Erkut Şahinbaş (jüri başkanı), Prof.Dr. Abdi Güzer, Doç.Dr. Adnan Aksu, Nesrin Yatman, Prof.Dr. Ali Cengizkan, Prof.Dr. Uğur Tanyeli, Boğaçhan Dündaralp ve Mürşit Günday (yedek üye)

TSMD Büyük Ödülü
Günay Çilingiroğlu

Meslek yaşamı boyunca gerçekleştirdiği öncü, araştırmaya dayalı, nitelikli projeler, mimarlığa ve kent kültürüne yönelik çok boyutlu katkıları, çok sayıda mimarın yetişmesine yönelik olarak verdiği emek, taviz vermeden sürdürmeye çalıştığı modernist, çağdaş mimarlık arayışlarının yanı sıra işlevsellik, sağlamlık gibi mimarlığın asal ilkelerini yalın bir üslup içinde özgün bir estetik anlayışı birleştirme çabaları ile mimarlık ortamında belirgin bir iz bırakan Günay Çilingiroğlu oy birliği ile TSMD ”Büyük Ödülü”ne değer bulunmuştur.

TSMD Mimarlığa Katkı Ödülü
Orhan Özgüner

Mimarlıkta hayal gücünü ve yaratıcılığı harekete geçirmek, nitelikli ve özgün ürün vermek ancak çok boyutlu ve disiplinli bir eğitim ile olanaklıdır. Mimarlık eğitimde rol alan öğretim üyeleri sadece birer eğitimci değil aynı zamanda öğrencileri rol-model olarak etkileyen sanatçı ve entelektüel kişilerdir. Orhan Özgüner mimarlık eğitimine son altmış yılda büyük katkı sağlayan değerli bir eğitmen, bir sanatçı ve düşünce adamıdır. Kendisi mesleğe verdiği önemi, onun gerektirdiği disiplin, çok boyutluluk ve duyarlılığı öğrencilerine meslek sevgisi üzerinden aktarmayı başarmış, böylelikle bir eğitimci modelinin temsilcisi olmuştur. Sadece okul ortamı ile kısıtlı kalmaksızın uygulamadan düşünceye mimarlığın farklı alanlarında sürdürülebilir bir katkı sağlayan Orhan Özgüner TSMD’nin “Mimarlığa Katkı Ödülü”ne oy birliği ile değer bulunmuştur.

Herkes İçin Mimarlık

Mimarlık meslek alanına dair üretimlerin kentsel, mekânsal ve sosyal durumlar karsısında sınırlı bir alanda kaldığı, hizmet alanını genişletemediği bir noktada; meslek alanına yeni bir açılım kazandıracak her tür girişim çok önem kazanmaktadır. 2007 yazında Kahramanmaraş’a bağlı Hacıibrahimusağı Köyü İlkokulu yapısal ihtiyaçlarını karşılayan, adı “ölçek 1/1” olan çalışmalarla başlayan öğrenci girişimi 2011’de “herkes için mimarlık” derneği oluşumuna dönüşmüş; farklı uğraşlardan gönüllü öğrencilerin ve profesyonellerin bir araya gelerek ülke genelinde karşılaşılan sosyal sorunları yaratıcı yollarla gündeme getirebildikleri, bu sorunlar hakkında farkındalığı artırmak ve çözüm yolları üretmek üzere harekete geçebildikleri bir güç kazanmıştır.

Dernek, çalıştığı coğrafyalarda var olan mimari ve sosyal potansiyelleri günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde değerlendirmeye çalışmış; 2012’de başlattığı Atıl köy okulu projeleri, Kargı, Ovakent gibi yerlerde hayata geçmiş; Çaka, Kızkapan, Mesudiye ve Sarnıç’ta ise hayata geçirilme sürecinde ilerlemektedir. “Herkes için mimarlık” Anadolu’nun pek çok noktasından gelen talepleri değerlendirerek gönüllü ve destekçilerle birlikte bu coğrafyada örneği görülmemiş bir etkinliğini sürdürmektedir.

Hem meslek alanına hem de sosyal problemlere mimarlık aracılığı ile, mimarlık eğitimi ve öğrencilerini de ise katarak “mesleki sorumluluk” ve “mesleki bilince” yeni açılımlar kazandıran “Herkes İçin Mimarlık”; TSMD “Mimarlığa Katkı Ödülü”ne oy birliği ile değer bulunmuştur.

TSMD Yapı Ödülü
Türkiye Müteahhitler Birliği Binası – Selçuk Avcı

Türkiye’de öncü örneklerinden birini temsil ettiği enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik gibi konularda gösterdiği duyarlılığın yanı sıra, incelmiş detay kaliteleri ve tektonik yapı kurgusunu mimarlık diline tasıma becerisi ile öne çıkan, içinde bulunduğu parsel ölçeğinin alışıldık tipolojisini ve bağlamsal ilişki kurma biçimini olumlu biçimde zorlayan, böylelikle yeni nesil ofis yapıları için bir model oluşturan Türkiye Müteahhitler Birliği Binası ve mimarı Selçuk Avcı TSMD “Yapı Ödülü”ne, oy birliği ile değer bulunmuştur.

İzmir Mimarlar Odası Mimarlık Merkezi – İzmir Mimarlar Odası
Konsept Proje ve İç Mekan Tasarımı: Deniz Dokgöz, Ferhat Hacıalibeyoglu, Orhan Ersan
Uygulama Proje: Hasan Topal, Zübeyda Özkan, Gamze Kahya

Mimarların ve mimarlık kurumlarının yıllardır özlemini duyduğu, meslek gurubunun beklentileri ile temsiliyet ilişkisine girebilecek nitelikli bir mekan sahipliliğine yönelik olarak İzmir kentinin tarihi dokusu içinde anlamlı bir yapıyı Mimarlık ve Kültür Merkezine dönüştürerek kente ve mimarlık ortamına kazandırılmasına, bu süreç içinde katılımcı bir modeli ve çağdaş bir koruma anlayışını işlevselleştirilmesine zemin oluşturan Mimarlar Odası İzmir Şubesi Mimarlık Merkezi ve mimarları TSMD “Yapı Ödülü”ne, oy birliği ile değer bulunmuştur.

TSMD Basın Yayın Ödülü
Cüneyt Özdemir

İçinde olduğumuz hızla yapılaşma ve kentsel dönüşüm ortamı içinde giderek daha yaşamsal bir önem taşıyan kentleşme ve mimarlık konularını gündeme taşıyan, geniş kesimlerin bu konuya ilgi duymasına yönelik çaba harcayan ve kentleşmeye yönelik eleştiren bir kültür ve bilincin oluşmasına katkı sağlayan, bu doğrultuda medyanın farklı unsurlarını işlevselleştiren gazeteci, yazar Cüneyt Özdemir, TSMD ”Basın-Yayın Ödülü”ne, oy birliği ile, değer bulunmuştur.

Açık Radyo

“Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık radyo” mottosu ile yıllardır, özgür yayın yapmayı hedef edinmiş, sadece Türkiye değil, uluslararası kültürün içinden ana akım haber dışında kalarak, duymak istediklerimizi değil, duymamız gerekenleri araştırmayı, bulmayı ve iletmeyi ilke edinmiş; destekçileri ile hayatını sürdüren önemli bir mecradır Açık Radyo. Temel insan hak ve özgürlüklerini savunan herkesin bir parçası olabileceği kadar da “açık” bir radyo…

Açık Radyo, gezegenimizin geleceğini ilgilendiren, yaşadığımız çevreyi dönüştüren her türlü etki ve etkene dair bilginin yaygınlaştırılması ve paylaşımında 1995’ten bu yana taviz vermeyen ilkeleri ile yakın zamanda etkilerini daha da şiddetli yaşadığımız kent, çevre konularına duyarlı yaklaşımı; haber alma ve bilgilenme özgürlüklerine katkı konusunda kent-çevre ve mimarlık bütünlüğünde verdikleri destek; meslek alanından insanlara özel programlar yapma imkanlarını yaratması; güncel, yerinden ve sürekli gündem takibi ile olanca açıklığı ile tüm süreçleri paylaşımı nedeniyle; TSMD “Basın Yayın Ödülü”ne, oy birliği ile değer bulunmuştur.

Jüri Özel Ödülü
İstanbul Kültür Sanat Vakfı

Sanat ve mimarlık gibi alanların öncelikli olarak görülmediği günümüz Türkiye ortamında sanat ve mimarlık gibi konuları öne çıkarmaya, eleştirel bir toplumsal kültürün oluşmasına yönelik katkıları, bu amaca yönelik özverili destek ve yatırımları, bu destekleri kurumsal bir yapıya dönüştürmekteki başarıları, gösterdikleri tutarlı süreklilik ve bu süreç içinde Türkiye ortamını çağdaş ve öncül arayışlarla bütünleştirme çabaları ile İstanbul Kültür Sanat Vakfı TSMD “Jüri Özel Ödülü”ne oy birliği ile değer bulunmuştur.

Ekran Alıntısı

ilgili link ve daha fazlası

10868282_10153129514933322_450013392196264246_n

Hürriyet Gazetesi 21.12.2014/

2014/12: Radikal Demokrasi Kent Karşılaşması / Seminer ve Atölye / MODE istanbul / Kuzguncuk Bostanı

Aralık 11, 2014 § 4 Yorum

Ekran Alıntısı2

Farklı topluluk ve disiplinlerden aktivistler, medya üreticileri, akademisyenler, sanatçılar ve fikir savunucuları, müşterek (kamusal) alanların geri kazanımı için verilen mücadeleler ile bu konudaki alternatif ve disiplinlerarası yaklaşımları farkındalık ve görünürlük ekseninde ele almak üzere 13 Aralık Cumartesi günü DEPO İstanbul’da bir araya geliyor.

Seminer ve atölyede, müşterek (kamusal) alanda yaratılan ortaklıklar, fiziksel ve zihinsel mekanlarda yaşanan deneyimler paylaşılacak. Ayrıca, eylemsellik, tabandan katılımcılık, şeffaflık, özyönetim, toplumsal bilinçlenme, kolektif üretim ve ortaklaşma pratikleri üzerinden alternatif yaklaşımlar değerlendirilecek. Bu kapsamda medya üretimi ve iletişim alanındaki ihtiyaçları tespit etmek, çözüm üretmek, kampanya fikir ve stratejileri geliştirmek üzere de çalışmalar gerçekleştirilecek.

Program

10.30- 10.45 Kahve ve kayıt

10.45- 11.00 Açılış ve Video gösterimi
Casa Grande del Pumarejo, Emek Filoğulları Benítez, Spain/Turkey, 2013, 05:00
Radical Democracy In Practice, Milan Perisic, Serbia, 2014, 02:03

Seminer 1. Bölüm
11.00 – 11.20 Boğaçhan Dündaralp (ddrlp)
11.20 – 11.40 Can Pürüzsüz (140journos)
11.40 – 12.00 Aslıhan Şenel (İstanbul Teknik Üniversitesi)
12.00 – 12.20 Özge Çelikaslan (Artıkişler Kolektifi)
12.20 – 12.30 Soru Cevap

12.30- 12.45 Ara

12.45 – 12.50 Video gösterimi
#OccupytheMoney, Terrorismo de Autor, Spain, 2012, 01:43
Autonomy on Wheels, Attila Endrődi-Mike, Hungary, 2014, 05:00

Seminer 2. Bölüm
12.50 – 13.10 Arzu Erturan (Sokak Bizim Derneği)
13.10 – 13.30 Ezgi Öz (Kuzey Ormanları Savunması)
13.30 – 13.50 Cem Baza (Gezi Parkı Sanat Kolektifi)
13.50 – 14.00 Soru Cevap

14.00 – 15.30 Öğle Arası

15.30 – 18.30 Atölye Alternatif Kentsel Yaklaşımlar

SEMİNER: MÜŞTEREK ALANLARIN GERİ KAZANIMI

Medya ve iletişim, kültür-sanat, tasarım, mimarlık, şehir planlama gibi farklı alanlardan konuşmacılar, video gösterimleri eşliğinde, farklı mahallelerdeki canlandırma, iyileştirme ve koruma projeleri, alternatif plan üretimleri, müşterekleri haritalama, dayanışma deneyimleri, sokak mücadeleleri, dijital kamusal alan, sokak sanatları gibi başlıklar altında deneyimlerini paylaşacak ve soruları yanıtlayacaklar.

ATÖLYE: ALTERNATİF KENTSEL YAKLAŞIMLAR
Katılımcılar, müştereklerin geri kazanımına ve kentin geleceğine dair soru ve cevaplar üretecek, alternatif proje girişimlerine, kullanılabilecek medya araçları ve iletişim stratejilerine yönelik fikir alışverişinde bulunacak ve gruplar halinde yaratıcı egzersizler gerçekleştirecekler. Bu ortaklaşa fikir üretimi ve aksiyon alma süreci belirli aralıklarla düzenlenecek olan Kent Karşılaşmaları ile devam edecek.

MÜŞTEREKLER…
Müşterekler, toplumun tüm üyelerinin erişimine eşit şekilde açık olması gereken hava, su ve toprak gibi doğal kaynaklar ile kültürel, eğitsel, kentsel, bilimsel kaynakları anlatır. Hem herkese ait olan hem de kimseye ait olmayan müşterekler, sivil toplumun ihtiyaçlarının merkezde olduğu, sosyal hakların ve katılımcı süreçlerin deneyimlendiği bir alan olarak karşımıza çıkıyor ve daha yaşanabilir ortak bir geleceğin temellerini oluşturuyor.

sunumsunum3sunum211025705_940533572626401_6763374894870359335_n

Kuzguncuk Bostanı Yerel Mücadelesi-Boğaçhan Dündaralp sunum videosu

https://vimeo.com/120227311

Etkinlik için daha fazla bilgi:

http://www.modeistanbul.org/labmode/radicaldemocracy/program/

Etkinlikle ilgili Ece Basay’ın yazısı: Gezi’s and the Battle for Public Spaces in Turkey

 

2014/12: Archiprix-Türkiye 2014 Forum / Söyleşi

Aralık 1, 2014 § Yorum bırakın

10700746_739954686080738_1655569866500037652_o (1)

Archiprix _Poster_35x50Etkinlik Linki:

3

bd_archiprix-webjpg 2

1haber linki:

2014/11: Deneyim Tasarımı Üzerine / Bahçeşehir Üniversitesi / panel-söyleşi

Kasım 12, 2014 § Yorum bırakın

B2LXJlPIgAAZqw8

B2Z4Q9eCQAAA0PF

2014/11: Small Utopias/Piccole Utopie / exhibition & round table

Ekim 25, 2014 § Yorum bırakın

!cid_71368B2C-20E1-41C5-99BC-C6EBF12F2F70@cc_itu_edu!cid_F00A30E5-5FB9-4339-9D3F-FAA9C7708FB7

su_rT2.ddrlp_LR   Lüleburdaz Yıldızları Futbol Akademisi / LYFA

 

Link

2014/10: Ulusal Mimarlık Ödülleri Sergisi ve 21.yy Dönümünde Türkiye Mimarlığı/ panel-sergi

Ekim 20, 2014 § Yorum bırakın

mimarlik-sergi

“Ulusal Mimarlık Ödülleri Sergisi ve 21.yy dönümünde TÜRKİYE MİMARLIĞI”

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin bu 14 dönemlik birikimini, tüm dönemlerin ödül alan mimar ve eserlerini içeren bir retrospektif sergi ve bu dönem boyunca Türkiye’de mimarlık alanında yaşanan değişim ve dönüşümün değerlendirildiği bir panel ile karşılıyor.

Panel

Oturum kolaylaştırıcısı: Sinan Omacan

• Ersen Gürsel

• Haydar Karabey

• Boğaçhan Dündaralp

• Arif Güven Sargın

 

Tarih ve saat: 24 Ekim 2014 16.00-18.00

Yer: TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi

Sergi: “ULUSAL MİMARLIK ÖDÜLLERİ SERGİSİ RETROSPEKTİF 1988-2014”

Tarih: 20 Ekim-08 Kasım 2014

ulusalmimarlikodulleri

kaynak:

http://www.mimarist.org/odadan/4041-ulusal-mimarlik-sergisi-ve-21-yy-donumunde-turkiye-mimarligi.html

http://www.mo.org.tr/ulusalsergi/

 

 

 

2014/09: Betonart 42 / ölçülemeyen / konuk editör

Eylül 28, 2014 § Yorum bırakın

 

BETONART 42 KAPAK_blog

Betonart 42*:

” ÖLÇÜLEMEYEN /ÖLÇÜYE GELMEYEN ”

İnsanın yapma-etme-anlama doğasının temelinde ve süreçlerinde elindekileri ölçülebilir kılma hayati bir önem taşır. Hatta insan medeniyetinin ölçülebilirlik üzerine inşa edildiğini söylesek kolay yanlışlanabilir bir iddiada bulunduğumuz söylenemez. Ölçülebilirlik; işe yararlılığın, kavranabilirliğin ve ortaklıkların üretimi için önemli bir araca dönüşmüştür.  Hatta o kadar kaçınılmaz bir yere evrilmiş ki; şeylerin boyutunu, değerini, miktarını ölçmek için birimler, bilimler, uzmanlıklar, mekanizmalar, sistemler üretmiş haldeyiz…

Oysa insanın insanlığın başından beri bilinmeyene, ölçülebilir olmayana karşı büyük bir heyecanı var.  Belki de bu durumu herşeyi ölçülebilir olduğunda kullanabilen, ortaklaştırabilen rasyonel ya da bilimsel görebilen insan medeniyeti ile açıklamak işi kolaylaştırabilir.  Ancak insanın doğası, kavrayışları ile elindeki araçlar arasındaki mesafe;  (algıladığı ile kavrayabildiği arasındaki mesafe de buna katılabilir) insan doğasının ölçülebilir olmayana neden büyük bir merak, ilgi, araştırma duyduğunu daha iyi açıklar.

Ölçülebilir dünya gündelik pratiklerimiz ve deneyimlerimiz içinde düşünce ve algı sınırlarımızın ötesinde oluşan durumlarda pek de yeterli yanıt vermez. Fakat bu çaba içindeki ürünlerimiz, işe yararlık ya da gereksinim temelli doğan pek çok uzmanlık, bilim dalı ve üretimler; ölçülebilir olanın araçlarını kullanarak;  çağın “işe yararlılık ve para” denklemi ötesinde işe yaramaz ancak paha biçilemez değerler, biçimler, nesneler üretirler. Sanat, felsefe, matematik, mimarlık…gibi.

Ölçülebilirlikler üzerinden vücut bulmuş; mimarlık üretimi olan yapılar; tasarımlarının ötesinde bizde heyecan, merak ve yeni deneyimler uyandıran; içinde rasyonelleştiremediğimiz duygulanımlar doğuran, “ölçülemeyen” boyutlar barındırır. Ve hatta iddialı bir tabirle biz mimarlar, mimarlık için onu mimarlık yapanın tam da  o olduğunu iddia ederiz. Bu mimarlığın yapısallıklar, mekânlar bir mimar tarafından tasarlanmış olmaları da gerekmiyor, anonim ve zaman içinde dönüşmüş, varolmuş, vücut bulmuş, materyalize olmuş; insan ile farklı duygulanımlar, kavrayışlar ya da deneyimler yoluyla “ölçülemeyen”i barındırmanın ötesine taşıyarak “ölçülemeyen”i görünür ya da kavranır kılan bir mimarlık da olabilir.

Bu anlamda dosyaya katkıda bulunan 3 yazarın Louis Khan’nın “Hayranlık uyandırıcı çok iyi bir bina ölçülemeyenle başlamalı, tasarım sırasında ölçülebilir araçlarla sınanmalı ve en sonunda yine ölçülemez olmalı” alıntısı ile başlaması ve onu sorunsallaştıran farklı içeriklerle durumu tartışması; bu ön kavrayışımızı sorgulamamız açısından da ayrı bir önem taşımaktadır.

Bu dosyada, eksenini materyalize olmuş mimarlık ve kaynakları üzerine oturtmuş “ölçülemeyen” kavramını tartışmak ve sorunsallaştırmak heyecan verici olur diye düşündüm. Editör olarak da düşüncelerini, yaklaşımlarını, üretimlerini merak ettiğim kişileri bu sayı için davet ettim.  Hepsine bu davete aynı heyecanla yanıt verdikleri için teşekkür ederim.

Umarım okuduklarınız sizleri de heyecanlandırır.

Boğaçhan Dündaralp

*not: DouglasAdams’ın yazdığı ‘Otostopçu’nun Galaksi Rehberi’ kitabına göre hayat, evren ve her şeye dair nihai sorunun cevabı olan 42 ile kurulan ilişki bu bağlamda “ölçülebilir” değildir. Tema ile olası kurulacak rasyonelleştirme girişimleri hoş bir tesadüfi güzellemeden öte bir anlam taşır mı, bilinemez?…

katılımcılarKapak için Tolga Tüzün’e

Neslihan Şık ve Banu Binat başta olmak üzere tüm Betonart ekibine bu keyifli sayı için çok  teşekkürler.

Kapak görselini dinlemek için: http://createpermanence.com/

http://www.betonart.com.tr/index.php/arsiv/2014/42/

haber linkleri;

http://www.mimarizm.com/Haberler/HaberDetay.aspx?id=54101

dergiyi okumak için: 00 BETONART 42 web

 

2014/09: Türkiye Mimarlığını Sorguluyor. ( Sempozyum / 26-27.09.2014 / Bursa )

Eylül 28, 2014 § 7 Yorum

ByhjaBhIcAALhs8 (1)

Sempozyum:

Türkiye Mimarlığını Sorguluyor: 26/27.09.2014 Bursa

Boğaçhan Dündaralp / kendi alternatifini arayan mimar/lık

 

 

Lafı uzatıp nazik konuşmak yerine belki daha az terbiyeli ama dürüst konuşacağım…

Bu sempozyum başlığına ve davetli isimlere bakınca bir kuşak “ Türkiye Mimarlığı” olarak kendi eserini sorgulayacak herhalde diye düşünüyorum… Birbirini dinlemekten yıllarca bıkmamış bir kuşak olarak herhalde kendine sunulmuş bu fırsatı iyi değerlendirecek, eserlerinden çıkardıkları dersleri bizlerle paylaşacaklar diye umuyorum. Mimarlık eğitimimi de kapsayan yaklaşık 20 yıllık süreçte aynı serzenişleri, tartışmaları ve yaklaşımları dinleyen biri olarak “tartışıp, beklemekten” öte bir yere adım atılamadığını yeterince gözlemlemiş olduğumu hissediyorum. Yıllardır biz mimarların konuştuğu ve tartıştığı şeylere anlam veremiyorum. Yapamadıklarımız için kanunlar, yönetmelikler, düzenlemeler kurallar talep ediyoruz.  Hatta bunlar olmadan mimarlığın düzeleceğine dair umudumuz bile yok.

Yapılan hataları biliyor ve farkındasınız. Ancak bunları bile bile yapmaya devam ediyorsunuz. Vahim olan da bu.  Bu sorumlulukla yüzleşmek zorundasınız.

Oysa, insanın organizasyonu tekniğin organizasyonundan daha önemli… Gelin, beklentiler olmadan da mimarlık yapılabileceğini bize ispat edin… Hatalardan kaçamayız, onları yok da sayamayız… Yeter ki açık yüreklilikle bunları ifade edelim; bunlardan eyleme dökülebilir dersler çıkaralım.

 

Sorum şu:

Söyleyecek sadece bir söz hakkınız olsa ne söylemek istersiniz?

İşte benim söylemek istediklerim:

 

  • Bana dayatılan kalıpları, rol modellerini, oynamak zorunda bırakıldığım rolleri reddediyorum.

 

  • Çevremde gördüğüm mimarlar gibi olmak istemiyorum. Onlar gibi mimarlık da yapmak istemiyorum. Onların yaptığı “Türkiye Mimarlığı” ise Türkiye Mimarlığı ile ilgilenmiyorum.

 

  • ‘Mekan’a, mimarlığa 20. yy üretim modelleri ve toplumsal işbölümünün dayattığı profesyonel kalıplar içine sıkışmış; sorumluluk alanından uzaklaşmış mimar rolleri ile mimarlığı kendi geniş kültürel-toplumsal olanaklarından koparmış; şık güzel binalar derdine düşmüş, bina ve parsel mimarlığı ile ilgilenmiyorum.

 

  • Tarihin ürünü olan mekan ve onun üretimini sağlayan siyasi, toplumsal, ekonomik ve teknik stratejilerin, süreçlerin içinde kendini, ‘praxis’ini sadece teknik alana hapsetmiş ya da hapsedilmeye zorlanan  ‘mimar’ rollerini ve “mimarlık” anlayışını kabul etmiyorum.

 

  • Doğanın da siyasallaştığı, bilinçli bilinçsiz stratejilerin kurbanı olduğu bir ortamda doğa, insan, hayat ve birlikte yaşam olanaklarının olmadığı bir mimarlık yapmak istemiyorum.

 

  • Acaba neden hiçbir meslektaşımın söyledikleri ilgimi çekmiyor?

 

  • Neden sürekli politik doğruculuk arkasına gizlenip, sessizlik ardındaki suç ortaklığına karşı vicdani bir dışavurum göremiyorum?

 

  • Neden, siyaset ve ekonomi hayatımızı bu kadar belirlerken bizler onların hizmetkârı olma rolünü “ profesyonel hayat”, “piyasa koşulları” gibi meşruiyet zeminleri ile bu kadar kolay içimize sindiriyoruz?

 

  • Şimdi, mimarlık mesleği içinde bana ve üretme ortamıma en çok zararı veren Türkiye’deki meslektaşlarıma soruyorum;

 

  • Neyi dert ediniyorsunuz ?
  • Neyin sorumluluğunu taşıyorsunuz ?
  • Neyi sorguluyorsunuz ?
  • Ne inşa ediyorsunuz ?
  • Diliniz ne; sözünüz ne ?
  • Varoluşunuzun hayata katkısı ne?
  • Hangi hatalarınızdan ders çıkardınız?
  • Hangilerini paylaştınız ?
  • Parasını aldığınız kişiye değil; asıl sorumlu olduğunuz doğaya, çevreye, insana, hayata ne kadar sorumlu oldunuz ?
  • “Ne yapıyorum ben ?” diye ne kadar sorguladınız ?

 

  • Ha gezi parkına kışla projesi çizmişsin; ha Zorlu projesini hazırlamışsın, ha tarlabalaşı’na fener-balat’a şık rezidanslar çizmişsin; ha eğitimin kökününe fitil koyan eğitim kampüsleri yarışmasına katılmışsın, ha nefis tipolojiler yarattık diye Toki kayabaşı projesini savunmuşsun; ha kuzey ormanları, su havzaları ve ekolojik dengeleri altüst edip yakın geleceğini mahvedecek politikaları meşrulaştıracak Arnavutköy, 3. Köprü, 3.Havalimanı projelerini çizmişsin ya da çizemedim diye hayıflanmışsın! Ne önemi var, yaptığın işin sorumluluğu ve amacını unutmuşsan…

 

  • En son ne zaman kendi meslektaşının katkısı olan bir şey seni mutlu etti, motive etti, güç verdi?…

 

  • En son ne zaman kendi varoluşunun kutsandığı, insan olarak kendini değerli hissettiğin, keyif aldığın, seni düşündürten, içinde akıl ve duyarlılık barındıran, varlığını bağırmadan sana hissettiren yeni bir mekân deneyimi yaşadın bu memlekette?

 

  • Bu ortamda, kendi değerlerim ile varoluşumu sürdürebilme ve yaşama hakkı istiyorum. Bunun için çaba göstermek bir yana savaşıyorum. Yalnız olup olmadığımı bilme hakkımı kullanmak istiyorum.

 

  • ‘Ben’ olmak kadar ‘biz’ olarak da var olabilmek istiyorum.

 

  • Peki, sen ne yaparsın bu âlemde Boğaçhan derseniz; anlatırım onları da uzun uzun…Tartışmaya da açığım… Yeter ki derdiniz tez çürütme derdinden uzak, anlamaya ve katkıya açık bir çaba olsun…

 

  • 2010’da istanbul’dan 3 genç mimar, Architectural Foundation davetlisi olarak gittiğimiz Londra’da yaptığım sunum sonrası sormuşlardı ?  Derdin mimarlıkla mı, mimarlık ortamınla ilgili mi diye?   O zaman anladım gerçek savaşımın mimarlıkla değil, kendi mimarlık ortamımla olduğunu…

 

  • Kurtuluş kendi ellerimizle inşa ettiğimiz mimarlık hapishanesinin duvarlarını yıkmakta… Ben kurtuluşu bu hapishaneden kaçmakta buldum… Ama kıyafetlerim ve prangam hala üzerimde… Şimdi de onlardan kurtulmaya çalışıyorum…

 

  • Mimarlığı konvansiyonel yapış şeklimizin; güncel konulara ne kadar uzak ve işe yaramaz kaldığını hala göremiyor muyuz?

 

  • Bu iş o yüzden  ne imarla çözülür, ne kanunla, ne yönetmelik ve düzenlemelerle… Ne de yarışmalarla…Bir halt değişmeyeceği gibi bunlar o hapishaneye yeni duvarlar eklemekten öteye geçmez…

 

Dediğim gibi; ‘dış’ tan hiçbir halt değişmez.

 

Değişim içeridendir, zaman ister, deneme yanılma ister, birikim ister, paylaşım ve üretim ister…

Sabrı olan için…

 

Var mı sabrınız her şeye baştan başlamaya…

 

Tek başına kat edilecek bir yol da değil bu.

Belki sabrı olanlarla “kabullenme ve teslimiyet” ötesinde yeni mimarlık yapma yolları keşfeder; yeni modeller, yeni mimarlıklar inşa etme şansımız olur…

 

Bu söz hakkı için teşekkür ederim.

sempozyum afişhaber linki

 

hakkında:

açık mimarlık programı /açık radyo: Yelta Köm,Hasan Cenk Dereli-02102014

açık mimarlık programı /açık radyo: Yelta Köm,Hasan Cenk Dereli-13112014

2014/6: Kimlik ve İletişim atölyesi / Mimarlık Öğrencileri Muğla’da Buluşuyor 2014

Ağustos 1, 2014 § Yorum bırakın

10247403_826042197411037_5219916805896322911_n

10446636_10152296751599398_1139666295697456423_n

Kimlik ve iletişim atölyesi 21 – 22 Haziran 2014 tarihinde Boğaçhan DÜNDARALP yürütücülüğünde 9 farklı üniversiteden 12 mimarlık öğrencisiyle gerçekleştirildi. 21 Haziran 2014 tarihinde akşam atölyesiyle başlayan sohbette ilk olarak Boğaçhan Dündaralp’in mimari kimliği ve bazı projeleri konuşuldu, yaptığı projeler doğrultusunda Türkiye’nin büyük bir problemi haline gelen TOKİ ve mahalle olgusunun hala yaşatılmaya çalışıldığı Kuzguncuk ve Kuzguncuk Bostanı ile ilgili bazı konular tartışıldı. 22 Haziran günü sabah saatlerinde başlayan atölyede Boğaçhan Dündaralp tarafından öğrencilere 3 temel soru yöneltildi. Bu sorular doğrultusunda beyaz zemin üzerine renkli post-it’ler ile düşünceler dökülmeye başladı. Günün sonunda kalabalık bir düşünce haritası oluştu ve öğrenciler birçok soruyu sorgulayıp çözüm üretmeye çalıştı. Atölye sonunda öğrencilerin mimari kimlikleri, yaşadıkları şehirlerde, ülkelerinde ve dünyada gördükleri en temel sorunlar ve bu sorunların çözüm aşamasındaki sorumlulukları, neler yapılabileceği gibi konularda zihinsel egzersizler yapıldı.

10339559_865693056779284_6181153973887282189_n

a2

01072014 036-2

Kimlik ve İletişim Atölyesi  / Mimarlık Öğrencileri Muğla’da Buluşuyor / Köyceğiz 2014

Mimarlık öğrenci buluşmaları ne/leri mümkün kılar, açığa çıkartabilir? ‘Kimlik ve iletişim’atölyesi, yaşadığımız ortam-lar/dünya ile kurduğumuz ilişkiyi temelde bu soru ekseninde varlığını kurarken; içeriğinde toplumsal bir rol olarak mimarlık hallerini sorgulamaya çalıştı.

Bu tür buluşmalar; mimarlık ortamının dayattığı mimar kimlikleri, profilleri ve mimarlık eğitiminin bu ortamla ilişkisi düşünülünce farklı mimarların ve mimar profillerinin de mümkün olduğu bir olanak kuşkusuz. Ancak bu olanak formel ya da tanımlı ortamlardan kaçabildiğince mümkün…

Öğrencilik hayatımın en önemli deneyimlerini kapsayan ve 1993 Gökçeada mimarlık öğrencileri buluşması ile başlayan TMÖB; bana kendi kimliğimi inşa etme yolunda ve başka mimarlıklar kadar mimarlarında farklı rollere bürünebileceğine dair önemli bir farkındalık ve motivasyon yaratmıştı.

Bu mimarlık buluşmasına davet ve katılımım bu imkânı görünür kılmak, paylaşmak, bir atölye açmaktan öte sorumluluk haline geldi.

Gece sunumum atölye için; 93 buluşması sonrasında kendi mimari serüvenimi, kendimi mimarlık içinde konumlandırma çabamı, bu farkındalıklar içinden yaptığım/ız farklı üretimlerin hangi sosyal içeriklerle biçimlendiğini anlattığım bir başlangıç noktası oluşturdu.

Bir günlük yaklaşık 12 kişi ile yaptığımız 3 temel soru üzerine odaklanmış atölye; tartışmalar, paylaşımlar, farklılıklar, yaklaşım zenginlikleri ve çaresizlikler içinden zengin bir düşünsel faaliyetle gerçekleşti.

İlgi ve merakını hiç kaybetmeden farklı şehir ve üniversitelerden ilk defa bir araya gelmiş açık zihinli bir grup; benimde zihnimde farklı açılımlar, yeni düşünceler ve belki de en önemlisi umut verici bir iyimserlik duygusu uyandırdı. Çevremizde / yaşadığım yerde, Türkiye’de ve dünyada gördüğünüz en önemli sorun nedir? Neyi dert edinirsiniz? Bu sorunların içinde mimar olarak neyle karşılaşmayı, nasıl konumlanmayı düşünürsünüz? Bunlar için hangi araçları geliştirebiliriz? gibi sorulardı; kendinize yeni yollar açmak için araştırdığımız konular…

Hepsi boş beyaz bir zemine, post-it ‘ lere döküldüler. Renkler, içerikler her defasında her katılımcı için yeniden üretilebilen bir haritaya, bir hafızaya dönüştü.

Umarım benim heyecanım, tüm katılımcılar için de ortak bir heyecan, duygulanım ve yeni açılımlara dönüşmüştür.

Boğaçhan Dündaralp

10345777_10204021680563508_7969897796193414917_n (1)

Atölye Katılımcıları: 

Ayça Demir, Ayşe Vatansever, Ceren Kızılkaya, Emircan Güngör, Ezgi Ünal, Fatih Eser, Gamze Köküm, Gürkan Ataş, İmge Esmer, Mustafa Demir, Savaş Acar, Soner Güngör, Şirvan Kaya, Şule Otçu

kimlik ve iletisim atolyesi kitapcigi pdf

 

 

 

2014/5-6 Post-World’s end Architecture: Turkey / Blueprint 334

Mayıs 30, 2014 § Yorum bırakın

BPCover (1)

 

Istanbul is in turmoil. While not the only Turkish city to experience disquiet among the populace, this ancient place is, it could be argued, facing greater upheaval in its urban fabric with mega expansion plans that include a new airport, a new bridge over the Bosphorus, the demolition of whole communities and relocation of inner city schools. But as this fifth instalment of Post World’s End Architecture reveals, there are some architects and designers-cum-activists trying to tackle the city’s problems with positive action.

Words: Irmak Turan

btyb_blueprint

B334-172-P-Turkey-csh ph-4

DDRLP Architecture & Design

Architect as social advocate

TOKI, the Housing Development Administration of Turkey, is a federal agency established in the mid-Eighties to address the country’s housing shortage. In the past decade however, TOKI’s liberalised income scheme has shifted the focus to luxury and profit-driven projects, largely ignoring the needs of lower-income residents. But because of the urban transformation law to replace buildings at risk to earthquakes, many poorer residents have been left at the mercy of TOKI, forced to relocate to new mass-housing developments. This move has uprooted entire neighbourhoods and destroyed communities.

Survival Manual for TOKI Dwellers, a hand-drawn pamphlet, aims to address the social problems that result from new mass housing projects in the city

Survival Manual for TOKI Dwellers, a hand-drawn pamphlet, aims to address the social problems that result from new mass housing projects in the city

Survival Manual for TOKI Dwellers, originally presented at the _ rst Istanbul Design Biennial in 2012, aims to address the social problems that come with this physical relocation. The manual, a hand-drawn pamphlet, explores the spatial constructs of the residents’ original communities and their new TOKI dwellings. The simple and straightforward illustrations are as amusing as they are informative, making suggestions for how residents can adapt their new dwellings to suit their domestic lifestyle.

 

Link: 

Pdf Download: B334-172-P-Turkey-csh ph

 

2014/5: ‘Başka Bir Okul Mümkün’e inanmak…/eğitim mimarlığı / ege mimarlık 85-86

Mayıs 7, 2014 § 1 Yorum

26.05.2013 tarihli Ege Mimarlık ‘ Okul Tasarımlarını Yeniden Düşünmek: Çocuklar ve Gençler için Öğrenme Ortamları/Çevreleri” dosyası için hazırlanan bu yazı: ‘Başka Bir Okul Mümkün’ Girişimi sürecinde araştırmalarını yaptığımız Alternatif eğitim mekanları, katılımcı model tasarım ve BBOM eğitim mekanlarını ortaklaştıracak mimari ilkeler bütününü özetleme girişimi olarak görülebilir. Dosya editörü Değerli hocam Hikmet Sivri Gökmen’e ve Ege mimarlık ekibine teşekkürler…
85kapakLayout 1Layout 1Layout 1Layout 1

 

*’Başka Bir Okul Mümkün’e inanmak…

“Eğitim hayata hazırlık değildir. Eğitim hayatın ta kendisidir.”  John Dewey

Gün geçtikçe hayat karşısında seçeneklerin  daraldığı; sosyal ve ekonomik adeletsizliğin arttığı; gezegen  kaynaklarının giderek tüketildiği; değerlerin muğlaklaştığı bir dünyada;  gezegenimizin geleceğinin bir parçası olacak ‘çocuklarımız’ ve onların ‘eğitimi’, kuşkusuz hayat karşısındaki en büyük önceliklerimizden biri. Bizi giderek yutan, parçası haline geldiğimiz, düşünmeden normlarına uyduğumuz, kendi ellerimizle kurduğumuz bu medeniyetin içinde, onu sürdürecek yeni kuşakların jeneratörü zorunlu eğitim sistemlerinin aksine; hayat karşısında farklı kavrayışlar üretebilen,  geliştirdiği duyarlılıklar ve değerler üzerinden kendi iradesini geliştirebilen ve adaletli davranarak, gerekli iletişim olanaklarını yaratan kuşaklar nasıl bir ortamda yetişir?Böyle bir ortam kurmak mümkün mü; hele geleceğin yöneticilerini yetiştireceğini iddia eden ana okullarının olduğu, hızlı kalkınma adına coğrafyasını bozan, doğasını yok eden, toplumsal ve sosyal hayatını ayrıştıran, tepeden inme kararlarla yaşam alanlarının gün be gün değiştiği, değerler ve eğitim sisteminin tektipleştirildiği, insanların birbirine şüphe ve güvensizlikle baktığı bir coğrafyada? Bunu bilmiyoruz. Ama içindeumudu olan, çaresizlikten kendi yolunu inşa eden, sayıları gün geçtikçe artan bir avuç insan; tamamıyla gönüllü emekle işleyen, eşitlikçi, demokratik bir yapılanma üzerinde, kendi yarattığı öz kaynaklar üzerinden bu hayali 4 yıldır inşa etmeye çalışıyor. Önce İstanbul’da, sonra Bodrum’da, şimdilerde Ankara, Antalya ve İzmir’de… Bu insanları bir araya getiren bir amaç, bir hedef değil;  çaresizlik, alternatifsizlik, ihtiyaç… Ne istediğinden çok, ne istemediğinden yola çıkarak birbirini bulan insanlar topluluğu…

Ortak dertleri olan-eğitimciler, akademisyenler, sosyal bilimciler, avukatlar,mimarlar, mühendisler gibi pek çok farklı disiplinden gelen- bu  insanlar; hayata bakışları ve değerlerinin ötesinde, dünyayı biçimlendiren güçler karşısında temel değerlerin peşine düşmüş ve egemen eğitim sistemleri karşısında 100 yılı aşkın bir süre içinde farklı coğrafyalarda deneyimlenen demokratik okullar, özgür okullar ve alternatif eğitim sisteminlerini, mekanlarını, araçlarını araştırarak kendi yaşadıkları coğrafyaya özgü bir model geliştirdiler. Ortak ilkeler ve öncelikler belirlediler.  Zamanlarını, emeklerini birleştirdiler, dayanıştılar. Bir dernek  yapılanması içinde işler bir yapı kurdular.

Eşitlik, toplumsal adalet, özgürlük (düşünce, ifade, hareket, seçim), dayanışma,çoğulculuk,toplumsal duyarlılık, şiddet karşıtlığı (fiziksel, sözlü, psikolojik), ayrımcılık karşıtlığı (milliyet, ırk, dil, din, cinsiyet, cinsel yönelim, ekonomik, sosyal, fiziksel), ekolojik düşünce,yaratıcılık, üretkenlik, dürüstlük, öz denetimcilik, eleştirellik, farkındalık, empatigibi ortak ilkeler üzerine inşa ettikleri  bu  yapı 4 Temel  eksen üzerine oturuyor: Alternatif Eğitim, Demokratik Yönetim, Ekolojik Duruş,Özgün Finansman.

Bu gönüllü insanlar topluluğu “Başka Bir Okul Mümkün Derneği” olarak varlığını “Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirlenen temel hakları hayata geçiren, çocukların kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayan, katılımcı demokrasiyle yönetilen, ekolojik dengeye saygılı ve kar amacı gütmesizin uygulanan bir eğitim modelinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına” adamış durumdadır.Bu doğrultuda, aileler ile gönüllülerden oluşan inisiyatifler tarafından kar amacı gütmeksizin kurulacak ve yürütülecek bu eğitim modeline sahip okullar kurma çabası; şimdilerde bir taraftan araştırma, geliştirme bir taraftan da hayata geçirme adına emek yoğun müzakere ve mücadele içinde sürdürülüyor.

2013-2014 eğitim yılı için hazırlıklara başlayanİstanbul ve Bodrum oluşumlarında dernek yapılanmasının yanında her okul bağımsız bir kooperatif yapılanması üretti. Bu gelişmeler diğer iller için de süreci hızlandıran etkenler oldu.

Bu sürecin içinde yaklaşık 2 yıldır Berna ile mimar anne-baba olarak bu oluşum içindeki mimari konuları gönüllü olarak çalışıyoruz.  Bir taraftan alternatif eğitim mekanlarının araştırmaları; bir taraftan da hedeflenen okul yapılarının kendi bağlamsal durumları üzerinden BBOM eğitim modelinin mekanlarını araştırıyoruz.  Araştırma ve tasarım temelli bu iki çalışma ekseni iki temel soruya odaklanıyor:  1.BBOM eğitim mekanları nasıl olmalıdır? 2. Bu mekanları tasarlamanın, hayata geçirmenin yöntemi ne olmalıdır?

BBOM eğitim mekanları:

BBOM mekanları belirli bir eğitim metodolojisinin aracısı olmaktan çok; alternatif ve farklı kullanımlara olanak yaratacak, kullanıcılarının dönüştürebilecekleri bir ortamın aracısı olarak düşünülebilir.  Beden ölçeğinde beden-mekan-ölçek-malzeme-detay-kullanım ile başlayan; doğa-çevre-fiziki ve sosyal yapıya kadar genişleyen; her ilişki biçiminin öğrenme temelinde karşılıklarını üretebilme olanaklarını araştıran bir kavrayış ile ele alınmaya çalışılıyor. Mekan çalışmaları sadece mimarlar tarafından ele alınacak mimari bir konu olarak değil; başta eğitimciler olmak üzere BBOM eğitim modeli üzerinde çalışan, düşünen, sürece dahil olan farklı disiplinlerdeki gönüllülerle birlikte içinde bulunduğu  ortam ile bir bütün olarak araştırılıyor.

Mimari çalışma/ tasarım yöntemi:

Gönüllü çalışma, demokratik yapılanma, farklı bilgi alanları ve uzmanlıkların bir arada karar alma mekanizmaları üretmesi;  mimari konularda ve BBOM mekanlarının tasarlanmasında kendi  ‘katılımcı tasarım modeli’mizi üretme konusunda bir yaklaşım geliştirmemizi sağladı. Eğitim konusunda olduğu kadar ‘Katılımcı Tasarım’ üzerine yaptığımız çalışmalar ve deneyimler bize bu konuda epey yardımcı oldu. Bu yöntemle  somut bir proje elde etme adına Bodrum ekibi ile yaptığımız çalışma bu konuda önemli bir deneyim  üretmemizi sağladı.  Hem süreç olarak hem de ürün olarak Dağbelen köyü için hazırlanan bu proje ‘BBOM okulları tasarımı’ için bir deneyim oluşturmaktan öte; şu ana kadar Türkiye’de örneğine rastlamadığımız bir proje elde etme yöntemi olarak da oldukça farklı bir model sunmaktadır.

Hele umudunu ‘fırsat eşitliği’ adına  ancak müellif seçme konusunu çözebilen ‘yarışma’lara  bağlamış; projelerini kollektif bilgi birikimi ve empati  yoksunu süreçlere mahkum eden mimarlık ortamımız için de önemli olabilir. Çocukları anaokulundan başlayarak öğrenmekten çok teste ve yarışmaya hazırlayan eğitim sistemini  tekrar eden bir model yerine alternatif mimari süreçler üretilebileceğini de deneyimlemek, gösterebilmek; bizim açımızdan heyecan verici olmaktan çok umut vericidir. Bu konuda denemeye ve deneyimlemeye devam edeceğiz.

Başka Bir Okul Mümkün girişimi, pek çok okulun aksine;  eğitim ve çocuklar için ne bir formül sunuyor, ne de bir hedef için garanti veriyor ya da bir model pazarlıyor.  Sadece ortak kaygıların tetiklediği, ortaklıklar ve farklılıkların dengesi üzerine kurulmuş;  çocukların kendi kişiliklerini inşa edebilecekleri, zengin imkânlar sunan eğitim ortamı peşinde koşuyor.

BBOM; kar amacı gütmese de bir finansmana, hayata ve doğaya temas edebilecek bir mekâna ya da mekanlara,”Başka Bir Okulun Mümkün” olacağına inanan iradeli, sorumluluk sahibi,güven duyulabilecek insanlara ihtiyaç duyuyor.

Ve şimdilerde de daha çok desteğe…

BBOM mimari ilkeleri:

 Bu ilkeler BBOM okullarının; ‘Yer’e bağlı; bölge, iklim, topografya, yerleşim ve parsel ölçeğindeki değişkenlere; farklı sosyal çevre, finansman, imkan ve kullanımlara göre farklı mimari yapısal oluşumlar olmasına izin verirken, ortak bir ‘anlayış’ ve‘değer’ dünyasında tutmayı hedefler.

Bu nedenle;

1. BBOM okulunun tip projesi yoktur. Tip okul anlayışını değil, ortaklıklarını mekan anlayışından alan özgün okullar anlayışını benimser.

2. BBOM okulu mekanları eğitim için tanımlanmış duvarlar içine sıkışmış kutu mekanlardan oluşmazlar. Okul, açık-kapalı tüm alanları, içinde bulunduğu çevreyle bir bütün olarak öğrenme mekanları olarak kullanılır.

3. BBOM okulu mekanları eğitimcilerin müfredatlarını uyguladıkları alanlar değil, çocukların bireysel ilgi ve ihtiyaçlarına yanıt üretebilen; birarada ve tek tek öğrenebilme imkanları sunan; sadece öğretmen odaklı değil, okulun parçası olan herkesin birbirinden öğrenebileceği etkileşim ve iletişim imkanı sunan mekanlardan oluşur, çocuk merkezlidir.

4. BBOM okulu, içinde eğitim verilen bir bina değil, aynı zamanda öğrenimin aracısı ve kaynağıdır.

5. BBOM okulu mimarisi, bilişsel öğrenimi, duyuşsal öğelerle de birleştirmiş, gerçek yaşam modelini içine almış, etkileşime ve iletişime dayalı; sadece okul alan sınırları içinde değil, çevresindeki yaşamla da dinamik ve üretici ilişkiler kurabilen bir yapı ve mekan anlayışı sunar. Mekanları sınırlayıcı değil, katılımcıdır.

6. BBOM okulu mekanları hiyerarşik ve tanımlayıcı değil, demokratik ve katılımcıdır. Dayatmaz, yönlendirmez, olanak yaratır.  Katı ve statik değil, esnek ve dönüştürülmeye açıktır.

7. BBOM okulu mimarisi esnekliği sadece mobilya hareketlerine bağlı kullanım esnekliği olarak tanımlamaz. Yapım aşamasından başlar, tüm yapının kullanım hayatı boyunca sürer. Katılımcılıkla paralel genişler. Bu yüzden BBOM okulları kendi özgün finansman yapısı ile etaplanabilir bir mimari sunar; yapının zaman içindeki değişkenliklerine, eklere izin verir; kullanım  olanaklarını çoğaltacak yönde yapısal evrilme esnekliği taşır.

8. BBOM okulu gerçek hayatın içerdiği tüm mekanlara; kamusal mekan, özel mekan, yapay mekan, doğal mekan, buluşma, tartışma, öğrenme, öğretme,üretim, tüketim,düşünme, araştırma, çatışma, uzlaşma,uyum, kaçış mekanlarını kendi iletişim dinamiklerini yok saymadan barındırır.

9. BBOM okulu mimarisi yapıyı ‘kat’ya da ‘katlı’ yapı anlayışı içinde düşünmez, çevresi ile etkileşimli iç-dış mekanlarla ilişkili; mekan olanakları ve onun ergonomisi ile düşünen ‘hacim’lerden oluşan bir yapı anlayışını benimser.

10. BBOM okulu mekanları içerdiği hayat ile gerçek hayatı birbirine katar; onun simülasyonunu üretmez. Bunun için doğaldır. Bunları üretmeye kalkmak yerine üretilmesine olanak verecek imkanlar sunar.

11. BBOM okulu etiketlenmiş ekoloji anlayışını değil, elinde varolan kaynakları farkeden, bunları bencilce kullanmayan, tüketim dengesini üretimle destekleyerek kullanan; bunu yaparken de sürdürülebilirlik adına doğayı yeniden bir sömürü nesnesine indirgemeyen, onun döngülerine katılan ve bunu da teşhir etmek yerine yaşayan ‘derin ekoloji’ anlayışını benimser.

12. BBOM okulu içinde bulunduğu doğaya ne kadar eklendiğinden, onu ne kadar dönüştürdüğüne; malzeme seçimlerinden, yapım sürecine; kullanım sürecindeki enerji kullanımından, sağlık, hijyen gibi faktörleri de işin içine katan, yapı fiziği ve yapı kimyasına kadar pek çok detayı bu derin ekoloji kavramı ile sorgulayan bir içerik taşır.

13. BBOM okulu mimarisi araziyi üzerine inşa edilecek yapı olarak görmez; çevresi, sosyal yaşantısı, doğası ile bir bütün olarak algılar. Onun tüm imkanlarını, olanaklarını ve potansiyelini kendi ‘değer’ sistemi içinde araştırır.

14. BBOM okulu mimarisi okul saatleri dışında kullanılmayan bir yapı değil, sadece bir eğitim yapısı hiç değildir. İçinde bulunduğu sosyal ve doğal doku ile birlikte yaşayan, farklı zamansal döngülerde içinde sürekli hayat bulunan ve o hayatın içinde kattığı her yaştan insanın birlikte öğrendiği bir yaşam alanıdır.

Boğaçhan Dündaralp

Alternatif Eğitim/Öğrenim Mekanları/Çevreleri araştırmalarını yüreten ortağım Berna Dündaralp’e; bu süreçte birlikte çalıştığımız ekibe; İpek Kay, Çağrı Helvacıoğlu; Lale Ceylan’a ve BBOM bodrum mimari ekibine teşekkürlerle…

 

Bu yazıyı pdf olarak okumak/indirmek için tıklayınız.

 

 

 

2014/4: Kentte çocuk olamamak / istanbul Art News sayı:8

Nisan 4, 2014 § Yorum bırakın

Nisan IAN Mimari_BD

 

Kentte Çocuk Olamamak

Konu çocuk ise; deneyim azlığına rağmen algıları ve ilişkilendirme becerileri yetişkinlerin çok üzerinde olan, bitmek bilmeyen enerjiye sahip, sürekli öğrenmeye açık,  potansiyeli yüksek zihinlere sahip bireylerden bahsediyoruz demektir.

İnsan yavrusu dünyadaki pek çok canlının aksine prematüre doğan bir canlı. Bu eksikliğin tamamlandığı süreç “sosyal rahim” olarak tanımlanıyor. Sosyal rahim süreci bireyin sosyal bir varlık olarak inşası için oldukça önemli bir süreç. Ve bu süreci verimli kılacak fizik-mekânsal ve doğal ortam; bu sosyal ilişkilerin sağlıklı gelişiminin zemini olarak algılanmalı.

Peki İstanbul, bu zeminin oluşumu için bize ne kadar olanak sağlıyor?

Kent hayatı programlanmış bir zaman ve buna bağlı ‘bölünmüş mekân’ pratiği/deneyimi içeren bir döngü tanımlar. Bu döngü; tanımlı kişisel zamanlar, tanımlı kentsel rotalar, tanımlı mekânlar ve onların arasındaki ilişkiler ile sınırlı.

Çocuğun  bu dünyadaki yeri ve deneyimi nedir? Kentsel pratiklerimiz çocukların aynı zaman-mekân bölünmüşlüğünü aile ile paralel olarak deneyimlemek zorunda olduğunu gösteriyor. Oysa çocuğun dünyasının talep ettiği programlanmamış, serbest, çağrışım ve etkileşime açık bir zaman-mekân deneyimi yaşaması bu koşullarda çok zor; çekirdek aile ile hayatında ise neredeyse mümkün değil. Bunun farkında bir ailenin bu imkânları yaratması ise koşulları oldukça zorlayan bir durum. Hal böyle olunca ne yazık ki çocuklar kent hayatında kendi dünyalarının talep ettiği bir hayatı değil, ebeveynlerinin ve koşulların onlara dayattığı bir ortamda yetişmeye zorlanıyor. Onların hayatı da yetişkinler gibi tanımlı programlar ve tanımlı mekânlar arasında kalmaya mahkûm kalıyor; ayrıca kendileri için tanımlanmış, oldukça steril ve yetişkinlerin dünyasını modelleyen güvenli mekanlarda büyüyorlar. Çocuğun gündelik uğraşıları spor, resim, müzik için bile hafta sonları sabah erken kaldırılan, kurstan kursa koşturulan kent çocuklarından bahsediyoruz. Bu; ne kadar çaresizlik, ne kadar iyi çocuk yetiştirme arzusu, ne kadar çocuklarını sisteme yetiştirmeye çalışan yetişkinlerin tercih ettiği bir modeldir, tartışılır.

Kent; her daim sağlıklı ve çalışan insanlar için hızlı biçimde işbölümünü kolaylaştıran, kendi değer anlayışını arttıran mekânlar ve ulaşım sistemleri için niceliksel bir büyüklük olarak kendini yeniden ürettiği bir ortam. Kendi dinamizmi ve önceliklerini öne sürme cüretini kullanan kentin politik ve ekonomik iktidarları, bu yeniden üretimde engelli, yaşlı gibi bireylerin varlığını yok sayabilme gücünü kullanan, alım gücü olmayanları tüketici pozisyonu olmadığı sürece servis dışı bırakabilen bir kent ortamını sürekli manipüle etmektedir. Bu anlayış içindeki bir kentte yaşayan çocukların dünyasına ‘yer’ var mıdır? Bu ‘yer’ sisteme uyumlu çocuklar hazırlamaktan öte çocuklara nasıl bir ortam sunarlar? Böyle imkânlar da varsa bunlar hala ne kadar erişilebilirdir?

En küçük programın ve mekânın ‘para’ ile deneyimlendiği; tanımlı zaman-mekân örgütlenmesinde ‘kamusal’ olanın bile serbest zaman kullanımından çalındığı, AVM’lere hizmet ettiği bir ortamda kentler çocukların kendini gerçekleştirebilmesi için uygun imkân ve mekânlara nasıl sahip olabilir?

Kent mekânı olasıklar dünyası olarak kendi örgütlenme zihniyeti içinde çocukların dünyasına yönelik ‘ticari’ olmayan, programsız, kendiliğindenlik içeren, sürekliliği bir deneyim içeren sosyal bir hayat ve doğal ortamla ilişki kurabilecek bir ortam kurabilmesi mümkün müdür? Nasıl kurulabilir? Çocukların kendi değerler sistemini oturtmaya çalıştıkları yetişkinlerin kent hayatı ve mekânında; ne kadar yeni olanak ve olasılık üretilebilir?

Kuşkusuz yanıt; kentin mekânlarına tıpkı dışladıkları gibi çocukları uydurmak değil; kent mekânlarında sadece çocukların, insanlar değil, tüm canlıların varlığını da gözeten bakış ve değer anlayışında gizli…

Boğaçhan Dündaralp

İmaj: Arthur Leipzig / chalk games 1950

leipzig04

 

 

 

2014/4: Zorunlu Bağlamsallık mı ? yoksa Bağlamsal bir çaba mı?/ betonart 10.yıl özel sayısı / yapı okuması

Nisan 4, 2014 § 1 Yorum

Zorunlu Bağlamsallık mı ? yoksa Bağlamsal bir çaba mı?: İSTANBUL REKLAM SİTESİ (1968-72) / GÜNAY ÇİLİNGİROĞLU-MUHLİS TUNCA üzerine bir yapı okuması…Betonart 40. Sayı Kapak (1)62-65-162-65-262-65-362-65-4

1950-70 yıllar aralığı tüm dünyada mimarlık ortamı açısından hareketli yıllar. Sermaye otokrasisi içinde dönüşmüş pozitivist modernizm, erken dönem modernist ideolojinin tasviyesi, yol ayrımları ile bir çoğulculuk ve biçim patlaması yaşanan bir dönem. Özellikle 2. Dünya savaşı sonrasında farklı bir anlam kazanan dönem, mevcut politika ve mimarlık ortamına duyulan tepkilerin ürünlerini verdiği bir aralık. Kent, bu aralıkta işlevsel planlamanın ürünü bölgeler, çoklu üretimler ve tekil mimarlık nesnelerinin mecrasından ve erken modern dünyanın kent anlayışının ötesinde yeni bir bağlam. Örneğin; 1953, IX CIAM toplantısı gündeminde işlev bölgelerinin ayrılmış kent ve onun bireysel-toplumsal  yaşam karşısında  büyük kayıtsızlığı eleştirinin temel odağını oluşturur. Aidiyet ve kimlik konuları gündem maddelerdir.

Bu dönemde Türkiye’de 1950 kuşağı diyebileceğimiz yurt dışında eğitim alan ya da çalışmış mimarların dışarıda deneyimledikleri gerçeklikle kendi ülke koşullarını birleştirmeye çalıştıkları; nesne olarak ( görünürde) erken modernist izler taşısa da kendi ortamında giderek ‘bağlam’ ile kurduğu ilişkiler sayesinde modern sonrası kimlikler kazanan yapılar görünür olmaktadır. Betonun brüt kullanım örneklerinin 1960’larda başlaması gecikmeli de olsa Türkiye’de iki farklı zaman diliminin birikimlerini üst üste çakıştığı  bir aralık yaratacak; belki de bu zorunlu ‘bağlam’sallık  ne modernist ne de post-modernizme ait melez ürünlerle karşılaşmamızı sağlayacaktır. Bu durum modernist ilkeleri bir biçimlenme stratejisi ve yapı diline indirgeyen bir tutuma mı? Yoksa bu zamansal üst üste çakışmaların okumalarının sonuçları mı anlatır? Bu kolay yanıtlanamayacak;  belki de tekil örneklerin yapı-bağlam ilişkileri üzerinden irdelenmesi gereken sorular gibi görünüyor. Venturi’nin ilk post-modern yapısının 1962’de, yani brütalizmin en canlı olduğu bir zamanda inşa edilmesi; Robert Venturi’nin gerek Aldo Rossi’nin post-modernizmin kuramsal temellerini oluşturan ilk kitapları 1966 yılında yayımlanması; İstanbul Reklam Sitesi’nin (1968-72) hayata  geçtiği dönemi okumak için önemli referanslardır.

İstanbul Reklam Sitesi;  bu çerçevede ‘melez’ bir yapı olarak okunabilir. Projenin mimarlarından Günay Çilingiroğlu, 1961 yılında İTÜ’den mezun olduğunda Türkiye’nin ilk önemli brüt yapı uygulamalarından sayılan ODTÜ yarışması sonuçlanmış, 1962 ‘de uygulaması başlamıştır. Cansever’in Karatepe saçaklarının da ilk bölümünün 1961’de hayata geçtiğini; Tekeli-Sisa ikilisinin İstanbul Manifaturacılar Sitesi’nin de bu aralıkta gündemde olduğunu (1959-66) hatırlamakta fayda vardır. Aynı zaman aralığında (1961-62) Çilingiroğlu’nun mimar olarak çalıştığı bir İtalya deneyimi ve Muhlis Tunca’nın da 1960’da Roma Üniversitesi’nden mezun oluşu dönem ilişkileri adına referans verilmeye değer görünüyor. Çilingiroğlu ve Tunca 1963-1975 arasında pek çok yarışmaya katılırlar. Cesur strüktürel denemeler yapan, olanakları imkânları sonuna kadar zorlamayı seven bir mimarlar olarak tanınırlar. (1974)  Bu sınırları zorladıkları, davetli bir yarışma sonucunda yaptıkları Tercüman Gazetesi yapısı, modern Türk mimarlık tarihi içinde ilginç bir deneme olarak kabul edilir.

İstanbul Reklam Sitesi, yapılaşmamış bir çevrede yer alan ve uzaktan algılanma biçimini strüktürel bir ifadeye dönüştüren Tercüman Gazetesi’nin aksine; Cağaloğlu’nda tarihi referanslarla dolu, kentsel çevresi içinde yer alır. Projesi 1968 yılında yarışma yolu ile elde edilir. Yarışmanın Jürisinde Nezih Eldem, Niyazi Duman, Affan Kırımlı, Maruf Önal, Ertur Yener gibi isimler vardır. İkincilik ödülünü Şandor Hadi, Sevinç Hadi, Üçüncü Ödülü; Saltuk Karabece, Mansiyonlar da; Alpaslan Ataman, Cengiz Eren, Mete Ünal; Mehmet Doruk Pamir, Fahrettin Ayanlar; Tamay Sütmen, Orhan Göçer arasında paylaşılır. Hem Jüri’deki isimler hem de ödül grubu Türk modern mimarlık tarihi okumaları için ilginç okumalara uygundur.  Yarışma alanının tarihi yarımada’da, tarihi, kentsel bir doku içinde yer alması yapının belki de en önemli belirleyicisidir.   Alanın Babıali Caddesi ile Nuri Osmaniye Caddesinin çakıştığı köşede yer alması ve köşenin önündeki boşluk (yarışma jüri değerlendirme notunda meydan olarak geçer);  karşı köşesinde Cezeri Kasım Paşa Camii (1515)  varlığı ile arsa alanı içinde Mahmud Nedim Türbesi’nin olması ve onunla kurulacak ilişki yapıyı zorunlu bir bağlam ilişkisine zorlar.

Bu bağlamla ilişkiyi yapının kent zemini ile ilişki kurduğu zemin katı olabildiğince meydan tarafından boşaltarak başlatan Günay Çilingiroğlu ve Muhlis Tunca; yapıyı önce kitlesel sonra da bileşenleri oranında yapı beden çeperlerini parçalarlar. Bu parçalanma yapı kitlesini olabildiğince doku içinde çözme, kitlesel ifadesini azaltma yönünde kullanılmıştır. Kendisine atfedilen kentsel dokuyu tamamlayan (infill) köşe yapı karakterini olabildiğince yok etme, kendini değil, çevresini açığa çıkarma girişimi olarak okunabilir.

Yapı kitlesi belirli espasla türbeyi sararken;  kent zemininde meydan/köşe ve türbeyle ilişkiyi güçlendiren boşaltma çabası yapısal ifadesini sadece strüktürel öğelere bırakır. Parçalanmanın üçüncü boyuttaki ilişkileri kentsel dokunun gabari ilişkilerine referans veren önce düşey sonra da güçlü ölçek etkisini azaltan geri çekilme ve küçük yatay parçalanmalarla yapı hacmini küçültmeye yöneliktir. Yapının bitişik nizam yapı grubu ile ilişkisi de bize bu parçalanmanın doku içinden nasıl boşluğa doğru yapıldığını doğrudan gösterir. Parçalanma bir yüzey oyunu olmaktan çıkıp bir anlatıya dönüşür. Bu çaba hem içinde bulunduğu bağlamın hem de programa dair büyüklüğün farkında olduklarını gösteriyor. Yapının tasarımında programı çözmeye yönelik pragmatik bir tasarım ve basit bir strüktürel dil geliştirmekten çok kendi tektonik ifadesini program-bağlam ilişkisi içindeki dengeyi olabildiğince kurma çabası üzerine kurulduğu okunuyor.

Bu okuma üzerinden Tercüman gazetesi yapısına yeniden baktığımızda; onu strüktürel bir deneme olmaktan öte farklı bir kentsel bağlamın strüktürel ifadesi olarak okumak olanaklı gibi görünüyor.

Boğaçhan Dündaralp

pdf olarak indirmek için tıklayınız:62-65

2014/4: GÖRÜNENİN ÖTESİNDE / betonart 10.yıl özel sayısı / yapı okuması

Nisan 4, 2014 § Yorum bırakın

 

 

GÖRÜNENİN ÖTESİNDE: SABAH GAZETESİ TESİSLERİ (1989-90) / MEHMET KONURALP  için bir okuma…

Betonart 40. Sayı Kapak (1)80-83-1

80-83-280-83-380-83-4

Sabah Gazetesi Tesislerini; ‘Konuralp’ mimarlığı üzerinden okumadan ’brüt’ kavramının bu yapıdaki karşılıklarını okumaya çalışmak; onu nitelikli bir yapı olmasının ötesindeki bağlamlarını ve önemini kavramımıza pek izin vermeyecektir.

Konuralp mimarlığı ürünlerini Türkiye’de kendi kuşağının ürünlerinden ayıran, onu özgün ve tekil kılan özelliklerin altını  özellikle çizmek gerekir. Yapıldığı dönemin mevcut konvansiyon ve üretim koşulları içinde gerçekleştiğini kavradığınız, kendi varlığını yüksek sesle bize bağırmayan bu yapılar; konvansiyonun belirlediği pek çok koşulu yeniden yorumlayan; içerdiği yenilikler, denemeler, özgün detaylar ve ardındaki titiz düşünce dünyası ile her defasında bize olagelenin ötesinin mümkün olduğunu sunar.

Konuralp’in bu mimarlık düşüncesinin arka planında; 1960-65 yılları arasında mimarlık eğitimini aldığı  AA (Architectural Association School of Architecture in London);  mimarlık ortamının sonraki döneminin  belirleyicisi olacak ( ve önemli isimler olarak anılacak) arkadaşları ile geçen buradaki eğitim süreci; güncel olanın doğrudan deneyimlendiği zengin mimarlık ve tartışma ortamları bulunur. Eğitim aldığı yılların modernizmin ideolojik açılımlarına bağlı farklı yaklaşımların, ürünlerinin tartışıldığı, yeni açılımların filizlendiği önemli bir dönemdir. 1950 sonrası global egemenliğe doğru çıkmış olan kapitalizm ve onun temsillerinin yansıması olan 1950-70 arasındaki biçim patlamalarının yaşandığı, yeni brütalizm, İngiliz Rejyonalizmi gibi dönem olarak modern mimarlığın kenara itilen ideolojisi ve alternatiflerinin tartışıldığı bir dönemi doğrudan deneyimlemiş olmak; herhangi bir ekolün sözcüsü olma pozisyonundan çok kendine yeni bir pozisyon belirlemesi açısından Konuralp’in ne kadar önemli noktada bulunduğunu gösteriyor. Mehmet Konuralp’in uluslararası arenanın taleplerini ve koşullarını iyi sezdiğini; Türkiye’de onun bir temsilcisi olmak yerine ülkenin koşulları içinden neler yapılabileceğini araştırmak ve denemek gerektiğini düşünmesi bu bağlamda çok önemlidir. Konuralp’in 1968’den başlayan Türkiye serüveni içinde yapılarının ortak paydası olacak bu yaklaşım ve ardındaki düşünce sisteminin  ne kadar bilinçli ve önemli bir tercih olduğunu, bu serüvenin tutarlılğında görürüz.

Teknoloji ve bugünün imkânlarını, güncel olanı gündeminden hiç kaybetmeyen Konuralp, her yapısında, o günün koşullarının ve imkânlarının nasıl kullanılması gerektiği konusunda, bir bilim adamı edasıyla titiz, kaynakları kullanma konusunda da gerçekçi olabilme tutarlılığını koruyabilmiş ülkemizde çok tekil bir örnektir. Sabah Gazetesi tesisleri de bu açıdan onun mimarlığını temsil eden en iyi örneklerinden biri olduğu söylenebilir. Bu yapı sadece yapısal değil tipolojik açıdan da oldukça özgün ve kendi zamanının ötesinde hala güncelliğini kaybetmeyen bir yapıdır.

Yapı bir taraftan açık yapı olanaklarını sonuna kadar araştıran matematiksel modülasyon ve koordinasyon formülleri üzerinden malzeme dilini ve yapı bedenini kurarken, diğer yanda da gazete basım ünitelerini merkeze alan ve yapı içinde onu görünür kılan özgün bir tipoloji sunar. Teknolojinin olanaklarının kullanılması ise tipoloji ile yapısal bedenin arakesitinde, her ikisinin de varoluşunu olanaklı kılan, ancak kendini teşhir etmeyen, fetiş haline getirmeyen bir dengede var olur.

Yapı temelde oldukça basit; 36m x 108m taban alanına sahip kutu merkezinde baskı holünün yer aldığı 18m x 72m’lik 4 kat yüksekliğindeki boşluk etrafında örgütlenen; ve baskı holünün ofislerden izlenebildiği açık ofis sistemini barındıran Köşelerinde 6 adet temel çekirdek ve servis şaftının bulunduğu brüt beton, hafif çelik ve camdan oluşan bir yapıdır. Bu  basitliğin ardında özgün pek çok detayı var eden ilişkiler sistemi vardır. Tabliyesi olmayan, asma tavan ve pek çok detayı ortadan kaldıran kaset döşemeden,  baskı holü galerisindeki 120 db sese rağmen şeffaflığını kaybetmeyen iç çeperlere ya da kişiye özel ayarlanabilen görünmez mekanik sistemlere kadar pek çok detaydan bahsedebiliriz bu yapıda…

Sabah Gazetesi Tesisleri, hem Türkiye hem de Konuralp mimarlığı içinde önemli bir eşiği de tarif eder. Türkiye’nin Özal dönemi ile birlikte (83-89) piyasa ekonomisine geçtiği; ülke ekonomisinin uluslararası sermaye ’ye açıldığı bir dönemde yapının hayata geçmesi; yokluklar dönemindeki olanakların ötesinde yeni olanaklar dünyasının mümkün olduğu ve bu olanakların Konuralp tarafından oldukça hâkim kullanılabildiği bir yapıdır. Bu hâkimiyet; yapının ilişkilerini var edecek teknolojinin nerede kullanılacağı, ne kadar kullanılacağı, neye hizmet edeceğinin tasarlandığı; global ölçekte araştırıldığı; kalem kalem hangi ülkeden hangi teknolojinin alınması gerektiğini tespit edebilmesine kadar süregiden bir özellik taşır. Konuralp bu yeni dönemde de çizgisinden kopmaz; hatta N. Grimshow gibi sınıf arkadaşlarının high-tech yapılar yaptığı dönemde; aynı bilgi hâkimiyetini benzer biçimde sürdüren ancak onu kendi koşullarında ölçülü kullanabilen yaklaşımı ile zamanın yeni koşullarına taşır.

Bu yapıda ‘brüt’ kavramı kendinin tüm çıplaklığını göstermesinin maddesel karşılıklarının ötesinde yeni anlamlar içerir. Yeni brütalistlerin jestsiz, dokunulmaz, retorikten arınmış salt pratik için var olan yapılarının aksine yapının bir retoriği vardır. Tıpkı teknolojisi gibi kendini doğrudan açmayan bir retoriktir bu. Oysa yapının en ince noktasına kadar düşünülmüş, detayları, malzeme kullanımının presizyonu bize başta dokunulmaz, mesafeli bir ilişki sunar. Fakat yapıya bir nesne olarak dışarıdan bakmıyor, içine dâhil oluyorsanız; yapının size kavranabilir ilişkiler sistemi sunması, kendini oluşturan akılla bir bağ kurma açıklığı sunması bu algıyı kırar. Pragmatik olanaklar uzayı olmaktan öte kendi değerler sistemi ile iletişim kurulabilir yapı sunar. Özgün tipolojisini de tam da bu özelliği ile yansıtır. Yapının tipolojik temelleri ‘gazete tesisi’ programına mesnetlenmemiştir. Tasarım düşüncesi zamanın getireceği farklı olasılıklar uzayında yapının niteliklerini sürdürebileceği öncelikleri barındıran önemli bir öngörüye sahiptir. Bu düşünce 2004 yılında yapının ‘İş Bankası’ tarafından kullanılmaya başladığı anda sınanır, tecrübe edilir. Yapının tüm yapısal nitelikleri bu süreçte değiştirilme ihtiyacı duyulmadan tüm detayları ile aynen sürdürülerek kullanılır. Yapıdaki tek farklılık gazete baskı makinalarının var olduğu holde olur. Bu holde makinaların yerini katlara rampalarla bağlanan, aynı ilişkiler düzlemini kullanan yeni bir çelik strüktür alır. Yapı bu sınavda zamanın koşullarına yenik düşmez; aksine kendi düşüncesini de kanıtlarcasına niteliklerini tekrar açığa çıkartır. Bu anlamda yapı; kendi kimyasını görünür olanın ötesindeki ilişkiler sisteminin içindeki yaşamın bağlamı ile yeniden tamamlar. Belki de yapıyı bir nesne ya da dönem yapısının ötesinde okumamıza izin veren; yapıyı belli bir zamana bağımlı kılmayan da budur.

 

Boğaçhan Dündaralp,

 

pdf olarak indirmek için tıklayınız:80-83

Where Am I?

You are currently browsing entries tagged with boğaçhan dündaralp at boğaçhan dündaralp.

%d blogcu bunu beğendi: