2020/05:Calling’20 Söyleşileri: Boğaçhan Dündaralp – Hakan Tüzün Şengün / Bir Stüdyo Deneyiminin Poetikası /

Haziran 19, 2020 § Yorum bırakın

 

Calling’20 Söyleşi Serisi 7.Bölüm: Bir Stüdyo Deneyiminin Poetikası

Moderatör: Mimar Nurgül Yardım

Konuklar: Mimar Boğaçhan Dündaralp, Mimar Hakan Tüzün Şengün

Calling’20 Söyleşileri Hakkında: Küresel Covid-19 salgını sürecinde başta İngiltere ve Türkiye olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinden tasarımcıların güncel koşullarda ürettikleri çözümleri, küresel krizin tasarım ekosistemine etkilerini kayıt altına almak amacıyla oluşturduğu çevrimiçi söyleşi serisi Calling’20, Mimarizm ve Anylab işbirliği ile gerçekleşiyor. İnternet üzerinden gerçekleştirilecek ve katılımcıların fiziksel bir mekandan bağımsız olarak izleyebilecekleri Calling’20 söyleşileri, kriz ortamında tasarımcının rolünü tekrar sorgularken, sosyal izolasyon sürecinde tasarım disiplininin çalışma biçimleri, eğitim sistemi ve iletişim süreçleri gibi farklı boyutlarıyla ele alarak oluşan refleksler ve önerilen uygulamalara dair bilgi paylaşımını hedefliyor.

Kolektif çalışma önceleyerek bilgi üretimi ve paylaşımına dair yeni yollar aradığımız bu süreçte başta Türkiye ve İngiltere olmak üzere farklı coğrafyalardan tasarımcıların ve mimarların dünyaya, doğaya, yaşama bakış açıları ve üretim yapma biçimleri üzerinden bir etkileşim ortamı yaratmayı hedefleyen Calling’20 söyleşilerine devam ediyor.

Anylab kurucusu Mimar Nurgül Yardım moderatörlüğünde 14 Mayıs günü, ddrlp mimarlık kurucusu Mimar Boğaçhan Dündaralp ve PARCH kurucusu Mimar Hakan Tüzün Şengün, yürütücüsü oldukları stüdyonun üretimlerine ve bugünkü deneyimleri üzerinden çıkarımlarına, topluluk yaratmak konusundaki tecrübelerine ve evden çalışmakta olduğumuz bugünlerde kişisel üretimlerine dair görüşlerini aktardılar. “Bir Stüdyo Deneyiminin Poetikası” başlıklı söyleşiden kısa notlar:

(…..)

Bu dönemde nasılsınız? İki aydan fazla bir süre oldu evlerdeyiz farkındalığınızın arttığı ya da bu dönemde kayıt altına aldığınız şeyler oldu mu?

Boğaçhan Dündaralp: Benim hayatımda yeni bir ritim ve zaman kavramı oluştu. İki çocuklu ev hayatının içinde yeni bir düzen kurduk. Ben bu zamana arınmada diyorum biraz. Zamanın yeniden tanımlanmış olmasının, hem mekansal olarak toplantılara ayırdığımız zaman hem de insanın kendine ve hayatına bakacak aralık yakalaması gibi farklı versiyonları var. Tüketim alışkanlıklarımız değişti, hepimizin ekonomik kaygıları, endişeleri oluştu, iş yapma biçimlerimiz değişti. Bütün bunların hepsinde doğal bir seleksiyon bir arınma var. Yeni bir ritim, yeni bir zaman ve arınma olarak bu üç kavram benim hayatıma yer etmiş durumda.

Hızlı bir tempoda yakaladım kendimi, kapanmanın ilk başladığı dönemde. Her şeye ulaşabiliyorduk; kitaplar, sergiler, podcastler… Gündelik hayatımızda sanki bunlardan mahrummuşuz ve yapamıyormuşçasına her şeyi yapmakla ilgili bir çaba içimde olduğumun aralığında buldum kendimi. Bu noktada en iyi aralık benim için durmak oldu.

Hakan Tüzün Şengün: Bende de biraz kapanmayla ilgili konsantrasyon artışı oldu bu dönemde. İstanbul hayatının gündelik ilişkileri çok karmaşık, orada büyük kayıplarda söz konusu olabiliyor. Boğaçhan Kuzguncuk üzerinde daha lokal alanda kalabiliyor, bense okula gitmek gelmek, diğer işleri yapmak onlardan sıyrılınca başka bir kapanma ve konsantrasyon alanı ortaya çıktı. Belli açıdan bana çok iyi geldi diyebilirim.

Covid Daily adında bir seri çizim yapmaya başladım ama çok ciddi değil tabi. Günün getirdikleri üzerinden, günlük gibi oldu.

(…..)

AURA İstanbul’un 2019 Güz Dönemi Sertifika Programı, Araştırma Tabanlı Tasarım Stüdyosu yürütücüleri olan Boğaçhan Dündaralp ve Hakan Tüzün Şengün; AURA’nın mimarlık okullarında yakalanamayan fırsatlara bakmak için bir imkan olduğunu belirterek, stüdyo sürecinin kendileri için enteresan bir deneyim olduğundan bahsettiler. Belli bir sonuç hedeflemeden deneysel bir süreç içinde çıkan ürün noktasında sonucun sergiye yansıdığını da gözlemlediklerini belirttiler.

Söyleşinin tamamını izlemek için tıklayın. Tüm Calling’20 söyleşilerine www.youtube.com/mimarizm adresinden ulaşabilirsiniz.unnamed

 

 

2015/11: MitaSohbet-3/ Bahçeşehir University/BAU

Kasım 25, 2015 § Yorum bırakın

12243538_959306567464938_8169995106274249663_n
bau_21

2014/03: Çatı,Cephe ve Yalıtım Üzerine / İnşaat Dünyası / söyleşi

Mart 19, 2014 § Yorum bırakın

Book.pdf Book.pdf Book.pdf Book.pdf Book.pdf Book.pdf

pdf olarak okumak/indirmek icin tıklayınız

2012/06: söyleşi / çelik yapılar dergisi

Ağustos 10, 2012 § Yorum bırakın



söyleşinin tamamını .pdf formatında okumak için tıklayınız.
Creative Commons Lisansı
Bu çalışma Creative Commons Alıntı-Türetilemez 3.0 Unported Lisansı ile lisanslanmıştır.

12/2011 Mimaride farklı çizgiler: ddrlp / Turkish Buildings&Decoration s:24 / kasım-aralık 2011

Aralık 23, 2011 § Yorum bırakın

Boğaçhan Dündaralp, mimari tasarım konusunda kendisini sürekli besleyerek çalışmalarını sürdürüyor. ddrlp Mimarlık Ofisi ile farklı ve özgün tasarımlara imza atıyor. Dündaralp ile mimarlık ve ddrlp çalışmaları hakkında konuştuk.

Mimarlığa olan ilginiz ne zaman başladı? Küçükken kendinize nasıl bir gelecek çizmiştiniz?

Küçük yaşlardan bu yana görsel sanatlar ve tasarıma özel bir ilgim  vardı. Bu konuda yetenekli olduğuma dair de hep bir teşvik aldım. Kendimi hatırladığım yaşlardan bu yana kalem ve kağıdın yanımdan hiç eksik olmadığını hatırlıyorum. Babama göre bir yaşından bu yana çiziyormuşum  ( bana hala pek inandırıcı gelmiyor J) Şimdi o yaşlarda çizdiklerimi yorumlamaya çalışınca dünyamı farklı kılacak şeyleri çizmeye çalıştığımı görüyorum;  uzay araçları, kaptan Cousteau’nun sualtı makineleri,  hayvanlar gibi.  Babam Tatbiki Güzel Sanatlar mezunu tekstil tasarımcısı, kendi atölyesindeki üretimleri takip eder, öğrencilerine verdiği ödevleri ben de yapmaya çalışırdım. Babam okulda aldığı Bauhaus eğitiminin ve Alman hocalarının etkisiyle;  evimizde hiçbirşey atılmaz, (paket, kutuhatta hayvan kemikleri…) evdeki bir depoda biriktirilirdi. Metal çay kutularının kesilerek, levha haline getirildiğini, mutfakta kullanıldığını, birlikte tuvalet kağıdı rulolarından uçaklar, uzay gemileri yaptığımızı hatırlıyorum. Kendimi tanıdıkça, Türkiye’deki olanakları zamanla gördükçe, tasarımdan uzak duramayacağım ama kendimi istediğim yönde geliştirebileceğim hangi meslekler var diye düşünmeye başladım. Sanırım ortaokuldaydım, ben mimar olacağım dedim. Üniversite sınavında da bütün tercihlerim mimarlıktı…

Mimarlık sizin için nedir? Tasarım felsefenizden bahseder misiniz?

Dünya gezegeni üzerinde yaşayan insan ırkı, gezegenin doğal ritüelleri içinde kendi ırkına özgü eksiklerini icat ederek, inşa ederek, kendisine protezler geliştirerek tamamlaya çalıştı ve bir medeniyet kurdu. Sınırları gezegene büyük tahribatlar verecek sınırlara ulaşan bu medeniyet halen gelişmeye devam ediyor.  Bu medeniyetin var ettiği yapay dünya insanın kendi varoluşunu ve hareketlerini, birbirleriyle etkileşimini üreten, biçimlendiren, dönüştüren mekan ve mekansıllıklar içeriyor. Farklı içerik ve ölçekler kazanan bu mekan/sal-lık-lar mimarlık bilgi ve meslek alanının inceleme konusu.  Mimar ise bu bilgi ve meslek alanı içinde; bazen inceleyen, araştıran, bazen tasarlayan, bazen de üreten konumlar kazanıyor.  Mimarlığın bir dilemması var. Doğası gereği mimari, insan-mekan-insan arasındaki bir iletişim biçimidir ve ortak kurallar olmaksızın gerçekleşmeye meyillidir.  Fakat mimarlar öngörülemeyeni öngörme, hatta var etme laneti ile görevlendirilmiş insanlar. Bu dilemma; bir taraftan tasarımın doğasına aykırı olarak çeşitli katılımcılar arasındaki diyolog ile gelişen, baştan bağlamın sınırlarını öngörülemez kılan, sonucun süreç içinde oluştuğu bir durum; diğer taraftan mimarın tüm bağlamı biçimlendirecek, indirgeyecek bir tasarım dili geliştirme zorunluluğu. Mimarlık uğraşı, ‘ideal’ olana ulaşmayı beyhude kılan ve bu iki durumun arasındaki dengeyi arayan bir uğraşa dönüşmektedir. Bir taraftan üretimini özgün ‘bağlam’ların koşulları üzerinden düşünen diğer taraftan da kentteki oluş hallerinin farklı ölçeklerdeki davranış biçimlerini biribirleriyle ilişkilerini anlamaya çalışan biri olarak; idealize edilebilecek bir ‘model’ ya da ‘yaklaşım’ın olamayacağını düşünüyorum. Öngörülebilir olamayacağı gibi sağlıklı da görmüyorum.  Ancak kendi adıma söyleyebilirim ki; bu ortamda mimarlığı, çoğalma ve çoğaltmanın sağladığı imkanlarla, ona katkıda bulunacak, öngörülerle sınırlı potansiyellerin ya da arzu uyandıracak, baştan çıkaracak tasarımların peşine düşmek ve deterministik olmak yerine;  öngörülemez  ‘istisnaların’ üreyebileceği, sınanabileceği, tetikleyici imalar içeren ortamlar; mimarı da bu ortamların katalizörü olarak görmek beni oldukça heyecanlandırıyor…

ddrlp nasıl doğdu?

Resmi ve zorunlu mimarlık eğitimimi tamamladıktan (yani mezun olduktan) sonra yapı yapmayı yaşadığım coğrafyanın konvasiyonları içinde öğrenmek istiyordum. Hangi aktörler arasındaki etkileşimle, hangi üretim süreçleri ile bu işin yapıldığını öğrenmem, kendi tasarım araçlarımı geliştirmem için çok önemliydi. Bu nedenle yaklaşık  5 yıl yapım sistemleri üreten ve uygulayan bir inşaat firmasında çalıştım. Firma içindeki deneyim yani yapageldiğim şeyler bir rutine dönüşme eşiğini hissetiğim ve yapmak istediğimle yapageldiğim şey arasındaki mesafenin açıldığını fark ettiğim zaman yeni bir mecraya ihtiyaç duydum.  Deneyimlerim ve sezgilerim bana mevcut mimarlık ofislerinden farklı bir mecrada üretim yapmamı söylüyordu. Konvansiyonel proje üreten stereotipik mimar profilinin üretim sınırlarının; karşı karşıya kaldığımız durumların çeşitliliği ve bu durumların özgün koşullarının açığa çıkartılması sonrasında ‘mesleki hizmet alanı’nı genişlettiğini düşünüyordum.  Dolayısı ile sadece mimarlık alanı ile sınırlı kalmayan, farklı zaman dilimlerine ait geniş bir kavram-pratik ilişkisini tarayan alandan beslenip, düşünmek, tartışmak zorunda kalacağınız bir pozisyona doğru çekilme ihtiyacı vardı. Bir de ofisiniz üretimleriniz için bir ortam, araç olmalıydı. Beslemek zorunda kalacağınız bir şirket değil. ’ddrlp’ böyle düşüncelerin içinde doğdu.

Yapı sistemleri konusunda uzun süre çalıştınız. Mimaride yapı sistemlerinin öneminden bahseder misiniz?

 Mekan üretimi için doğaya eklenme biçimlerimizin araçları ‘yapı sistemleri’.  İster doğal isterse de yapay olsun doğayla kuduğumuz mekansal etkileşim çatkılar, konstrüksiyonlarla oluyor. İnsanlık tarihinin ürettiği, kullandığı ve geliştirmekte olduğu bu sistemler; mimarlığın katalizörleri. Yapı sistemlerini, yapıları mimarlığın kendisi gibi görme eğilimlerimiz var. Oysa onlar insan ile oluşacak etkileşimde çıkacak mimarinin araçları. Bu nedenle sadece fizik mekansal gereklilikler için değil;  tüm duyuları tetikleyen, hareketlerimizi doğuran iletişimi belirleyecilerinden oldukları için önemliler.

 Günümüz mimarisini yerel ve evrensel boyutta nasıl tanımlıyorsunuz?

Enformasyon teknolojilerinin gelişmesi, malzeme ve teknolojik olanakların ve erişebilirliğin artması yerel ve evrensel boyutta olup bitenlerin görünürlüğünü arttırmakla kalmadı. Özellikle 2000’li yıllardan bu yana görünürde olanları birbirine yaklaştırdı. Eşzamanlı okunurluk, eşzamanlı oluş ve durumları da arttırdı. Farklı zaman dilimlerini yaşayan kültürler ve üretimlerini yan yana getirdi. Fakat görünürde olanlar ile olmayanlar arasında da ayrı bir yarılma yarattığını da belirtmek lazım.  Tek bir zaman diliminden değil, zamanın izafiyetini haklı çıkaracak biçimde farklı zaman dilimlerini yaşayan kültürler ve üretimlerini de yan yana görünür kıldı. Herşeyin yan yana durabildiği bir çağda yaşıyoruz. Bu, bir taraftan da mimarlık adına bağlam-anlam ekseninde bir kırılma da yarattı. Az önce bahsettiğim yarılmanın kaynağı bu kırılma oldu. Bu kırılma yapının iç-dış ilişkilerini tamamen kopardı. Hem fiziksel anlamda hem de ilişkiler anlamında sınırlar muğlaklaştı. Özel-kamusal mekan ilişkileri de  bu sınırlarda muğlaklaştı.  Bugün mimarlığın belirleyicisinin gösterilebilir ve görünür olanda değil, bu muğlak sınırlar içindeki  ‘ara uzamlar’da gizli olduğuna inanıyorum. Çünkü, bugün mimarlar kendilerine mimar atalarından miras kalan yapının görünür yüzü ile, kendisinden talep edilen simgesel projelerle uğraşırken; günün neoliberal politikaları ve iktidar odaklarının da bu ara uzamı kullanarak mimarlığı kendi araçları olarak dönüştürdüğünü görüyoruz.

Daha çok ne tür yapıların tasarımını yapıyorsunuz?

Bir tasarım ve proje ofisi olarak kendimizi belirli yapı tipolojileri ile sınırlamıyoruz. Aksine bazı konularda uzmanlaşmamaya çalışıyoruz. Tasarım ve proje ofisi olarak ‘esnek’, farklı durum ve koşullara hızlı adapte olabilen; yeni stratejiler üretebilen bir pozisyonda kalmaya çalışıyoruz. Günün koşulları belirli yapı tipolojilerininin de çözülmesine neden oldu. Çünkü çok farklı yapı programları yan yana ve iç içe geçebiliyor. Belirli tipolojilerde uzmanlaşmış ofislerin  güncel durumlara yanıt üretemediğini görüyoruz. Buradaki püf noktası; bir tasarım ofisi olarak uzmanlaşmış kişileri bünyemizde barındırmadan; projelerin kendi bağlamına göre organize olabilen,  konusunda deneyimli kişileri çalışma sürecine dahil edebilen organizasyon ve stratejiler üretebilmekte.

Şu an hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?

Şu anda sosyal içerikli, karma fonksiyonlu bir kentsel proje üzerine çalışıyoruz. Paralelinde  yapım süreci devam eden bir  futbol akademisi  ve bir eğitim yapısı projelerimiz var.

Projeleriniz dışında da jüri üyeliği gibi çalışmalarınız var. Bunlardan bahseder misiniz?

Mimarlık bilgi alanı ile ilişkimiz, meraklarımız, üretimlerimiz bizi sadece  ‘mesleki/profesyonel pratik’ dünyanın gerçekliğinden ibaret olmayan; geniş bir bilgi alanından beslenen,  farklı zaman dilimlerine ait geniş bir kavram-pratik ilişkisini tarayan, düşünmeye ve tartışmaya çalışan ve bu alan içinden enerjisini ve motivasyonunu alan, üretimlerini farklı mecralarda sınamaya ve paylaşmaya açan bir konuma itiyor. Bu nedenle hem akademik ortamda hem de meslekle ilişkili ortamlarda araştırmalarımızı ulusal ve uluslararası ortamlarda sunma, sergileme, seçici kurullarda bulunma, jüri üyeliği yapma gibi rolleri bu motivasyonun bir uzantısı gibi görebiliriz.

pdf olarak okumak/indirmek için tıklaynız.
söyleşiyi Turkish Buildings&Decoration sitesinden okumak için tıklayınız.
derginin tümünü  pdf formatında indirmek için tıklayınız.

2009/03: mimarların ofisleri / söyleşi

Temmuz 29, 2011 § Yorum bırakın


_ medya içeriğinin tamamını .pdf formatında görmek için tıklayınız.

2008/12: balıkesir mimarlar odası / sunum-söyleşi

Temmuz 28, 2011 § Yorum bırakın


_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.

2008/10: mimarlığın ar-ge’ si / söyleşi

Temmuz 28, 2011 § Yorum bırakın


_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.

2008/09: ddrlp “çatkapı” / söyleşi

Temmuz 28, 2011 § Yorum bırakın

“…Yaşadığımız coğrafyada, içinde olduğumuz mimarlık ortamı, mesleki açmazları, eğitimi, tartışma ortamları, motivasyonları gibi pek çok boyutuyla düşünüldüğünde,  kakafonik,  muğlaklıkları, belirsizlikleri fazla bir ortam gibi algılanıyor. Ve nedense bu kakafonik ortamdan rahatsız olan ve bir parçası olan bizler, ortamın iyileştirmesine dair çabaları, tartışmaları, kendi nişlerimizin, üretimlerimizin niteliği üzerinden değil, genel toplam üzerinden değerlendirmeye meyilliyiz. Bu da jenererik kalmaktan, sızlanmaktan öte birbirimizle iletişimimize ket vurmaya başlayan, temel içeriklerin eksiklikleri nedeniyle ortamdan uzaklaştığımız, birbirimizin ürettikleri ile pek de ilgilenmediğimiz bir durum oluşturuyor.

Bu anlamda  bence mimarlık ortamı dediğimiz şey kişiler ve kişilerin yaptıkları mimarlıkların yansıması olarak ortaya çıkmadığı sürece bu durumun sürekliliği devam edecek. Halbuki biz bunları üretimler ve üretim biçimleri üzerinden tartışıyor olsak ve asıl derdimizin bunlar üzerine odaklandığını söyleyebilsek, birçok meselenin dillenmeden çözüldüğünü göreceğiz. Bu nedenle meseleyi nasıl çözeceğimiz üzerine konuşmaktansa, neler yaptığımızı konuşmak bana daha iyi bir yol gibi geliyor. Bu, ‘mimar mimara ne anlatır’, ‘mimar mimar olmayanlara ne anlatır’ ve ‘mimarlık, yaşadığımız çevreye ne anlatır’ gibi ilişkileri de çok daha görünür kılacaktır. Tabi kendi üretme hallerimiz biraz da sıkıntılı… Mimar ve ortamı bu ilişkiler içinde birbirini biçimlendirdiği düşünülürse, mimar aslında bizzat kendisinin de bir ürünü olan ortamla yüzleşmekten kaçtığını da  söylenebiliriz…Mimarın pozisyonu, algılama, düşünme ve üretme biçimi de bu ortamla birlikte biçimlendiğinden, mimar kendi üretimleri üzerinden konuları tartışmayı ne yazık ki seçmeme eğiliminde oluyor…Bu kısır döngü içinde mimar kendini kandırmaya devam ederken mimar olmayanlar mimar ve mimarlık ne işe yarar sorularının yanıtlarını gündelik yaşamı içinde güncelleyemiyor.

 Bu nedenlerle ben mimarlık, mimarlık ortamı üzerinden genellemelerle oluşmuş durumları değil,  mimarların mimarlıklarını, mimarca çabaları ile ilgileniyorum. Merak ettiğim şeyler daha çok onlar oluyor…” 

_ devamı/deşifre metin için tıklayınız.
_ “mimarizm.com/çatkapı” da ddrlp mimarlık için tıklayınız.

2007/02: uyku[suz] / sleep[less]

Temmuz 27, 2011 § Yorum bırakın

_ etkinlik haberi için tıklayınız.
_ uyku[suz] grubu blog’ una gitmek için tıklayınız.

2006: kendi arkiteranı kendin yarat / söyleşi

Temmuz 22, 2011 § Yorum bırakın

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ söyleşi metnini .pdf formatında görmek için tıklayınız.

2006/10: ev: bir yerleşme müzakeresi / söyleşi

Temmuz 22, 2011 § Yorum bırakın

_ medya içeriği .pdf formatında görmek için tıklayınız.

2004/10: AMV genç mimar ödülü / söyleşi

Temmuz 20, 2011 § Yorum bırakın

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “Genç olmak değil mimar olmak / yeni mimar arşivi”

2004/06: UIA 2005 Aydan Bulca Erim / söyleşi

Temmuz 18, 2011 § Yorum bırakın

UIA 2005 İstanbul, Türkiye mimarlık ortamının ne kadarını kapsayacak?

Boğaçhan Dündarlp: UIA İstanbul 2005’e nereden ve nasıl geldik?
Aydan Bulca Erim: Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA)’nın dünya mimarlık kongreleri ve bunların hemen ardından toplanan genel kurulları üç yılda bir, yönetim dönemlerinin sonunda yapılıyor ve nerede yapılacaklarına ilişkin seçim altı yıl öncesindeki genel kurulda gerçekleştiriliyor.
İstanbul Kongresine uzanan sürecin başlangıcı oldukça gerilere gider. UIA’nın Türkiye kesimi olan Mimarlar Odası ilk kez 1978 yılında Meksika’da toplanan genel kurulda İstanbul’u 1984 kongresi için aday gösterdi, bu talebini uzun yıllar büyük bir inatla yineledi, 1999 yılına kadar en fazla ikincilikten öteye geçemedi. Bu ısrarlı tutumun ve “ipi gergin tutma” politikasının savunucusu Ahmet Sönmez’in bu uzun yolda oynadığı rol hatırlanmalı diye düşünüyorum. 1999 yılında Pekin’de yapılan seçimlere oldukça ciddi bir hazırlık ve tanıtımla gidildi. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin Habitat II gibi büyük bir organizasyonu başarmış olmasının delegelerde yarattığı güven ve bu kez sadece iki rakiple yarışmanın avantajı en iyi şekilde kullanıldı ve yirmi yıllık bir istek sonunda gerçekleşti.
Öncelikle şunu belirtmek gerek, Türkiye’nin ve Mimarlar Odası’nın bu kongreye ilişkin ikili bir rolü var. Birincisi, ev sahibi ulusal kesim olarak tüm etkinlikleri, kongreyi ve genel kurulu UIA adına hazırlamak ve gerçekleştirmek. Yani, UIA’ya karşı, sözleşme ile bağıtlanmış bir “yüklenici” sorumluluğu… İkincisi ise diğer yüze yakın ülkenin mimarlık örgütleri gibi, “katılımcı üye kesim” rolü. Mimarlar Odası en başından beri bu iki role ilişkin politikalarını çok net belirledi. 2005 Kongresi’ne ilişkin hedef hiçbir zaman bir organizasyon başarısı kazanmak olarak konmadı ve bu kez, katılımcı kesim olarak çok daha parlak bir varlık gösterilmesi gereği baştan beri iyi kavrandı.

BD: Size göre UIA organizasyonlarının kentlerle olan ilişkileri nasıl ve yapıldıkları kentlerin mimarlık ortamlarına katkıları oluyor mu?
ABE: UIA kongrelerinin yapıldıkları kentlerle genelde fazla bir ilişkisi olmaz. Bu buluşmalar çok kez, kentin içinde veya biraz kenarındaki uygun bir toplantı ortamında, kayıtlı katılımcıların girebildiği alanlarda yapılan ve mimarların mimarlarla iletişim kurdukları etkinlikler. Bunun aksine en güzel örneği 1996 Barselona Kongresi’ydi – hedefi tüm kenti kongrenin parçası yapmaktı ve bunu da hemen hemen bütün sergi ve toplantıları kentin farklı mekanlarına yayarak gerçekleştirmeye çalışmışlardı.
Ben şu ana kadar dört UIA kongresi yaşadım, hiç birinde, birkaç kez yapılan mimar yürüyüşleri dışında, kentlilere dönük bir düzenlemeye rastlamadım ve bunun büyük bir eksiklik olduğuna inanıyorum. 2002 Berlin kongresinde UIA Çalışma Programları yürütücüleri olarak halka açık bir gün yapmak istedik ama bu fikri organizatörlere benimsetemedik. Umarım İstanbul’da bu alışılmış kalıbı kırar ve yeni bir gelenek başlatabiliriz.

BD: Bu farklılığı yaratacak olan nedir?
ABE: Bir UIA Kongresine ev sahipliği yapma hakkını kazandığınız zaman önünüzde altı yıllık bir süre ve maliyeti oldukça yüksek bir iş var demektir. Üstelik dünyadaki mimarlık meslek kuruluşlarının hemen hiçbirinde, doğal olarak, bu boyuttaki bir etkinliği düzenleme deneyimi yok. Seçimlere giren adayların çoğunluğu da ayrıntısına girilmemiş genel ve çok kez geçici bir tema önerisi ile ortaya çıkıyor. Bu durumda bu sürenin ilk bir iki yılı kendi içinizde bir öğrenme, fikir geliştirme ve kaynak ya da kaynak arama çabası ile geçiyor. Bizde de durum farklı değildi. Üşenmeyip bir döküm yapmıştım o sıralar. Yarı yol olan Berlin Kongresi’ne kadar geçen süre içinde, var olan, oluşturulan ya da oluşturulması düşünülen çeşitli kurullarda görevlendirmek istenilen ya da düzenlenen platform toplantılarına çağrılanların, kısacası ilk hazırlık sürecine çekilmek istenenlerin sayısı 140 kişi. Bu azımsanacak bir erişim çabası değildi.
Türkiye mimarlık ortamına şu ana kadar bir canlılık getirildi mi sorusuna evet diyen de çıkar hayır diyen de. UIA kongrelerinin dışa yansıyan hazırlıkları genellikle Kongre yapıldıktan sonra hız kazanır, sıradakini gölgelememek için. Berlin’den bu yana meslek topluluğunun ilgisini çeken üç durak olduğunu söyleyebiliriz: Logo yarışması, UIA’nın Kongre hedefli Yaşasın Kentler yarışması ve yeni açılan ve oldukça ilgi gösterilen Vadi Yarışması. İlgi ve canlılığı yıllar boyu üst bir noktada tutmak zordur ve aslında giderek artmasına değil belki de sünmesine neden olmak tehlikesi de vardır. Hele uğraştığınız konu televizyon aracılığı ile toplumu can evinden yakalayan pop star ve benzeri yarışmalar veya çeşitli “gözetleme” programları değilse! Düşünsenize 15-20 mimarı bir eve kapatmışsınız ve 24 saat kamera ile izliyorsunuz onlar da sürekli olarak mimarlık konularını, UIA’yı ve İstanbul Kongresini konuşuyor – böyle bir, “biri mimarları gözetliyor” programı ile belki bütün Türkiye’yi bilinçlendirmiş olurduk! şaka bir yana, başarabildiğimizden daha iyisi yapılabilirdi kuşkusuz ama bu yıl yoğun geçecek. Zaten en önemli şey İstanbul kentini, gelecek yıl bu kongrenin, kent ve mimarlık konularının farkında kılmak, kentin nabzını ele geçirmek. Kalıcı iz fiziksel de olabilir, örgütsel de.

BD: Organizasyon yapısı gereği bir topluluk. Topluluk, ortak kaygıları ne olursa olsun çoğunlukla düşünsel arka planını terk etme meyili gösteren bir ‘uzlaşım’ düzlemini kabullenme ile yüzyüze kalabilir. Bu da etkinliğin kendi varoluş gerekçelerini kaybettirebilir. Organizasyonun düşünsel arka planının sürekliliği bu anlamda nasıl sürdürülmeye çalışılıyor? Süreklilik adına mücadele edilen konular nerelerde düğümleniyor?
ABE: İstanbul 2005’in temel özelliği kent ve mimarlık odaklı özgür bir tartışma ve karşılıklı bilgilenme ortamı yaratmak olacak. Bu aslında riskli bir seçim. Kongrelerde genelde çizilen katı akademik katkı ve katılım koşullarını, yüzlerce katılım isteğinin bu katılık nedeniyle dışlanması modelinin rahatlığı ve güvencesini – bir o kadar da bıkılmışlığını – terk edince, kendinizi düşlediğiniz nitelikli pazar yerini, sosyete pazarına dönüştürmemekle de yükümlü kılıyorsunuz. En önemli mücadele alanı bu tuzağa düşmemek, öngörülen bütün o çeşitlilik içinde gene de bir zihinsel yol haritasının varlığını hissettirmek olacak.

BD: Suha Özkan yaptığımız söyleşide: “UIA 2005 İstanbul için hala tek yönlü, yani bizden (örgütleyicilerden) mimarlık kamuoyuna tek yönlü bir akış var. Bu daha ne kadar sürecek? Ne zaman mimarlık ortamı ve düşüncesinin sahibi otuz bini aşkın Türkiye mimarı olacak?” diyerek bir düşünsel katılım ortamının, bir girişimin, bir örgütlenmenin henüz oluşmadığını ve bu durumun kendisini epey kaygılandırdığını söylemişti. Bu ortak bir kaygı mı? Ve bunu aşmak için nasıl bir çaba söz konusu?
ABE: Suha’nın kaygısını paylaşanlardanım. Üniversitede ders vermeye başladığım ilk acemilik yıllarımda, öğrencilerden en çok duyduğum söz, “biz ağzımıza kaşıkla verilen bilgi istemiyoruz” idi. O inatçı ağızlar ve sorgulayan beyinler bugün artık mesleğin orta yaş kuşağı. Ne oldular? Neredeler?
Ortalıktaki yadsınamaz durgunluğu aşmak için Mimarlar Odası ilki Haziran ayında Konya’da yapılacak olan bir dizi ön kongre planladı. Geçen yıl oluşturulan Eşgüdüm Komitesi bu yönetim döneminde yeniden yapılandırıldı ve Türkiye katılımını zenginleştirmek için çaba harcayacak. Ben tanıtım yaptığımız toplantılarda geçen yıl bile “katılırsam bana ne faydası olacak ki?” sorusu ile karşılaştığımda, korkunç bir karamsarlığa düşüyorum. Kongreye az katılım olacak kaygısı değil bu – mesleğe ilişkin bir kaygı… ayağımıza kadar gelen böyle bir meslek etkinliğine kaygısız kalabilen mimarların varlığının yarattığı kaygı.

BD: Gerek organizasyon içindeki komitelerde yer alan kuşak düşünüldüğünde, gerekse de meslek odasının mimarlık ortamındaki kendi rolünü belirleme biçimi düşünüldüğünde ‘mimarlığa ait herşeyi düzenleme, meselelerin ve çözümlerin odağına mimarları yerleştirme” tavrının bir misyon olarak sürdüğü izlemini ediniyoruz. Modernist bir tavrın izlerinin sürüldüğü tema metni ile de desteklenen bu duruşun, mimarlık ortamındaki ilgisizliğin temel sebeplerinden biri olup olamayacağını Süha Özkan’a sorduğumuzda; “Keşke bu ilgisizliğin kaynağı düşünsel ve kuramsal nedenlerden kaynaklanmış olsaydı. Bu ilgisizlik mesleğimizin düşünsel alanının üzerine serpilmiş yoğun bir ölü toprağı sendromundan kaynaklanıyor.” demişti. Sizin bu konudaki görüşleriniz nasıl? ve Bu duruş ve bu ortam arasında etkileşimin nasıl doğacağını düşünüyorsunuz?
ABE:
Suha haklı ama ben sözünü ettiğiniz tavrın da, misyonun da alternatifleri düşünülmüş bilinçli bir seçim olmadığına inanıyorum. Uygulama galiba son dönemlerde terk edildi ama, bizler doğar doğmaz nüfus kağıdımıza otomatik olarak müslüman kaydı düşülürdü. Mimar olmaya kalktığınızda da aynı otomatik yaklaşımla “modern” akım mimarları önünüze konur ve çoğu otuzlu, kırklı ve ellili yıllarda, yani yarım asır önce formüle edilen fikirlerle – hareketin kendi içindeki tartışmalar ve yadsımalarla aklınızın karışmamasına da özen gösterilerek – donatılır ve mezuniyet sonrasında eğer üniversite eğitim kadrolarına girmişseniz bunları gelecek kuşaklara aktarırdınız. Bugün verilen eğitimin içeriğini açıkçası pek bilmiyorum – umarım yeni kuşaklara izleyecekleri yolu seçme hakkı tanınıyordur. Mimar yetiştirmenin ötesinde Türkiye’deki planlama alanına bakın kentlerin fiziksel ortamlarının oluşturulmasına ilişkin buyurucu yasal düzenlemelerimiz dünyanın en sadık CIAM ilkeleri izleyicisi hala! “Plan müellifi” diye bir sözcük hala var, ellili yılarda kurulan bu düzeni değiştirmek de bence olanaklı değil.
Günümüzün kentleri artık mimarları aştı. Boyutları ile artan karmaşıklığı ile ve de çözüm bekleyen çok yönlü sorunları ile aştı… Genel geçer, safkan bir mimarlık eğitimi ile kentlere ilişkin güncel söylemlere bugün etkin olarak katılamazsınız, başka donanımlar gerekli. Berlin’de tanık olduğumuz gibi, kendi başına belki “şahane” sayılan, marka olmuş mimarların yapılarını sadece bir araya getirdiğinizde ortaya belki iyi bir 1/1 mimarlık arşivi ama bir o kadar da kentsel kabus çıkabiliyorsa, tek tek “yeşil” binaların aritmetik toplamı da bugün dünyada hedeflenen sürdürülebilir kentleri çıkartamaz ortaya. Kongre bunları tartışmak için önemli bir fırsat.
Yeni donanımlara sahip değilseniz, kendinizi yenilememişseniz, o zaman bilinene alışılmışa sığınmak, ya da statükoyu devam ettirmek kaçınılmazdır ve bu durum sadece bize özgü de değil.
Tema, “modernist bir tavrın izlerini sürüyorsa” ve siz de buna karşıysanız, çözüm ilgisizlik mi olmalı yoksa 2005 Temmuz’unun er meydanına karşıt fikirlerle, alternatif etkinliklerle ve hatta alternatif bir kongre ile çıkmak mı?

BD: Kongre vadisinin fiziksel oluşumu ile ilgili ulusal bir yarışma açıldı. Bu, mimarların tasarım aracılığı ile bu etkinliğin bir parçasına dahil olma imkanlarından biri. Mimarların ürettikleri ile katılabileceği; katkı, paylaşım ve önerilerini sunabileceği başka ne gibi imkanlar var?
ABE: İmkanların sonu yok! Kongre yapılanmasının iki halkası olacak – biri kontrollu diğeri açık. Kontrollu halka kongre delegelerine sınırlı, diğeri de kente yayılmış etkinlikleri içerecek. Özellikle gelen yabancı katılımcılar doğal olarak vadiye sıkışıp kalmayacak, kente yayılacak ve İstanbul’un artlarını da eksilerini de görmek isteyecek. Dolayısı ile ilk halkada mekansal kısıtlar nedeniyle yer bulamayan her talep, kendini dış halkada sunma seçeneğine sahip. Bu seçenekler de yakında netleşecek ve duyurulacak.

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.

 

2004/05: UIA 2005 Süha Özkan / söyleşi

Temmuz 18, 2011 § Yorum bırakın

İstanbul “Mimarlıkların Pazaryeri” Olabilecek mi?

UIA 2005 İstanbul Kongre Başkanı Suha Özkan ile Söyleşi

Boğaçhan Dündarlp: UIA İstanbul 2005 için nasıl bir hazırlık yürütülüyor?
Suha Özkan: İstanbul 2005 için bu görevin alındığı 1999 yılından bu yana çalışmalar yürütülmekte. Berlin 2002 Kongresi’ne kadar geçen ilk üç yıl boyunca mimarlık ortamında düşünce üreten onlarca kişinin katıldığı Platform Toplantıları yapılmış ve 2005 İstanbul Kongresinin teması bu toplantılardan derlenen düşüncelerden çıkarılmıştır. Artık son aşamaya geldiğimiz için katılım için çağrılar yapılmış durumda. Bu ay içinde de bilimsel katkılar için çağrı yapılacak.

BD: Bu hazırlıklar mimarlık ortamında paylaşıma açılıyor mu?
SÖ: Elbette. Platform bu paylaşımın ilk aşamasıydı. Geçen yıldan başlayarak Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nde ayrıca Bursa ve Antalya Mimarlar Odası Danışma Kurulları’nda sunuşlar yaptık. Açık olan web sayfamız ise her türlü katılım ve paylaşımın odak noktası durumundadır.

BD: Söylediklerinizden meslek odası ve web sayfası dışında herhangi bir paylaşım yok gibi görünüyor? Biraz belki paylaşım biçimi tartışılabilir. Paylaşım, haberdar edilmenin ötesinde nasıl bir duruma yönelik? Bu paylaşımlarla ne amaçlanıyor? 
SÖ: Haklısınız temel amaç konuyu öncelikle Türkiye mimarlarına sunmak oldu. Çünkü burada özellikle bizim mimarlarımızın bilgilenmesi ve katılımı önemliydi. Ama geçtiğimiz yıllarda Moskova, Sofya, Torino, Bari, Dhaka, Budapeşte, Berlin ve şimdi anımsamadığım bir çok ortamda çok uluslu mimarlık kuruluşlarına sunuşlar yaptık. Bundan sonrası “katkı” istemine ve biçimine yönelik başvuruların ve sunulmak istenen düşüncelerin derlenmesi ile ilgili. Yani gelecek tepkileri ve katılım önerilerini beklemek durumundayız. Kısacası biz olanak sağlarız katılım ise genç ya da değil dünya mimarlar topluluğunun elinde.

BD: Organizasyon gönüllü katılımla mı yoksa başka mekanizmalarla mı yürütülüyor?
SÖ: Organizasyon süreci içinde en değer verdiğimiz ve yüreklendirdiğimiz gönüllü katılım ve yardım. Ama doğal olarak bu kapsamdaki bir etkinlik için profesyonel ve ücretli bir kadro da var. Bu kadro gün geçtikçe büyümekte. İşin gerektirdiği uzmanlık dallarını kapsayarak çeşitlenip zenginleşmekte.

BD: Organizasyon genç mimarların katılımına ne kadar açık? Bunları soruyoruz çünkü mimarlık ortamı genelinde yeterince ilgi ile karşılanmadığını gözlemliyoruz.
SÖ: Katılım herkese açık. Yalnız mimarların değil yapı sektörünün, yerel yönetimlerin ve demokratik toplum kuruluşlarının da yoğun katılımlarını beklemekteyiz.
İlgiyi ancak, yapılacak katılımların niteliği ve etkinliği tanımlayabilir ama biz tüm dünyadan genç ve taze düşünceye ortam sağlamak eğilimindeyiz. Bu ortam için özellikle çabalayıp kaynak üretmek görevimiz. Kongre’ye katılacak çok genç mimarları ve mimarlık öğrencilerini İstanbul’daki yaz tatili nedeni ile boş olan öğrenci yurtlarında çok düşük ücretle belki de ücretsiz konaklatacağız.

BD: Dünyadan genç ve taze düşünceye ortam sağlamak için neler yapıyorsunuz? Ortam için nasıl kaynaklar üretiliyor?
SÖ: Kongre’nin yapısında sabahları herkesi ilgilendiren ünlü ya da ilginç görüşleri olan mimarların sunuşları var. Öğleden sonra ise daha küçük sayıları 30 ile 200 arasında değişen ilgi guruplarının çalışmaları. Şu anda onlarca elçilik ile temas halindeyiz. Sizin ve Türk mimarlık kamuoyunun bize ulusal ya da uluslararası ortamdan kimleri istediklerini bildirmesi gerekir. O kişileri getirmek için elimizden geleni yapacağımızdan kuşkunuz olmamalı. Ayrıca başka ne yapalım? Söyleyin. Bu kapsamda bir toplantı ancak katkı, paylaşım ve önerilerle olumlu bir yere gelip olgunlaşabilir.

BD:  Kongrede yer alacak katılımların nasıl olacağı konusunda bize bilgi verebilir misiniz ?
SÖ: Pazaryeri kavramından yola çıkarak, bu konuda çeşitlilik ve zenginlik yaratmak için uğraştık. İlginç bir bakış açısı, görüşü, sunuşu ya da düşüncesi olan hiçbir kişi ya da kuruluşu dışlamak istemiyoruz. Bilim Kurulu başvuruları, her sunuş biçimi, niteliği ve gerekli sunuş ortamları içinde değerlendirecek. Sonunda afiş, CD, DVD, sergi, gösteri, konferans, serbest kürsü, konferans, söyleşi odaları hepsi birlikte tüm zenginliği ile sunulacak.
Birçok yarışmanın sergileri gelecek. Ayrıca mimarlık eleştirisi, eğitimi ve tarihi konusunda ilgi guruplarına özel zaman ve alanlar tanınacak.
En önemlisi dünyanın en ünlü ve önemli mimarları da bu ortamda yer alacak. Gerçekte bu ortam hem izleyip öğrenmek hem de sunup etkilemek üzere kurulmuş bir ortam olacak.

BD: “Kentler: Mimarlıkların Pazaryeri” teması nasıl belirlendi; “pazaryeri” içeriği nasıl tanımlanıyor ve nasıl işleniyor?
SÖ: “Mimarlıkların Pazaryeri” bir tema olarak değil bir Kongre ya da toplantı yapısı olarak benimsendi. Bu yapıyı öneren geçen yıl yitirdiğimiz Profesör Raci Bademli’ydi ve Platform Toplantıları ortamında sunmuştu. Öneri Düzenleme Kurulu’nda da benimsenince Berlin’deki kongreye sunduk onlar da beğendiler. Tema olarak “Kentler” daha sonra bu ortam konu olarak girdi. Bu konu öncelikle UIA’nın 2002-2005 gündemine gönderme yapan ve onu destekleyen bir tutum.
Pazaryeri, çoğulcu toplumun, özgürlükçü ve çok renkli mozaiğin simgeleşmiş bir kentsel etkileşim ortamı. İçeriğini katkıcıların kendileri tanımlayacaklar. Bunun örgütlenmesi için on kişilik bir uluslararası Bilim Kurulu var. İşleyişi ise tıpkı bir sergi ya da Pazar ortamı gibi olacak. Bir şey söylemek, sunmak, tanıtmak, satmak isteyen ilgililer ve girişimciler bu Pazar da diledikleri büyüklükte yer kiralayıp sunuşlarını yapabilecekler.

BD: “Mimarlıkların Pazaryeri” temasının metafor olarak tanımlanması ile bu temanın kongre konu başlıkları içine “küresel pazarda mimarlık ve kentler”, “mimarlığın pazarları” gibi isimlerle girmesi, onu artık metafor olmaktan çıkartıp bir “konu” olma haline indirgemiyor mu? Yani metaforun zenginleştirici doğası, bir anda somut biçimlere dönüşerek etkisini kaybetmiyor mu ?
SÖ: Biz Bilim Kurulu’nda olabildiğince geniş, soyut ve kapsayıcı bir biçimde tanımladık ki her kesim ilgisini katkıları ile seslendirebilsin ve bu konuları somutlaştırarak içerik kazandırsın. Kısaca benim görüşüm somutlaşmanın etki yitirilmesi değil de yaşamsal, deneyimsel, uygulamalı saptamalar ve sunuşlarla içerik kazandırılması yönünde.
Kısacası, biz “Kentler” bağlamında ve “Pazaryeri” ortamında olabilecek en geniş kapsamlı düşünsel bir “alışveriş listesi” oluşturduk. Bunun içinden ilgisizlik nedeni ile bir çok konu düşeceği gibi, eminim, birçoğu da bizim ummadığımız, düşünmediğimiz kadar etkinlik kazanacak. Burada önemli olan katılmak ve önemsenen konuları güçlendirmek.

BD: Tema metninde vurguladığınız “mimarlığın küresel gündemini gözden geçirme” gibi net ve anlaşılır bir arayışı, taslak programda açıkladığınız konu yığınları içinde kaybetme endişesi taşımıyor musunuz?
SÖ: Olayın tüm yapılanması bir “Pazaryeri”; kapsanabilecek konuları en geniş biçimde anımsatmalar yaparak belirledik. Bundan sonrası katılımcılara kalmış durumda. Sahiplenilen konular ve katkı yoğunluğu kazanılacak ya da yitirilecek konuları belirme durumunda. Örneğin yoğun bir ilgi (belki de baskı) nedeni ile küçülen kentler konusunu içerdik. Bu olgu yalnız İngiltere’nin değişen sanayi ortamı ile (önceki) Doğu Almanya’nın Batı’ya göçü ile oluşan son on yıllık bir oluşum. Ben izledim; ilginç ve öğretici, ama çok önemli mi, bilmiyorum. Onu da tüm öteki konular gibi Kongre’deki katkılar belirleyecek.

BD: “Pazaryeri”nin İstanbul ile nasıl bir ilişkisi var? Bundan önceki UIA organizasyonlarının kentlerle olan ilişkileri İstanbul’da nasıl kurulacak?
SÖ: Pazaryeri dediğimiz “Grand Bazaar” ya da Kapalı Çarşı evrensel kent kültürüne İstanbul ve İsfahan’ın sundukları kentsel ortamlar. Biz bunu bir mal ya da meta pazarı olmanın ötesinde bir düşünce, sanat ve mimarlık pazarı olarak yeniden tanımladık.
Pazaryeri Kongre Vadisi’nde Taşkışla ile Açık Hava Tiyatrosu ve Kongre Salonu arasındaki üçgen içinde yer alacak. Ama sergileme eylemleri İstanbul’un olabilecek uygun tüm yol ve meydanlarına dağılacak.
Pazaryeri’nin fiziksel oluşumu için gerekli mimarlık ürünü çok yakında açıklanacak bir ulusal yarışma ile belirlenecek. Dolayısı ile bu ortamın oluşmasına her Türk mimarın katılma olanağı ve özgürlüğü var.
Dünyanın tüm kentleri bu kongreye çağrılı olacaklar. Kentlerin sorunlarını ve çözümlerini sunacakları bir “Kent Yöneticileri Forumu” da düzenlemek istiyoruz. Bunun ev sahipliğini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yapması bizi onurlandıracak. Bu ortama dünyadan nasıl bir katılım olur onu zaman gösterecek.

BD: Bundan önceki UIA organizasyonlarının yapıldığı kentlere ve kentlerin mimarlık ortamlarına nasıl bir katkısı oldu?
SÖ: Bu konudaki katkılar oldukça sınırlıydı. Yalnız Barselona’da kentin çeşitli alanları için çıkarılan yarışmalar nedeni ile doğrudan ilişki kurulmuştu. Bizde Bursa’daki Yapı Yaşam Kongresi’ni kentin değişik mekanlarına taşıyarak geçen yıl iyi bir deneme yapıp olumlu sonuçlar aldık. Berlin ise kente nerede ise küsmüştü. Toplantılar kent dışında gerçekleşti. İlgilenenler görmek istedikleri yapılar için kongreden ister istemez uzaklaşmışlardı.

BD: 2005 İstanbul’un Türkiye mimarlık ortamına nasıl katkılar yapması bekleniyor?
SÖ: 2005 yılında İstanbul’da mimarlığı Türkiye’nin gündemine sokup belki tüm yıl boyunca işlemeyi düşünüyoruz. Belki Türkiye tarihide ilk kez mimarlık mesleği böylesine bir biçimde önemsenecek ve her kesime tanıtılacak. Bu konuda meslek örgütü kararlı.

BD: 2002 Berlin Kongresi’nde sunulan tema metnini okuduğumuzda meselelerin ve çözümlerin odağına mimarları ve mimarlığı yerleştiren Modernist bir tavrın izlerini gözlemlemekteyiz. Böyle bir misyonunun günümüzde hala güncel olduğunu düşünüyor musunuz?
SÖ: Çağdaşlık ya da “Modernity” Türkiye’nin her anlamda gündemine girmiş ve yüzyıla yakın bir süre koruyup kolladığı bir değerler demeti. Siyasal gündemden sanatsal ortama değin her oluşumu etkilemekte. Ama UIA 2005 İstanbul’un çoğulcu yapısı herhangi bir ülküyü (ideology) ya da düşünsel tutumu dışlamıyor. Sonunda Kongre kendi kimliğini yapılacak katkılarla belirleyecek. Benim özlemim bu Kongre’nin Atina, Venedik, Vancouver gibi tarihe mal olacak bir manifesto ile sonuçlanması. Bu konuda şahsınızın katkıları öncül nitelikte. Bunu izleyip pekiştirecek bir düşünsel katılım ortamı, bir girişim, bir örgütlenme henüz oluşmuş değil.
Bu durum beni biraz değil “epey” kaygılandırmakta! Çünkü ben tüm mimarlık dergilerini okumakta Arkitera’yı sürekli izlemekteyim. Beş yıla yakın bir zaman geçti UIA 2005 İstanbul konusunda hala tek yönlü, yani bizden (örgütleyicilerden) mimarlık kamuoyuna tek yönlü bir akış var. Bu daha ne kadar sürecek? Ne zaman mimarlık ortamı ve düşüncesinin sahibi otuz bini aşkın Türkiye mimarı kongrelerini sahiplenecek? Bekliyoruz.

BD: Peki  bu Modernist tavrın ağırlığının ayrı bir “iktidar” alanı yaratarak, kendi meslek alanı içinde mesafe ile karşılanabileceği duygusu sizi endişelendirmiyor mu? Mimarlık ortamındaki büyük bir kesimin ilgisizliğinin temel sebebi bu olabilir mi?
SÖ: Keşke mimarlık ortamının ilgisizliğinin kaynağı düşünsel ve kuramsal nedenlerden kaynaklanmış olsaydı. O zaman o birikimi geliştirip yepyeni, taze, devinimli ve düşünce yüklü yeni bir ortamın gelişmesini izlerdik. Mimarlık ortamının ilgisizliği ne yazık ki en az elli yıl geriden giden bir tasarım anlayışının tüm yapı üretimini yönlendirmesinden ve mesleğimizin düşünsel alanında üzerine serpilmiş yoğun bir “ölü toprağı sendromu”ndan kaynaklanıyor.

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.

 

Where Am I?

You are currently browsing entries tagged with söyleşi at boğaçhan dündaralp.

%d blogcu bunu beğendi: