2020/02: TECHNE / Aura İstanbul 6.Dönem Çalışmaları Sergisi / Yürütücüler: Boğaçhan Dündaralp-Hakan Tüzün Şengün
Şubat 27, 2020 § Yorum bırakın
TECHNE
Yeni manzaralar aramak yerine,
yeni gözler edinin.
Marcel Proust
“Yapı, mekân ve hayat için bedenleşirken tektonik, bu oluşun özünü ifade eder. Bu fiziksellik ve madde dünyasını var eden insan bağlam, içerik, madde ve uzam ile bunu biçimlendirir, ölçülebilir kılar, zamansallık ve konum kazandırır. Mimarlık alanında tektonik, mimari bir dil ve gramerin kuruluşu bağlamında ele alınabileceği gibi neden/sonuç ilişkilerinin ötesinde, yapının poetikasına dair bir içeriğin kurucu ögesi de olabilir.” ifadesi ile yola çıkmış, dönemin temasını mimari yapının tektonik gramerine dair araştırmacı / deneysel süreçler üzerine kuran ve mimarlık edimini bu poetik varoluşu içinde ele alan bir eksen belirlemiştik.
Bu anlayışla dönemin hemen başında, özellikle yapmanın bilgisi üzerine düşünerek, İstanbul’da, sokakta, yaşamın informel detaylarının sökümü ve serimi üzerine çalıştık. Yaklaşık bir ay boyunca gündelik hayatın doğasını ve kamusal mekanda varolma biçimlerini çözümlemeye çalışarak, rutin ilişkilerin ötesine geçen bir anlama çabası içinde “seyyarların tektoniği” üzerine yoğunlaştık.
Atölye sürecinde bu bakış ile ‘mimarlık nesnesi’nden çok gündelik hayat içindeki fizikselliğin arkasındakini keşfetmeye ve bu dünyanın niteliklerini mimarlığın araçları ile anlamaya yönelen bir bakış geliştirmeye çalıştık. Özellikle kente, sokağa ve İstanbul’a yönelik araştırmayı yeni ufuklar yerine ‘yeni gözler’ keşfetmek üzerinde temellendirdik. Farklı düşünme ve ifade biçimleri oluşturarak metodolojik bir bakışın araçlarını bulmaya gayret ettik ve çoğu zaman bu yaklaşım ile konuları bu pencereden ele alarak çözümlemenin kapsamlı bir serim kurabilmesi için gayret ettik.
Bu dönemin ilk konuşmasında “çalışma alanımızı rutinin dışına çıkmak” olarak belirledik. Bizimle birlikte tüm arkadaşlarımızın yoğun ve özenli gayretleriyle yeni yolculuklara çıktık, keşfettik, ayrıştırdık, yeniden baktık, konuştuk, yaptık, düşündük ve en çok da üretim üzerine odaklanan bir atölye süreci kurmaya çalıştık. Şimdi bu sergi ile sizinle de paylaşarak dönemi tamamlıyoruz.
İyi seyirler…
TECHNE
Instead of looking for new landscapes, get new eyes.
Marcel Proust
“As structure comes into being for space and life, tectonics expresses the essence of this being. This is the human condition that creates the world of physicality and matter, shapes it with content, matter and space, makes it measurable and changes the temporality. Beyond the cause / effect, it can also be the constituent element of content on poetics.” as we set out the theme on the experimental processes of the tectonic grammar and takes the act of architecture within this poetic existence.
For about a month, we have focused on the “tectonics of peddlers” in an effort to understand the routine trying to analyze the nature of everyday life and the way they exist in public space within the informal details of life in Istanbul, on the street, at the beginning of the term, especially considering the knowledge of doing.
With this perspective the quality adjustment required for everyday life rather than the object of architecture and information about the quality in this world. We based our research on public space and streets of Istanbul for discovering new eyes instead of new horizons. We have tried to find the tools of a methodological view by choosing different ways of thinking and expression, and we have tried to design and analyze this approach.
In the first speech of this term, we determined our aim as “being out of the routine”. We have embarked on new journeys, discovered, looked again, talked, made, thought, and tried to establish a studio process focused on production, with the intensive and careful efforts of all our friends. Now we are completing the period by sharing with you with this exhibition.
Bon voyage…
2019/06: Eğitim Mimarisi (Boğaçhan Dündaralp/ddrlp)/ Anaokulu İşletmeciliği Eğitimi / Likya Danışmanlık
Haziran 27, 2019 § Yorum bırakın
2016/12: Fide Okulları /tasarım dergisi 266
Aralık 21, 2016 § Yorum bırakın
pdf olarak okumak için: fide_okullari
2014/12: Radikal Demokrasi Kent Karşılaşması / Seminer ve Atölye / MODE istanbul / Kuzguncuk Bostanı
Aralık 11, 2014 § 4 Yorum
Farklı topluluk ve disiplinlerden aktivistler, medya üreticileri, akademisyenler, sanatçılar ve fikir savunucuları, müşterek (kamusal) alanların geri kazanımı için verilen mücadeleler ile bu konudaki alternatif ve disiplinlerarası yaklaşımları farkındalık ve görünürlük ekseninde ele almak üzere 13 Aralık Cumartesi günü DEPO İstanbul’da bir araya geliyor.
Seminer ve atölyede, müşterek (kamusal) alanda yaratılan ortaklıklar, fiziksel ve zihinsel mekanlarda yaşanan deneyimler paylaşılacak. Ayrıca, eylemsellik, tabandan katılımcılık, şeffaflık, özyönetim, toplumsal bilinçlenme, kolektif üretim ve ortaklaşma pratikleri üzerinden alternatif yaklaşımlar değerlendirilecek. Bu kapsamda medya üretimi ve iletişim alanındaki ihtiyaçları tespit etmek, çözüm üretmek, kampanya fikir ve stratejileri geliştirmek üzere de çalışmalar gerçekleştirilecek.
Program
10.30- 10.45 Kahve ve kayıt
10.45- 11.00 Açılış ve Video gösterimi
Casa Grande del Pumarejo, Emek Filoğulları Benítez, Spain/Turkey, 2013, 05:00
Radical Democracy In Practice, Milan Perisic, Serbia, 2014, 02:03
Seminer 1. Bölüm
11.00 – 11.20 Boğaçhan Dündaralp (ddrlp)
11.20 – 11.40 Can Pürüzsüz (140journos)
11.40 – 12.00 Aslıhan Şenel (İstanbul Teknik Üniversitesi)
12.00 – 12.20 Özge Çelikaslan (Artıkişler Kolektifi)
12.20 – 12.30 Soru Cevap
12.30- 12.45 Ara
12.45 – 12.50 Video gösterimi
#OccupytheMoney, Terrorismo de Autor, Spain, 2012, 01:43
Autonomy on Wheels, Attila Endrődi-Mike, Hungary, 2014, 05:00
Seminer 2. Bölüm
12.50 – 13.10 Arzu Erturan (Sokak Bizim Derneği)
13.10 – 13.30 Ezgi Öz (Kuzey Ormanları Savunması)
13.30 – 13.50 Cem Baza (Gezi Parkı Sanat Kolektifi)
13.50 – 14.00 Soru Cevap
14.00 – 15.30 Öğle Arası
15.30 – 18.30 Atölye Alternatif Kentsel Yaklaşımlar
SEMİNER: MÜŞTEREK ALANLARIN GERİ KAZANIMI
Medya ve iletişim, kültür-sanat, tasarım, mimarlık, şehir planlama gibi farklı alanlardan konuşmacılar, video gösterimleri eşliğinde, farklı mahallelerdeki canlandırma, iyileştirme ve koruma projeleri, alternatif plan üretimleri, müşterekleri haritalama, dayanışma deneyimleri, sokak mücadeleleri, dijital kamusal alan, sokak sanatları gibi başlıklar altında deneyimlerini paylaşacak ve soruları yanıtlayacaklar.
ATÖLYE: ALTERNATİF KENTSEL YAKLAŞIMLAR
Katılımcılar, müştereklerin geri kazanımına ve kentin geleceğine dair soru ve cevaplar üretecek, alternatif proje girişimlerine, kullanılabilecek medya araçları ve iletişim stratejilerine yönelik fikir alışverişinde bulunacak ve gruplar halinde yaratıcı egzersizler gerçekleştirecekler. Bu ortaklaşa fikir üretimi ve aksiyon alma süreci belirli aralıklarla düzenlenecek olan Kent Karşılaşmaları ile devam edecek.
MÜŞTEREKLER…
Müşterekler, toplumun tüm üyelerinin erişimine eşit şekilde açık olması gereken hava, su ve toprak gibi doğal kaynaklar ile kültürel, eğitsel, kentsel, bilimsel kaynakları anlatır. Hem herkese ait olan hem de kimseye ait olmayan müşterekler, sivil toplumun ihtiyaçlarının merkezde olduğu, sosyal hakların ve katılımcı süreçlerin deneyimlendiği bir alan olarak karşımıza çıkıyor ve daha yaşanabilir ortak bir geleceğin temellerini oluşturuyor.
Kuzguncuk Bostanı Yerel Mücadelesi-Boğaçhan Dündaralp sunum videosu
Etkinlik için daha fazla bilgi:
http://www.modeistanbul.org/labmode/radicaldemocracy/program/
Etkinlikle ilgili Ece Basay’ın yazısı: Gezi’s and the Battle for Public Spaces in Turkey
2011/03: bostana alternatif proje girişimi
Ağustos 1, 2011 § Yorum bırakın
2011/04: vertical urbanity / düşey kentsellik / sunum / lecture
Ağustos 1, 2011 § Yorum bırakın
CRAFTED TOWER
ARCHITECTURAL ASSOCIATION SCHOOL OF ARCHITECTURE
AA ISTANBUL VISITING SCHOOL
_ etkinlik haberi için tıklayınız.
_ etkinlik duyurusu için tıklayınız.
_ “AA / crafted tower” hakkında daha fazla bilgi için tıklayınız.
_ atölyede üretilenler ve değerlendirmeler dosyası için tıklayınız.
2010/12: asilik sonrası mimarlık / esra akcan
Temmuz 31, 2011 § Yorum bırakın
–
Osmanlı Başkentinden Küreselleşen İstanbul’a: Mimarlık ve Kent, 1910-2010
15-16 Ekim 2010, 3. İstanbul Sempozyumu
Günkut Akın, Namık Erkal, Cana Bilsel, İpek Yada Akpınar, Burak Boysan, Neşe Doğusan, Ela Kaçel, Tuna Kuyucu, Esra Akcan, Arda İnceoğlu, Ayşe Şentürer
İpek Yada Akpınar [editör]
Osmanlı Bankası
Aralık 2010
ISBN:9789944731232
Osmanlı Başkentinden Küreselleşen İstanbul’ a: Mimarlık ve Kent 1910-2010 / Asilik Sonrası Mimarlık, Esra Akcan
2010/04: prison break / mimarlıkta rekabet / görüş-tartışma
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
Prison Break*
İstanbul; coğrafyası, topoğrafyası,büyüklüğü,yoğunluğu ve dinamik temposu ile diğer Türk kentlerinin kentleşme temposundan ayrı bir profil çizmektedir. Kent, son yüzyılda modern kentlerin karşılaştığı tüm sorunlarla yüzleşmekle kalmayıp, kendine has dinamiklerle de kendine özgü kentsel durumlar, karşılaşmalar üretmektedir. Kentin bütünsel olarak algılamayı ve ele almayı zorlaştıran bu doğası, sürekli kendi üzerine katlanan oluşumu var etmektedir. Kentin bu temposu ile birlikte kent yöneticilerinin bu kenti küresel pazara açma ve pazarlama çabasına; bu çok aktörlü ve çok katmanlı kent tartışmalarına mimarlık alanından bakıldığında, özellikle son yıllarda ilginç açılımlar yaratmaya gebe potansiyeller barındırmaktadır.
Kentsel organizmanın bu kontrolsüz devinimi içinde kavranılmaya çalışılan durumlar ve durumlara ilişkin olaylar, çevresine ayna tutan ve deneyim üretecek gözlere ihtiyaç duymaktadır. Kişisel deneyimlerimiz içinde yer alan, İstanbul’da açılan son 5 yıldaki ulusal ve uluslararası ‘yarışmalar’; bir olaylar dizisi olarak kenti, kentin aktörlerini, mimarlık ortamını ve mimarların konumlanmalarını anlamak için incelendiğinde bir indikatör işlevi görebilir.
İstanbul bağlamına konuyu taşımadan önce yarışmaların Türkiye’deki seyrine bakmak değerlendirme referanslarımız açısından önemli görünmektedir.
Türkiye’deki ‘mimarlık yarışmaları’; nitelik ve nicelik (sayı, süreç ve sonuç ürün) çerçevesinde dünyada olup biten projelendirme süreçlerindeki dönüşümlerden oldukça kopuk, farklı bir rota izlemektedir. İstatistiklere bakılırsa ; Türkiyede 2000 yılından bu yana ortalama yılda 40.000 yapı yapılmaktadır. Bu sayının 4000’i kamu yapısı ve bu 4000 yapınının 4 tanesi yarışma ile elde edilmeye çalışılmaktadır. 1930-2008 arasındaki istatistiklere bakılırsa; 78 yılda, yalnızca 16’sı uluslararası olmak üzere 710 yarışma açıldığı kayıt edilmiş görünmektedir. Bu bilgiye göre yıllık açılan yarışma ortalaması: 9.1’dir. Bir karşılaştırma yapılırsa; 2007 yılındaki resmi olmayan verilere göre Almanya’da yılda 700 yarışma yapıldığı belirtilmektedir ki; bu sayı neredeyse 78 yılda Türkiye’de açılan yarışma sayısına eşittir.
Türkiye bağlamında mimarlık ortamından bakıldığında; yukarıdaki istatistiki seyri izleyen mimarlık yarışmalarının, zamanla içine kapanan, ne mimarların ne de yarışmayı açanların sonuçlarından mutlu olduğu, yapılı çevreye veya ortamın mimarlık bilgisine katkı üretemeyen ve sürekli kendi varlığını baltalayan bir mekanizma olarak algılandığı söylenebilir.
Bu sürece dair algı; yarışmaların, yalnızca rakamlara yansıyan niceliksel bir sonuç olarak değil, tartışmaları ve sonuç ürünleri ile niteliksel olarak da kendi varoluş nedenini giderek geçersiz kıldığı bir ortam oluşturduğu yönünde gelişmektedir.
Şiddeti dönemsel değişkenlik gösteren bu durumun, cumhuriyetin başından bu yana mimarlığın ve mimarın toplumsal hayattaki tariflenemeyen rolü ile ilgili bir süreklilik içerdiğini söyleyebiliriz. Bu süreklilikte ‘yarışmalar ortamı’ mimarlığın varlık savaşı verdiği ortamlardan yalnızca biri olarak görülmelidir. Mimar’ın bu ortamdaki sorunlu varlığı ne yazık ki ortamın mimarlık alanı ile ilişkisini de sorunlu hale getirmektedir. Mimar’ın bir aktör olarak kendi varlık alanını inşa etme sürecinin bu ülkede belki de hiçbir zaman kendi sağlam zeminlerini üretemediğini söyleyebiliriz. ‘Pratik dünya’da yalnızca imza tamamlamak için aranan bir aktöre indirgenmiş bu rol; yarışmalar alanı başta olmak üzere, eğitimden başlayarak kendi çıkış yollarını yaratmada da oldukça sorunlu bir ortam oluşturmaktadır. Bu durum da ne yazık ki mimarı kendi ortamından başlayarak diğer toplumsal katmanların mimarlık alanı ile ilişkisini sorunlu hale getirmektedir. Bu sorunlu ilişkiye, mimarların durumlara duruş belirleyememe zafiyeti de eklenince, genel tablodaki bu temel problemler kolay analiz edilebilir ölçekleri aşmaktadır.
Bu tablo için bütünsel çözümler beklemeyen, ortamın gevşek zemininde hareket edebilme becerileri ve duruş geliştirmeye çalışan daha genç bir kuşağın temsilcisi gözüyle, son beş yıl içinde İstanbul’da ulusal ve uluslarası olarak açılmış bazı yarışmalardan seçkiler yaparak yazının çerçevesini açmaya çalışacağım.
Türkiye yarışmalar tarihindeki en önemli kırılmalardan birini başlatabilecek potansiyel olaylardan biri kuşkusuz 2005 yılında Türkiye’nin EUROPAN 8 organizasyonuna katılmasıydı. Europan ilk ortaya çıktığı 1980’den beri Avrupada ilgi çeken ve izlenen bir etkinlik ortamı. 2 yılda tekrarlanan bu yarışma ağının ilgi çekici yanı, Avrupa coğrafyasının somut ve yerel sorunlarını mimarlık ortamının gündemine taşıması. Europan’ın kalıcı bir merkezi, hiyerarşisinin olmaması, ülkelerde her defasında değişen ulusal komiteler kurulması, yerel yönetimlerle ve müdahale gücü olan kurumlarla işbirliği içinde, çeşitli kentlerin üzerinde çalışılmaya değer ve dönüşme potansiyeli taşıyan kritik noktalarını saptaması, saptanan alanları, yine değişken bir koordinasyon kurulu aracılığıyla Avrupa mimarlık kamuoyuna bir yarışma programı ile duyurması, 40 yaş altı mimar kesiminin 50 civarında şehrin, 100 civarında yeri ve konusuyla aynı anda karşı karşıya gelmesi ile mimarlarla şehirler ve sorunları arasında çok önemli bir iletişim modeli önermektedir.
Zeytinburnu’nda yüksek deprem riskinden ötürü kentsel ölçekte bir yenileme çalışması yapılması planlanlandığından, bu kapsamda Sümer Mahallesi özelinde, EUROPAN 8’den hem yetersiz kentsel dokunun yenilenmesini hem de mevcut sosyal çevrenin dönüşümünü olumlu etkileyecek projeler oluşturulması bekleniyordu. Bu iki açıdan çok önemli bir fırsat oluşturuyordu. İlki; Türkiye’den katılacak genç Türk mimarların kendi coğrafyasının üretim ilişkilerine sıkışmış dar alandan çıkması, farklı bir düzlemde kendini sınaması, yeni kavrayışlar ve deneyimler üretmesi. İkincisi; bir kentsel problemin ele alınışına dair mimarından yerel yönetime çok aktörlü uluslarası bir zemin oluşmasıydı. Fakat çok önemli fırsat ne yazık ki katılımcılarının deneyimleriyle sınırlı kaldı. Böyle bir fırsatı ne mimarlık ortamı değerlendirdi ne de yerel yönetimler ve müdehale gücü olan kurumlar durumu ciddiye aldı. Yarışma sürecinin de suni teneffüs ile zorla yürütüldüğünü sonradan öğrendiğimiz bu organizasyon sonrasında da bir ilk ve son oldu… Artık Türkiye bu organizasyona katılamadığı gibi durumu katılımcı olarak deneyimleyen genç mimarlar da sonraki yıllarda bu yarışmalara katılımı EUROPAN organizasyonu tarafından kabul edilmedi. 2008 yılında başka bir gelişme yaşandı. Yarışma alanlarından biri olan Zeytinburnu Sümer Mahallesi’ni “dönüştürecek” projeler ilan edilmeye başlandı. KİPTAŞ tarafından üretilmiş bu projeler, ‘Yer’e ait gerçeklikten uzak, sosyal ve kentsel içerikleri boşaltılmış ve klişelerle üretilmişlerdi. Sanki EUROPAN deneyimi yaşanmamış, oraya ait tartışılacak pek çok konu gündeme getirilmemiş gibi… Mimarlık ortamı yine ektiğini biçmiş, kendi etkinlik alanının tartışmalarını, gündelik yaşam pratiklerine taşıma boyutunda kendini meslek pratiğinin alanına sıkıştırıp kendini proje çizen adam pozisyonunda tutarak, kendi ortamının tıkanma odaklarını açacak, örnek oluşturacak bir fırsatı elinden kaçırmıştı.
Bir başka fırsat UIA 2005’in İstanbul’da yapılması ile yakalandı. Mimar, kent ve kentlinin gündemiyle, kentin sokaklarıyla ve gündelik yaşantı ile doğrudan karşılaşma fırsatı yakaladı. Sadece mimarlık kongresi aracılığı ile değil, kongrenin yapılacağı ve kente yayılacağı alana ait, hayata geçirilecek bir yarışma aracılığı ile de… Yarışma; meslek odası (mimarlar odası) tarafından açılmış ve dünya mimarlarının ve kentlinin buluşmasına olanak verecek ‘pazaryeri’ fikrinin kurgulanabileceği öngörüsü ile, taleplere göre değişken, hazırlık süresince dinamik bir yapıya dönüşebilecek bir senaryo ve bu bağlamda çözümler üreten bir düzenleme elde etmeyi amaçlamıştı. Fakat yarışma sonucu elde edilen proje uygulama fırsatı bulamadığı gibi kendi mimarlık ortamında başka bir yara açtı. Meslek odası ile kendi üyeleri arasında oluşan bu yaranın, acemilik,deneyimsizlikle ya da organizasyonel beceriksizlikle oluştuğunu söylemek, temelde duran meseleleri gözardı etmek olacaktır. Oda ve üyeleri arasında kavgalar, davalar kamuoyunda fazlası ile gündemde yer aldı. Daha sonra açılan ve mimarlar odasının boykot ettiği ulusal yarışmalardaki tavrı ile kendi üyeleri arasında gelişen ilişki kurma şekilleri bu yaranın sürekliliğindeki travmalar olarak yorumlanabilir. Bu deneyim bize, mimarlık ortamından dışa doğru yükselen ve kendi toplumsal rolü hakkındaki endişelerini dile getiren feryatların, ortamın kendi içindeki sorunlu ilişki ve iletişimden başladığına çok iyi bir örnek oluşturmaktadır.
Mimarlık ortamı bu deneyimleri yaşarken İstanbul, politik ve ekonomik iktidarlarca küresel pazarda yer kazanma adına ortama düşen yeni projelerle gündeme geliyordu. Kamu arazilerinin, özelleştirilmesi ve satışı konusunda kentte bir takım kararların uygulamaya geçirildiği bu dönemlerde; İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Dubai Holding bünyesindeki Dubai International Properties arasında gayrimenkul yatırım ortaklığı kurulmasına ilişkin anlaşma, İstanbul’da imzalanıyordu. Bu anlaşma çerçevesinde İstanbul’un önemli ticaret aksı olarak gelişen bölgede, İETT arazisi olarak bilinen alan üzerinde Dubai Towers olarak bilinen bir projenin bu alanda yapılması kentin gündemine düşmüştü (2005). Sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının açtığı davalar,televizyonda kulelerin mimarisi,trafik yükü gibi tartışmaları ile konu uzun zaman kamuoyunu meşgul etmiş, bu alanda düşünülen yatırımı askıya almıştı.
Bu süreç; politik ve ekonomik iktidarlar için ‘İstanbul’da göz önünde kamu arazilerinde hele uluslarası yatırımlarla birşey yapmanın nasıl sonuçlar vereceği açısından çok öğretici olmuştur. Hem uluslararası yatırımcıyı korkutmamak hem de ortamın çok aktörlü, yıpratıcı süreçlerinde yeni stratejiler üretmeleri için bir deney alanı oluşturmuştur. Aynı dersi meslek odasının kamu arazilerini takip edip, bir dizi dava açması dışında mimarlık ortamı nasıl çalışmıştır? Bu büyük bir soru işaretidir. Mimarlar ve ortamı hala meseleyi kendisine söz ve fırsat verilmesini bekleyen, kulubedeki oyuncu gibi beklemeyi sürdürmüştür ve sürdürmektedir.
Bu gündemleri takiben İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilişkisinin kavranamadığı, içinde kimi kaynaklara göre 500 mimar, mühendis ve akademisyenin görev yaptığı (resmi olarak BİMTAŞ Boğaziçi İnşaat Müşavirlik A.Ş. bünyesinde görünen) İstanbul Metropoliten Planlama (İMP) kurumunun 2006 ve 2007’de açtığı, boykot edilen ve çok tartışılan biri ulusal ve diğeri uluslarası iki yarışmayı İEET arazisi ile tartşmaları görünür olan bir stratejinin parçası sayabiliriz.
Hangi yetki ve kanallarla işlerin aktarıldığı belli olmayan ancak İstanbul’a ait planlama kararlarının üretildiği bir merkez olan IMP; bazen bir belediye şirketi gibi, bazen de özerk bir yapı gibi davranarak, uzlaşılmış bir sessizlik içinde kendini meşrulaştırmış, varlığı sorgulanmaz bir ayrıcalıkla çalışmalarını sürdüren bir kurumdur.
2006’da IMP tarafından davetli uluslarası yarışma şeklinde açılan Kartal – Küçükçekmece Kentsel Dönüşüm Projesi yarışması, İstanbul’un küresel pazardaki konumu için bir başka stratejik adımdı. Türkiye’nin uluslararası yarışmalar tarihi içinde son 10 yılda açılan ve sonuçsuz kalan Gelibolu ve İzmir kentsel tasarım yarışmalarının ardından ülkenin uluslararası kredi notunu yükseltmek için de bir başka çaba olarak görülüyordu. Kartal Maltepe Kentsel Dönüşümü projesi için Zaha Hadid, Massimiliano Fuksas ve Kisho Kurokawa; Küçükçekmece Projesi için de Kengo Kuma, Winny Maas ve Ken Yeang davet edildi. Sonrasında Türk mimarların süreçte var olup daha sonra devre dışı kalmaları, aktörler ve süreç tartışmalarının, sonuçların ‘kent, mimarlık ve kentsel dinamikler çerçevesinde okunmasının önüne’ geçtiği yoğun bir tartışma gündemi oluşturdu. Oysa tartışma gündemini yaratacak ortam, yarışmayı bir nevi iş alma süreçleri ve yarışma sürecindeki aktörlerin ilişkilerine indirgemek yerine tartışma gündemini kentsel bağlamlar çerçevesinde kentin gelişme dinamikleri içinden de üretebilseydi ‘İstanbul’ ölçeğinde daha önce tartışılmamış yeni bir deneyimi üretebilirdi. Bu deneyim üretimi ve tartışma biçimi, kentin farklı bağlamlarında yeni tartışmalara model üretebilir ve konunun yarışma kapsamında sıkışıp kalmasını önleyebilirdi. Belki de o zaman mimarlar kendilerine fırsat verilmeyi beklemek yerine kendi fırsatlarını başka bağlamlarda yaratabilecekleri bir zemine kendilerini taşıyabilirlerdi. Bu yarışmayı sansasyon ve reklam olarak gören başka genç kuşakların aksine okumalarının deneyim hanemize katacak hala çok şeyi olacağını düşünüyorum. Konuyu her ne kadar küresel pazar içindeki kentsel stratejilerin bir parçası olarak okusak da; yaşanan bu deneyimleri bir cevap hakkı olarak farklı biçimlerde ve bağlamlarda üretmenin bir aracı olarak kullanmak mümkün olabilirdi… Tıpkı yine IMP’nin 2007 ylında açtığı ve mimarlar odası tarafından “kamu alanlarının oranını azaltarak, yapılaşma yoğunluğunu arttırdığı… “ gerekçesiyle boykot ettiği ‘Maltepe Bölge Parkı Fikir Projesi’ yarışması için de yapılabileceği gibi… Mimarlar odası, yarışmayı boykot etme ve hukuki yollara başvurma dışında o bölgenin yaşadığı duruma mimarlık ortamı içinden yanıtlar üretilebilecek uygun koşulların oluşturulması ve konu için alternatif çalışmaların üretibileceği bir zemine konuyu taşıyabilmeliydi.
Bu süreçlere ait tartışmaların giderek konuyu, kent kararlarını yarışmalar yoluyla meşrulaştırmaya çalışan politik ve ekonomik iktidarlarına karşı hukuki bir mücadeleye ya da bu süreçlerde rol alamadığı için hırçınlaşan mimarların konuyu süreç tartışmalarına indirgediğini gözlemledik.
İstanbul’un önemli kentsel noktalarından birinde yer alan Zincirlikuyu Karayolları Arazisi tıpkı İEET arazisi gibi kamu arazilerinin özelleştirimesi yoluyla satıldı. Bu sefer yabancı bir yatırımcı değil, yerli bir holding, ‘Zorlu Grubu’ ihaleyi kazandı. İEET arazisindeki durumdan dili yanan ve süreç içinde ulusal ve uluslarası düzeyde yarışma süreçlerinden çok şey öğrenen yerel yönetim, politik ve ekonomik iktidarlar, ortamı velveleye vermeden, kamuoyunda büyük tartışmalara yol açmadan bir ulusal-uluslararası ortaklı bir yarışmayı sonuçlandırmanın bir yolunu buldular. ZORLU CENTER Mimarlık ve Kentsel Tasarım Yarışması (2007) olarak açılan yarışmada ne değişmişti ? Medyada ve mimarlık ortamında neden öncekiler gibi gürültü patırtı çıkmamıştı ? Oysa temelde hiçbirşey değişmemişti ve tartışma odakları aynıydı. Konu yine kentin önemli noktalarından birinde yer alan bir kamu arazisinin özelleştirilmesi idi. Yarışma programının kamusallığı, kentle ilişkisi gibi pek çok konu öncekilerde olduğu gibi tartışma gündemi olabilecek iken olmamıştı. Çünkü; önceki süreçlerde daraltılan tartışma çerçevesine şöyle yanıt üretilmişti: Özelleştirme sonrası yarışma yapıldığı için, meslek odaları ve uluslararası yarışma standartlarından çıkıp bir işi ihale etme yöntemine dönüştürüldü. Sınırlı yarışma yerine herkese açık bir ihale yöntemi kullanıldı. Buna karşın katılımcılarda yüksek standartlarda koşullar arandı. Böylece katılımı zorlaştırıp Türk mimarların büyük çoğunluğunu uluslararası ortaklığa iterek ‘iş verme mekanizması’ biraz şeffaflaştırıldı. Büyük rakamlara satıldığı için ve rant beklentileri içinde satın alan kurumun yapmayı düşündüğü yapının yoğunluğu ve programı bu gündemde sorgulanmadan meşrulaştı. Sonrasında iki Türk mimarın projesi seçilerek birlikte bir konsorsiyum oluşturmaları istendi. Ve tüm bu sureç kamuoyu haberdar edilerek ilerletildi. Böylece mimarlarımızın istedikleri gibi kulubeden çıkma istekleri yerine geldi mi bilmem ama bizler ne yazık ki mimarlık ortamının da katılımcı mimarların da bu koşullara teslim olduğu bir süreci yeniden gözlemledik. Bu noktada, sorumuzu, ‘ne değişmemişti?’ olarak tekrar yinelersek: Elde edilen projelerin kent, kentsel ve kamusal durumlar açısından pozisyonları, yoğunluğu, programları, mimarın pozisyonel olarak kendi tarif ettiği kulubedeki çaresizliği vb.gibi konuların temelde değişmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Burada anlatılan örnekler üzerinden konuşursak; neden bu temel durumlar üzerinden hiç konuşulmamış ve tartışılmamıştır? Mimarlık ortamının ve mimarların terk ettiği bu alanları kim dolduracaktır? Bu süreçlerden neler öğrenilmiştir ? Mimarlığa ve kente bu kavga dövüşte yaşanan deneyimlerden ne kalmaktadır ? mimarlar ve mimarlık ortamı bu fırsatları nasıl değerlendirmişti r? Sonuçta görünen odur ki; mimarlık üretimini bina üretimine indirgeyen, mimarı da proje çizen adam olarak gören ortam için pek birşey değişmemiştir. Oysa tüm bu süreçler bir fırsat olarak görülebilirdi. Türkiye’de sorunlu olarak duran mimarlık; kendini iyileştirmek için hijyenik koşulları aramak yerine, kendi kaderini belirleyecek otopsileri bu süreçte yapabilir, kendi dışındaki oluşumlarla ve aktörlerle beraber ortama kendi katkısını üretebilirdi. Mimarlık bu ortamda başka nasıl bir döngüyle kendisini geliştirecektir ? sorusunu burada sormak gerekmektedir.
Mimarlar ve mimarlık ortamı; kendi etkinlik ve bilgi alanı içinden üreteceği görüş ve alternatif duruşları kendi araçları ile oluşturamadığı ve diğer aktörlerle iletişim kuracak iletişim zeminlerini araştırmadığı için de hayıflandığı o kulübede oturmaya hep devam edecek gibi görünmektedir.
Mimarlar, mimarlık bilgi alanının taradığı geniş kültürel alan içinden varlıklarını farklı şekillerde üretmek yerine, bu alanın belli yerlerine öbeklerenerek ve sıkışarak kendilerini profesyonel alanın dünyasına kapatmakta ve bütün çözümlerini buradan aramaktadırlar. Mimarlar, mimarlık bilgi alanında terk ettiği bu alanların, kendi çevrelerinde, kendi elleriyle oluşturdukları büyük duvarlar ve sınırlar haline dönüştüğünü fark etmemeleri ya da fark edenlerin çaresizce teslim olmaları, kabullenmeleri de başka bir muammadır. Kabullenme ve teslimiyet unutmayı, farkındalık eksikliğini ve kuşaklarası hafıza kaybını tetiklemekte, her kuşak kendi özgürlüklerini değil, bu duvarların ağırlıklarını miras almaya zorlanmaktadır.
Öyle görülüyor ki; Türiye’de mimarlar, kendini profesyonel üretim alanına sıkıştırıp, eğitimden üretime tüm varlıklarını bu alanın içinden gerçekleştirmeye çalıştıkları sürece şikayet ettikleri sorunlu ilişkileri sürdürmeye devam edecek ve olagelen tekrar tekrar üretilmeye devam edecektir.
Boğaçhan Dündaralp /mimar, ddrlp
*her mimarın içine doğduğu ataları tarafından inşa edilmiş mimarlık hapishanesinden kaçma fırsatları…
_ medya içeriği ve metin görsellerini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
“Prison Break” metni is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.
2010/02: istanbul para-doxa / londra_istanbul
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
–
İstanbul Para-Doksa
Kent ve Mimarlık Üzerine Konuşmalar | Conversations on the City and Architecture
Boğaçhan Dündaralp, Aslı Kıyak İngin, Nilüfer Kozikoğlu
Pelin Derviş [editör] , Orhan Kolukısa [tasarım]
Garanti Galeri
Temmuz 2010
ISBN: 9789944731218
_ tartışma metinleri için tıklayınız.
_ “boğaçhan dündaralp/projeler” içeriği için tıklayınız.
2010/02: ropörtaj – değerlendirme / londra_istanbul
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
“Bu Tür Çabalar, Pek Çok Açıdan Kendisini Bir Deneyim Olarak Üretiyor”
_ röportaj metnini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ röportaja ulaşmak için tıklayınız/arkitera-söyleşi
_ londra_istanbul değişim programı brüksel/CIVA programı
2010/02: değerlendirme / londra_istanbul
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
Londra-İstanbul Değişim Programı Amacına Ulaştı mı?
Aslı Kıyak İngin: Bence bir deneyim kazandırdı. Ve hala devam eden bir deneyim, bitmiş değil. Bu tür bir değişim programının sadece sunum ve gezi ile sınırlı kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Ortak üretim süreçleri denenmeye devam edilmeli. Ayrıca güncel kent ve mimarlık ortamı ile ilgili paylaşımların, görüş alışverişlerinin de bu tür programlara eklenmesi gerekir. Bir de İstanbul ölçeğinde bu tür değişim ve paylaşım ortamlarının yerel veya uluslararası ölçekte başlatılması faydalı olacaktır.
Boğaçhan Dündaralp: Bir etkinliğe ait bir durumu anlatmaktan çok, onun içinden çıkanı ifade etmek bana daha önemli geliyor. Bu nedenle durumu iyi ya da kötü olarak değerlendirmekten öte, bizim burdaki etkileşimimizle beraber sürecin sonunda nelerin açığa çıkacağı sanırım bu soruyu daha iyi ve faydalı olarak yanıtlayacaktır. Henüz sürecin tamamlanmaması, seyir grafiğinin değişkenliği ortak üretim bağlamında kişisel deneyime göre daha deneysel bir durum oluşturmuş görünüyor. Kişisel olandan daha sonuçsuz ve ızdıraplı bir süreç gibi görünüyor. Bu nedenle sonuç beklentisiz, sürecin sonunda oluşmuş deneyim olarak sonradan okumalara açık bir durum olarak bu konuyu ele almak gerekecek. Bu aşamada soru etkinliğinin mimarlık ortamında rolü ve bizim bunu ne kadar değerlendirebildiğimiz bağlamında sorulabilirse daha açıklayıcı olabilir.
”Exchange” değişim teması altında yapılan bu çalışma, İngilizler’in çok tipik ‘’bilgi toplama” ve kültürel ”tanıma” modelini sürdürüyor gibi görünüyor. Bizdeki gibi ”genç mimar” yerine ”emerging architect”i kullanıyorlar. Emerging gelecek vaad eden, umut veren bağlamında kullandıkları bir kavram… Gittikleri ülkelerdeki kendilerince farklı görünen taze, genç fikir ve mimarlıkları keşfetmeye yönelik bir niyet seziliyor. Ve kendi ülkelerini temsil eden benzer kuşaklarla etkileştirerek, bir tür ‘’merkez” olma sorumluluğu sergilemeye çalışıyorlar. Ancak bu niyetin bir çabaya dönüşmüyor olması, kendilerince karşısındakileri formüle etme konusundaki ısrarlı halleri, bunun aksi yöndeki açılım çabalarımızda fazlası ile ortamda bir gerilim yarattı. Bize bakışta bize kültürel pozisyonumuzu ‘’oryantalist” bir tavırla figürselleştirmeye çalışmalarını da onların en büyük zaafiyeti olarak gördüm. Mimarlık, Londra’da tasarım ve sanat gibi belirgin bir rol edinememiş olmasının ağırlığını hissediyor olmalarını fazlası ile hissettiğimi söyleyebilirim. Mimarlığın bu pozisyonu üzerine kafa yorsalarda bence bu kendileri için ağır bir hesaplaşma noktası oluşturmuş. Bu etkinlikteki çaba da tasarım ve sanatın Londra’da edindiği role benzer bir rol için bir dizi etkinlikle kendi varlıklarını gündeme getirmek olduğu söylenebilir. Londra Mimarlık Festivali de mimarlığı bir şekilde gündeme getirmek için benzer etkinliklerden biri olarak bu duruma eşlik ediyor.
Onların bu seçici geçirgen, koleksiyoner halleri, kendilerince formülleştirmeleri içinden geçtiğimiz özellikle yarışma-ortak çalışma ve workshop süreçlerindeki temel didişme konumuz oldu. Londra’daki mimarlık ortamını anlamak için bir fırsat olsa da onun için de bir şeyler yapıp yapamayacağımıza ait de bir sınama alanı yaratması da ilginç bir deney alanı oldu. Sürecin sonun merakla bekliyorum.
Nilüfer Kozikoğlu: İlk zamanlarda bize bir mail geldi ama Ömer ve Pelin’e gitmedi. Ben de o toplantıların hemen sonrasında kurumlara şunu sordum:”Sadece tanık mı olmak istiyorsunuz, yoksa tanımladığınız başka bir rol var mı?”. “Tanık olmak” cevabını aldım ve o günlerden başlayarak etkisiz eleman duygusu üzerimizdeydi. Çok açık söyleyeyim, kurgulanan şey zaten sonu planlanmış vaziyette. Çünkü gene İngiltere’nin kendi ortamının getirdiği hata yapmama ihtiyacı tam tersine hata getiriyor. Para meselesi, sorumluluk meselesi o kadar derin ki bu da fikir üretme yoğunluğuna gelebilme imkanını ortadan kaldırıyor. Örneğin jüri yapacağız, önerilerinizi gönderin diyorlar ama jüri kim belli değil. Büyük ihtimalle aynı dilde yazıp çizmeyeceğiz. Çünkü belli pratiklerin belli ortamlarda yarattığı ifade biçimleri vardır. Şunu söylemek istiyorum etkileşimde ya da yarışmanın derininde daha ilk günlerden bir çıkmaz içinde olduğumuzu hissettim. Bir malzeme göndersek de, bu nasıl anlaşılacak, değerlendirme kritiği ne, jüri raporu gelecek mi, jüri kimlerden oluşuyor hepsi belirsizdi. Ya çekip gidecektik ya da güle oynaya kendi yöntemlerimizle işin içinden baz alarak ilerleyecektik. Öyle oldu.
2010/02: london skies / londra_istanbul
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
London Skies/Yerleştirme
Soru:
The Architectural Foundation’ın 2010 Londra Mimarlık Festivali boyunca farklı etkinliklerde kullanmak istediği çatı terası, farklı aktivitelere kendini tek bir bir sahne üzerinden nasıl dönüştürebilir?
Tasarım Ekibi:
Boğaçhan Dündaralp, Aslı K. İngin, Nilüfer Kozikoğlu
2010/02: londra sunumları / londra_istanbul
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
2009/11: kent ve mimarlık günleri / londra_istanbul
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
The Architecture Foundation, Londra – İstanbul Uluslararası Değişim Programı
İstanbul’daki Genç Mimarlık Ofislerinin Karşılaştığı Zorluklar ve Fırsatlar
Değişim Programının tanıtımı: Elias Redstone (The Architecture Foundation)
Tartışma: Aslı Kıyak İngin, Boğaçhan Dündaralp (ddrlp), Nilüfer Kozikoğlu (Tuşpa NK)
Moderatörler: Pelin Derviş – Ömer Kanıpak
Tartışma Paneli – 1. Oturum
Tasarım ve Suç: Kentsel Müdahaleler ve Mimarın Pozisyonu
Tartışma: Emre Arolat (EAA), Özgür Bingöl (GB), Arno Brandlhuber (Brandlhuber b&k+),
Boğaçhan Dündaralp (ddrlp), Ertuğ Uçar (Teğet)
Moderatör: İhsan Bilgin (Profesör, İstanbul Bilgi Üniversitesi)
_ etkinlik ile ilgili arkitera.com haberi için tıklayınız.
_ etkinlik programı için tıklayınız.
_ etkinlik bitiş-değerlendirme haberi için tıklayınız.
+
_ “londra_istanbul değişim programı paneli”
2009/11: istanbul_londra / değişim programı
Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın
2009/11: çarşamba buluşmaları / 2010 avrupa kültür başkenti ajansı
Temmuz 29, 2011 § Yorum bırakın
“İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Çarşamba Buluşmalarında bu kez “Meydanların Hali Pür Melali” başlıklı yuvarlak masa toplantısına mimar Boğaçhan Dündaralp’i konuk ediyor.”
Tarih: 25 Kasım 2009
Saat: 17.00-19.00
Yer: İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstiklal Caddesi Atlas Pasajı
Çarşamba Buluşmaları herkesin katılımına açık olarak gerçekleşmektedir.
Meydanların Hali Pür Melali
Meydanlar ve neo-klasik tasarımın çözülüşü üzerine:
Boğaçhan Dündaralp
Neoklasik kamusal mekân, bir bakıma kendi dışındaki kenti devşirerek, düzenleyerek resmi alanı kurguladı ve geriye kalanı da “özel alan” haline getirdi. Kamu işlevleri de 19. yüzyılda kenti dönüştüren teknokratik müdahalelerle kurumsallaştı. Günümüzün kamusal mekânında bu işlevler birbirinden tamamen ayrıştı. Bugün teknokratik tasarım modeli kamusal alanın fragmantasyonuna yol açıyor ve neoklasik kamusal mekân çözülürken, bir bakıma kendi tasarımsal biçimini yeniden üretmeye devam ediyor.
Şimdi bugün kamusal alana yapılan müdahale biçimini yeniden yapılandırmak için sorulan sorular şunlar: Bu ayrışmış işlevlerin ilişkisel bir modele taşınması nasıl mümkün olur? Aynı zamanda farklı öncelikleri, kurumsal katmanları, kamu kavramı temsilleri olan, daha ilişkisel geliştirilen programları profesyonel anlamda öznelliklere açmak nasıl mümkün mü?
Avrupa Kültür Başkenti programı ele aldığı projelerde bu açıdan İstanbul’da yenilikçi bir deneyime örnek oluşturabilecek mi? Bu toplantıda kamusal mekânların tasarımı açısından Karaköy ve Eminönü meydanları ölçeğinde mekân kurgusunun zamandizisel olarak yapılan müdahalelere bakılarak analiz edilmesi ve yorumlanması; bu değerlendirmelerden hareketle bugün AKB programı içinde nasıl bir gelişme sağlanabileceğinin tartışılması hedefleniyor.
2009/11: ARCH+ 195 istanbul / prison break ve röportaj
Temmuz 29, 2011 § 1 Yorum
_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “prison break/boğaçhan dündaralp” metnini .pdf olarak görek için tıklayınız.
_ röportaj metnini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
+
_ “ARCH+ 195 arşivi”
_ arşivden “prison break/boğaçhan dündaralp” metni için tıklayınız.
_ arşivden dergi içeriğindeki tüm metinlere ulaşmak için tıklayınız.
_ ARCH+ 195 ile ilgili arkitera.com’ un editörler ile söyleşisi için tıklayınız.
“Prison Break” metni is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.