2005/07: mimarlıkların pazaryeri’ ne yan bakmak / görüş-tartışma
Temmuz 20, 2011 § Yorum bırakın
MimarlıkLARın Pazaryeri’ne yan bakmak…
Boğaçhan Dündaralp
Çalışmaları 1998’den bu yana süren UIA 2005 İstanbul artık karşımızda duruyor. Karşılaşacağımız organizasyonun son zamanlarda yoğunlukla gördüğümüz reklamları aracılığı ile mimarlar ve kentliler (?) davet ediliyor. Öyle ya da böyle çeşitli olaylar, tartışmalar, konuşmalar vesilesi ile haberdar olunan bir hazırlık süreci yaşandığını dışarıdan gözlemledik. Kendi adıma bu süreci izleyen biri olarak, belki de organizasyondan sonra hiç tartışması yapılmayacak bu sürecin aracılığı ile bazı temel sorgulamalar yapmanın zamanı olduğunu düşünüyorum. Nasılsa organizasyon başarı ile tamamlanacak, yerli yabancı herkes çok etkilenecek, UIA tarihine gururla önemli bir imza atılacak. Övünecelecek ama dönüp bunlar konuşulmayacak… Ya da konuşacak kadar önemsenmeyecek… Çünkü odaklanılan sonuç, başarı ile organizasyonu tamamlanması olmuş olacak. Oysa şimdiye kadar geçen sürecin önemi ve bize anlatacakları ıskalanmayacak kadar önemli ve değerli görünüyor.
Peki nedir bu sürecin süreçlerini bu denli üzerinde konuşacak kadar önemli kılan? İsterseniz süreci okumaya 2002 yılında Berlin Kongresi’nde sunulan UIA 2005 İstanbul tema metninden başlayalım. Sunulan bu metin1 bir çağrıda ve vaatte bulunuyor: “Mimarlığın küresel gündemini gözden geçirme ortamı olarak mimarlıkların pazaryeri”. Aslında tartışma ve açılımlar için potansiyel taşıyan önemli bir tema sunuluyor. Ancak tema metninin kaleme alınış biçimi ile üstlenilenilen misyon, daha sonra sürecin nasıl biçimleneceğine, ilişkilerin nasıl kurulacağına yönelik yaklaşımın ilk anahtarını içinde barındırıyor. Metni güçlü kılan modernist tavır, oluşacak zemini, “mimarları ve mimarlığı meselelerin odağına yerleştirme ve çözümleri onun içinden bulma“ eğilimlerini de kapsayacak kadar ileri taşıyarak, konuyu, güncelliği son derece tartışmalı bir hesaplaşma alanına doğru kaydırıyor. Ve bildirileri biçimlendirecek alt temalara2 kadar bu tavrı sürdürüyor. Buraya kadar olan mesele, kendi içinde ayrı bir tartışma konusunu tartışmaya açmak değil. Sadece kurulan yaklaşımın sürece nasıl yansıdığına işaret etmek. Bu durum organizasyon sürecine iki türlü yansıyor. Birincisi, kent üzerine düşünmeyi, kente odaklanmayı bir taraftan iddia ederken diğer yandan kentin diğer aktörlerini dışarıda tutacak kadar mesafe koyuyor. İkincisi daha da ileri giderek organizasyonun ana omurgasını oluşturan mimarlar odasının, zaten fazlasıyla yatkın olduğu, temsil ettiği kendi meslek grubuna karşı da benzer bir mesafe yaratmasının imkanlarını sunuyor. Peki bunları nasıl sunuyor?
Tema ve alt temaları içeren konuların ortam içinde paylaşıma sokulmadan, tartışılmadan programlaştırılması, idealize edilmesi şöyle bir sonuç doğurmuştur. Hazırlanan program ve taşıdığı iddia o kadar güçlü hale gelmiştir ki etkinliğin ve potansiyellerinin önüne geçmiştir. Böylece sunulan program ve kendi bütünlüğü adına ortaya konan temalar ve alt açılımlar, farklı duruşları ortaklıklara dönüştüren bir araç olmaktan çıkmış, aksine katılımları kendini varedecek bir araca dönüştürmüştür. Ancak bir araç olması söz konusu olan şey, varedilecek bir amaca dönüşmüştür. Oysa amaç, programı gerçekleştirmek için bir organizasyon yapmak değil, gerçekleşecek olanı doğuracak bir organizasyon yapmak olmalıyken, zamanın daralması, zamanın kullanılma biçimi, süreç içinde bir baskı unsuru olarak çalışmaların bu yöndeki eğilimlerine set çekmiş görünmektedir.
Sürecin bundan sonrası yani çerçevesi bu şekilde çizilen bir programın içinin doldurulması çabası dışarıdan daha rahat gözlemlenebilir sonuçların ortaya çıkmasını da desteklemiştir. Başlangıçta organizasyon komitesi ile paralel hareket eden Mimarlar Odası zaman baskısının da artmasıyla programın izin verdiği esnekliklerin kullanılmasına izin vermeyecek kadar baskın bir rol oynamaya başlamıştır. Vadi yarışması sonuçları ve tartışmaları, Mimarlar Odasının sahip çıkması ve koruması gereken meslek etiğini, organizasyon pahasına nasıl yok saydığını kendi meslek örgütüne göstermesi açısından ilginç sonuçlar göstermiştir. Mimarlık ortamına taşınan benzer bir tavır da organizasyon komitesinden, organizasyonun beyin takımından bazı insanların ilişkisinin kesilmesi ile örneklenebilir.
Gündeme gelen tartışmalarda hep organizasyonun tek yönlü akışı (örgütleyecilerden, mimarlık ortamına) başta organizasyonun hep şikayet ettiği bir durum olmasına rağmen, düşünsel katılım ortamını organizasyona katacak açıklığı, ilişkiyi sürecin yukarıda aktardığım yapısı nedeniyle kuramadı. Aksine, düşünsel boyutları daha da kapalı kapılar ardına gizlenen, ama görünürde program yığınını gerçekleştirecek pek çok aktivetinin, ulusal etkinliklerin, çalışmaların, kitapların, sergilerin oda bültenlerinde boy gösterdiği bir süreci son bir yıldır yoğunlukla izliyoruz. İçini doldurmaya çalıştıkça boşalan bir niceliksel toplama dönüşen program, artık hedeflediği çerçeveyi de kaybetmiş görünüyor.3 İçerikleri ve varlıklarının hayatımıza katkılarının son derece tartışmalı olduğu, zamana ve kongreye bağlı kılınması dışında ortam adına sürekliliği tartışılabilir olduğu, kısa bir süreçte hazırlanmaları ve kongre hedefli olmaları nedeniyle niteliklerini tartışabileceğimiz görünürdeki bu çalışmalar dışında başka çalışmalar da olduğunu umut edelim.
Kuşkusuz, odağına sadece organizasyonu istediği gibi sonuçlandırma hedefine bağlayan ve bu işi değil kentin diğer aktörlerine, kendi meslek grubuna da mesafe koyarak süreç içinde uygulayan, hatta koruması gereken değerlerin çoğunu yoksayan bir tutum, kısa bir sesizlikten sonra şimdi bizi organizasyona davet ediyor. Reklamları ve ticari arka planıyla… 20 star mimar dışında bizi oraya çekecek hiçbir programın hala net sunulmadığı, içeriksel hiçbir şeyin gündem oluşturmadığı, tartışılmadığı bir ortam söz konusu…
Önündeki zamanı ve fısatları daha iyi kullanarak potansiyellerin değerlendirildiği ve açığa çıkarıldığı daha çok şeffaf, tartışılan, konuşulan, daha başlamadan kendi tartışmasını ve gündemini oluşturan, organizasyonla sınırlı kalmayan, süreklilikler gösteren ve göstereceği gözlemlenen çalışmalar mümkün olabilecek iken, önümüzdeki fırsatların ne kadarını değerlendirebildik, ne kadarını değerlendirebileceğiz sorgulamasını yapmadan edemiyor insan.
1 tema metni
2 akademik programla yapılan bildiri çağrısındaki alt başlıklar.
3 son program
_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ yeni mimar arşivine gitmek için tıklayınız.
2004/06: UIA 2005 Aydan Bulca Erim / söyleşi
Temmuz 18, 2011 § Yorum bırakın
UIA 2005 İstanbul, Türkiye mimarlık ortamının ne kadarını kapsayacak?
Boğaçhan Dündarlp: UIA İstanbul 2005’e nereden ve nasıl geldik?
Aydan Bulca Erim: Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA)’nın dünya mimarlık kongreleri ve bunların hemen ardından toplanan genel kurulları üç yılda bir, yönetim dönemlerinin sonunda yapılıyor ve nerede yapılacaklarına ilişkin seçim altı yıl öncesindeki genel kurulda gerçekleştiriliyor.
İstanbul Kongresine uzanan sürecin başlangıcı oldukça gerilere gider. UIA’nın Türkiye kesimi olan Mimarlar Odası ilk kez 1978 yılında Meksika’da toplanan genel kurulda İstanbul’u 1984 kongresi için aday gösterdi, bu talebini uzun yıllar büyük bir inatla yineledi, 1999 yılına kadar en fazla ikincilikten öteye geçemedi. Bu ısrarlı tutumun ve “ipi gergin tutma” politikasının savunucusu Ahmet Sönmez’in bu uzun yolda oynadığı rol hatırlanmalı diye düşünüyorum. 1999 yılında Pekin’de yapılan seçimlere oldukça ciddi bir hazırlık ve tanıtımla gidildi. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin Habitat II gibi büyük bir organizasyonu başarmış olmasının delegelerde yarattığı güven ve bu kez sadece iki rakiple yarışmanın avantajı en iyi şekilde kullanıldı ve yirmi yıllık bir istek sonunda gerçekleşti.
Öncelikle şunu belirtmek gerek, Türkiye’nin ve Mimarlar Odası’nın bu kongreye ilişkin ikili bir rolü var. Birincisi, ev sahibi ulusal kesim olarak tüm etkinlikleri, kongreyi ve genel kurulu UIA adına hazırlamak ve gerçekleştirmek. Yani, UIA’ya karşı, sözleşme ile bağıtlanmış bir “yüklenici” sorumluluğu… İkincisi ise diğer yüze yakın ülkenin mimarlık örgütleri gibi, “katılımcı üye kesim” rolü. Mimarlar Odası en başından beri bu iki role ilişkin politikalarını çok net belirledi. 2005 Kongresi’ne ilişkin hedef hiçbir zaman bir organizasyon başarısı kazanmak olarak konmadı ve bu kez, katılımcı kesim olarak çok daha parlak bir varlık gösterilmesi gereği baştan beri iyi kavrandı.
BD: Size göre UIA organizasyonlarının kentlerle olan ilişkileri nasıl ve yapıldıkları kentlerin mimarlık ortamlarına katkıları oluyor mu?
ABE: UIA kongrelerinin yapıldıkları kentlerle genelde fazla bir ilişkisi olmaz. Bu buluşmalar çok kez, kentin içinde veya biraz kenarındaki uygun bir toplantı ortamında, kayıtlı katılımcıların girebildiği alanlarda yapılan ve mimarların mimarlarla iletişim kurdukları etkinlikler. Bunun aksine en güzel örneği 1996 Barselona Kongresi’ydi – hedefi tüm kenti kongrenin parçası yapmaktı ve bunu da hemen hemen bütün sergi ve toplantıları kentin farklı mekanlarına yayarak gerçekleştirmeye çalışmışlardı.
Ben şu ana kadar dört UIA kongresi yaşadım, hiç birinde, birkaç kez yapılan mimar yürüyüşleri dışında, kentlilere dönük bir düzenlemeye rastlamadım ve bunun büyük bir eksiklik olduğuna inanıyorum. 2002 Berlin kongresinde UIA Çalışma Programları yürütücüleri olarak halka açık bir gün yapmak istedik ama bu fikri organizatörlere benimsetemedik. Umarım İstanbul’da bu alışılmış kalıbı kırar ve yeni bir gelenek başlatabiliriz.
BD: Bu farklılığı yaratacak olan nedir?
ABE: Bir UIA Kongresine ev sahipliği yapma hakkını kazandığınız zaman önünüzde altı yıllık bir süre ve maliyeti oldukça yüksek bir iş var demektir. Üstelik dünyadaki mimarlık meslek kuruluşlarının hemen hiçbirinde, doğal olarak, bu boyuttaki bir etkinliği düzenleme deneyimi yok. Seçimlere giren adayların çoğunluğu da ayrıntısına girilmemiş genel ve çok kez geçici bir tema önerisi ile ortaya çıkıyor. Bu durumda bu sürenin ilk bir iki yılı kendi içinizde bir öğrenme, fikir geliştirme ve kaynak ya da kaynak arama çabası ile geçiyor. Bizde de durum farklı değildi. Üşenmeyip bir döküm yapmıştım o sıralar. Yarı yol olan Berlin Kongresi’ne kadar geçen süre içinde, var olan, oluşturulan ya da oluşturulması düşünülen çeşitli kurullarda görevlendirmek istenilen ya da düzenlenen platform toplantılarına çağrılanların, kısacası ilk hazırlık sürecine çekilmek istenenlerin sayısı 140 kişi. Bu azımsanacak bir erişim çabası değildi.
Türkiye mimarlık ortamına şu ana kadar bir canlılık getirildi mi sorusuna evet diyen de çıkar hayır diyen de. UIA kongrelerinin dışa yansıyan hazırlıkları genellikle Kongre yapıldıktan sonra hız kazanır, sıradakini gölgelememek için. Berlin’den bu yana meslek topluluğunun ilgisini çeken üç durak olduğunu söyleyebiliriz: Logo yarışması, UIA’nın Kongre hedefli Yaşasın Kentler yarışması ve yeni açılan ve oldukça ilgi gösterilen Vadi Yarışması. İlgi ve canlılığı yıllar boyu üst bir noktada tutmak zordur ve aslında giderek artmasına değil belki de sünmesine neden olmak tehlikesi de vardır. Hele uğraştığınız konu televizyon aracılığı ile toplumu can evinden yakalayan pop star ve benzeri yarışmalar veya çeşitli “gözetleme” programları değilse! Düşünsenize 15-20 mimarı bir eve kapatmışsınız ve 24 saat kamera ile izliyorsunuz onlar da sürekli olarak mimarlık konularını, UIA’yı ve İstanbul Kongresini konuşuyor – böyle bir, “biri mimarları gözetliyor” programı ile belki bütün Türkiye’yi bilinçlendirmiş olurduk! şaka bir yana, başarabildiğimizden daha iyisi yapılabilirdi kuşkusuz ama bu yıl yoğun geçecek. Zaten en önemli şey İstanbul kentini, gelecek yıl bu kongrenin, kent ve mimarlık konularının farkında kılmak, kentin nabzını ele geçirmek. Kalıcı iz fiziksel de olabilir, örgütsel de.
BD: Organizasyon yapısı gereği bir topluluk. Topluluk, ortak kaygıları ne olursa olsun çoğunlukla düşünsel arka planını terk etme meyili gösteren bir ‘uzlaşım’ düzlemini kabullenme ile yüzyüze kalabilir. Bu da etkinliğin kendi varoluş gerekçelerini kaybettirebilir. Organizasyonun düşünsel arka planının sürekliliği bu anlamda nasıl sürdürülmeye çalışılıyor? Süreklilik adına mücadele edilen konular nerelerde düğümleniyor?
ABE: İstanbul 2005’in temel özelliği kent ve mimarlık odaklı özgür bir tartışma ve karşılıklı bilgilenme ortamı yaratmak olacak. Bu aslında riskli bir seçim. Kongrelerde genelde çizilen katı akademik katkı ve katılım koşullarını, yüzlerce katılım isteğinin bu katılık nedeniyle dışlanması modelinin rahatlığı ve güvencesini – bir o kadar da bıkılmışlığını – terk edince, kendinizi düşlediğiniz nitelikli pazar yerini, sosyete pazarına dönüştürmemekle de yükümlü kılıyorsunuz. En önemli mücadele alanı bu tuzağa düşmemek, öngörülen bütün o çeşitlilik içinde gene de bir zihinsel yol haritasının varlığını hissettirmek olacak.
BD: Suha Özkan yaptığımız söyleşide: “UIA 2005 İstanbul için hala tek yönlü, yani bizden (örgütleyicilerden) mimarlık kamuoyuna tek yönlü bir akış var. Bu daha ne kadar sürecek? Ne zaman mimarlık ortamı ve düşüncesinin sahibi otuz bini aşkın Türkiye mimarı olacak?” diyerek bir düşünsel katılım ortamının, bir girişimin, bir örgütlenmenin henüz oluşmadığını ve bu durumun kendisini epey kaygılandırdığını söylemişti. Bu ortak bir kaygı mı? Ve bunu aşmak için nasıl bir çaba söz konusu?
ABE: Suha’nın kaygısını paylaşanlardanım. Üniversitede ders vermeye başladığım ilk acemilik yıllarımda, öğrencilerden en çok duyduğum söz, “biz ağzımıza kaşıkla verilen bilgi istemiyoruz” idi. O inatçı ağızlar ve sorgulayan beyinler bugün artık mesleğin orta yaş kuşağı. Ne oldular? Neredeler?
Ortalıktaki yadsınamaz durgunluğu aşmak için Mimarlar Odası ilki Haziran ayında Konya’da yapılacak olan bir dizi ön kongre planladı. Geçen yıl oluşturulan Eşgüdüm Komitesi bu yönetim döneminde yeniden yapılandırıldı ve Türkiye katılımını zenginleştirmek için çaba harcayacak. Ben tanıtım yaptığımız toplantılarda geçen yıl bile “katılırsam bana ne faydası olacak ki?” sorusu ile karşılaştığımda, korkunç bir karamsarlığa düşüyorum. Kongreye az katılım olacak kaygısı değil bu – mesleğe ilişkin bir kaygı… ayağımıza kadar gelen böyle bir meslek etkinliğine kaygısız kalabilen mimarların varlığının yarattığı kaygı.
BD: Gerek organizasyon içindeki komitelerde yer alan kuşak düşünüldüğünde, gerekse de meslek odasının mimarlık ortamındaki kendi rolünü belirleme biçimi düşünüldüğünde ‘mimarlığa ait herşeyi düzenleme, meselelerin ve çözümlerin odağına mimarları yerleştirme” tavrının bir misyon olarak sürdüğü izlemini ediniyoruz. Modernist bir tavrın izlerinin sürüldüğü tema metni ile de desteklenen bu duruşun, mimarlık ortamındaki ilgisizliğin temel sebeplerinden biri olup olamayacağını Süha Özkan’a sorduğumuzda; “Keşke bu ilgisizliğin kaynağı düşünsel ve kuramsal nedenlerden kaynaklanmış olsaydı. Bu ilgisizlik mesleğimizin düşünsel alanının üzerine serpilmiş yoğun bir ölü toprağı sendromundan kaynaklanıyor.” demişti. Sizin bu konudaki görüşleriniz nasıl? ve Bu duruş ve bu ortam arasında etkileşimin nasıl doğacağını düşünüyorsunuz?
ABE: Suha haklı ama ben sözünü ettiğiniz tavrın da, misyonun da alternatifleri düşünülmüş bilinçli bir seçim olmadığına inanıyorum. Uygulama galiba son dönemlerde terk edildi ama, bizler doğar doğmaz nüfus kağıdımıza otomatik olarak müslüman kaydı düşülürdü. Mimar olmaya kalktığınızda da aynı otomatik yaklaşımla “modern” akım mimarları önünüze konur ve çoğu otuzlu, kırklı ve ellili yıllarda, yani yarım asır önce formüle edilen fikirlerle – hareketin kendi içindeki tartışmalar ve yadsımalarla aklınızın karışmamasına da özen gösterilerek – donatılır ve mezuniyet sonrasında eğer üniversite eğitim kadrolarına girmişseniz bunları gelecek kuşaklara aktarırdınız. Bugün verilen eğitimin içeriğini açıkçası pek bilmiyorum – umarım yeni kuşaklara izleyecekleri yolu seçme hakkı tanınıyordur. Mimar yetiştirmenin ötesinde Türkiye’deki planlama alanına bakın kentlerin fiziksel ortamlarının oluşturulmasına ilişkin buyurucu yasal düzenlemelerimiz dünyanın en sadık CIAM ilkeleri izleyicisi hala! “Plan müellifi” diye bir sözcük hala var, ellili yılarda kurulan bu düzeni değiştirmek de bence olanaklı değil.
Günümüzün kentleri artık mimarları aştı. Boyutları ile artan karmaşıklığı ile ve de çözüm bekleyen çok yönlü sorunları ile aştı… Genel geçer, safkan bir mimarlık eğitimi ile kentlere ilişkin güncel söylemlere bugün etkin olarak katılamazsınız, başka donanımlar gerekli. Berlin’de tanık olduğumuz gibi, kendi başına belki “şahane” sayılan, marka olmuş mimarların yapılarını sadece bir araya getirdiğinizde ortaya belki iyi bir 1/1 mimarlık arşivi ama bir o kadar da kentsel kabus çıkabiliyorsa, tek tek “yeşil” binaların aritmetik toplamı da bugün dünyada hedeflenen sürdürülebilir kentleri çıkartamaz ortaya. Kongre bunları tartışmak için önemli bir fırsat.
Yeni donanımlara sahip değilseniz, kendinizi yenilememişseniz, o zaman bilinene alışılmışa sığınmak, ya da statükoyu devam ettirmek kaçınılmazdır ve bu durum sadece bize özgü de değil.
Tema, “modernist bir tavrın izlerini sürüyorsa” ve siz de buna karşıysanız, çözüm ilgisizlik mi olmalı yoksa 2005 Temmuz’unun er meydanına karşıt fikirlerle, alternatif etkinliklerle ve hatta alternatif bir kongre ile çıkmak mı?
BD: Kongre vadisinin fiziksel oluşumu ile ilgili ulusal bir yarışma açıldı. Bu, mimarların tasarım aracılığı ile bu etkinliğin bir parçasına dahil olma imkanlarından biri. Mimarların ürettikleri ile katılabileceği; katkı, paylaşım ve önerilerini sunabileceği başka ne gibi imkanlar var?
ABE: İmkanların sonu yok! Kongre yapılanmasının iki halkası olacak – biri kontrollu diğeri açık. Kontrollu halka kongre delegelerine sınırlı, diğeri de kente yayılmış etkinlikleri içerecek. Özellikle gelen yabancı katılımcılar doğal olarak vadiye sıkışıp kalmayacak, kente yayılacak ve İstanbul’un artlarını da eksilerini de görmek isteyecek. Dolayısı ile ilk halkada mekansal kısıtlar nedeniyle yer bulamayan her talep, kendini dış halkada sunma seçeneğine sahip. Bu seçenekler de yakında netleşecek ve duyurulacak.
_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
2004/05: UIA 2005 Süha Özkan / söyleşi
Temmuz 18, 2011 § Yorum bırakın
İstanbul “Mimarlıkların Pazaryeri” Olabilecek mi?
UIA 2005 İstanbul Kongre Başkanı Suha Özkan ile Söyleşi
Boğaçhan Dündarlp: UIA İstanbul 2005 için nasıl bir hazırlık yürütülüyor?
Suha Özkan: İstanbul 2005 için bu görevin alındığı 1999 yılından bu yana çalışmalar yürütülmekte. Berlin 2002 Kongresi’ne kadar geçen ilk üç yıl boyunca mimarlık ortamında düşünce üreten onlarca kişinin katıldığı Platform Toplantıları yapılmış ve 2005 İstanbul Kongresinin teması bu toplantılardan derlenen düşüncelerden çıkarılmıştır. Artık son aşamaya geldiğimiz için katılım için çağrılar yapılmış durumda. Bu ay içinde de bilimsel katkılar için çağrı yapılacak.
BD: Bu hazırlıklar mimarlık ortamında paylaşıma açılıyor mu?
SÖ: Elbette. Platform bu paylaşımın ilk aşamasıydı. Geçen yıldan başlayarak Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nde ayrıca Bursa ve Antalya Mimarlar Odası Danışma Kurulları’nda sunuşlar yaptık. Açık olan web sayfamız ise her türlü katılım ve paylaşımın odak noktası durumundadır.
BD: Söylediklerinizden meslek odası ve web sayfası dışında herhangi bir paylaşım yok gibi görünüyor? Biraz belki paylaşım biçimi tartışılabilir. Paylaşım, haberdar edilmenin ötesinde nasıl bir duruma yönelik? Bu paylaşımlarla ne amaçlanıyor?
SÖ: Haklısınız temel amaç konuyu öncelikle Türkiye mimarlarına sunmak oldu. Çünkü burada özellikle bizim mimarlarımızın bilgilenmesi ve katılımı önemliydi. Ama geçtiğimiz yıllarda Moskova, Sofya, Torino, Bari, Dhaka, Budapeşte, Berlin ve şimdi anımsamadığım bir çok ortamda çok uluslu mimarlık kuruluşlarına sunuşlar yaptık. Bundan sonrası “katkı” istemine ve biçimine yönelik başvuruların ve sunulmak istenen düşüncelerin derlenmesi ile ilgili. Yani gelecek tepkileri ve katılım önerilerini beklemek durumundayız. Kısacası biz olanak sağlarız katılım ise genç ya da değil dünya mimarlar topluluğunun elinde.
BD: Organizasyon gönüllü katılımla mı yoksa başka mekanizmalarla mı yürütülüyor?
SÖ: Organizasyon süreci içinde en değer verdiğimiz ve yüreklendirdiğimiz gönüllü katılım ve yardım. Ama doğal olarak bu kapsamdaki bir etkinlik için profesyonel ve ücretli bir kadro da var. Bu kadro gün geçtikçe büyümekte. İşin gerektirdiği uzmanlık dallarını kapsayarak çeşitlenip zenginleşmekte.
BD: Organizasyon genç mimarların katılımına ne kadar açık? Bunları soruyoruz çünkü mimarlık ortamı genelinde yeterince ilgi ile karşılanmadığını gözlemliyoruz.
SÖ: Katılım herkese açık. Yalnız mimarların değil yapı sektörünün, yerel yönetimlerin ve demokratik toplum kuruluşlarının da yoğun katılımlarını beklemekteyiz.
İlgiyi ancak, yapılacak katılımların niteliği ve etkinliği tanımlayabilir ama biz tüm dünyadan genç ve taze düşünceye ortam sağlamak eğilimindeyiz. Bu ortam için özellikle çabalayıp kaynak üretmek görevimiz. Kongre’ye katılacak çok genç mimarları ve mimarlık öğrencilerini İstanbul’daki yaz tatili nedeni ile boş olan öğrenci yurtlarında çok düşük ücretle belki de ücretsiz konaklatacağız.
BD: Dünyadan genç ve taze düşünceye ortam sağlamak için neler yapıyorsunuz? Ortam için nasıl kaynaklar üretiliyor?
SÖ: Kongre’nin yapısında sabahları herkesi ilgilendiren ünlü ya da ilginç görüşleri olan mimarların sunuşları var. Öğleden sonra ise daha küçük sayıları 30 ile 200 arasında değişen ilgi guruplarının çalışmaları. Şu anda onlarca elçilik ile temas halindeyiz. Sizin ve Türk mimarlık kamuoyunun bize ulusal ya da uluslararası ortamdan kimleri istediklerini bildirmesi gerekir. O kişileri getirmek için elimizden geleni yapacağımızdan kuşkunuz olmamalı. Ayrıca başka ne yapalım? Söyleyin. Bu kapsamda bir toplantı ancak katkı, paylaşım ve önerilerle olumlu bir yere gelip olgunlaşabilir.
BD: Kongrede yer alacak katılımların nasıl olacağı konusunda bize bilgi verebilir misiniz ?
SÖ: Pazaryeri kavramından yola çıkarak, bu konuda çeşitlilik ve zenginlik yaratmak için uğraştık. İlginç bir bakış açısı, görüşü, sunuşu ya da düşüncesi olan hiçbir kişi ya da kuruluşu dışlamak istemiyoruz. Bilim Kurulu başvuruları, her sunuş biçimi, niteliği ve gerekli sunuş ortamları içinde değerlendirecek. Sonunda afiş, CD, DVD, sergi, gösteri, konferans, serbest kürsü, konferans, söyleşi odaları hepsi birlikte tüm zenginliği ile sunulacak.
Birçok yarışmanın sergileri gelecek. Ayrıca mimarlık eleştirisi, eğitimi ve tarihi konusunda ilgi guruplarına özel zaman ve alanlar tanınacak.
En önemlisi dünyanın en ünlü ve önemli mimarları da bu ortamda yer alacak. Gerçekte bu ortam hem izleyip öğrenmek hem de sunup etkilemek üzere kurulmuş bir ortam olacak.
BD: “Kentler: Mimarlıkların Pazaryeri” teması nasıl belirlendi; “pazaryeri” içeriği nasıl tanımlanıyor ve nasıl işleniyor?
SÖ: “Mimarlıkların Pazaryeri” bir tema olarak değil bir Kongre ya da toplantı yapısı olarak benimsendi. Bu yapıyı öneren geçen yıl yitirdiğimiz Profesör Raci Bademli’ydi ve Platform Toplantıları ortamında sunmuştu. Öneri Düzenleme Kurulu’nda da benimsenince Berlin’deki kongreye sunduk onlar da beğendiler. Tema olarak “Kentler” daha sonra bu ortam konu olarak girdi. Bu konu öncelikle UIA’nın 2002-2005 gündemine gönderme yapan ve onu destekleyen bir tutum.
Pazaryeri, çoğulcu toplumun, özgürlükçü ve çok renkli mozaiğin simgeleşmiş bir kentsel etkileşim ortamı. İçeriğini katkıcıların kendileri tanımlayacaklar. Bunun örgütlenmesi için on kişilik bir uluslararası Bilim Kurulu var. İşleyişi ise tıpkı bir sergi ya da Pazar ortamı gibi olacak. Bir şey söylemek, sunmak, tanıtmak, satmak isteyen ilgililer ve girişimciler bu Pazar da diledikleri büyüklükte yer kiralayıp sunuşlarını yapabilecekler.
BD: “Mimarlıkların Pazaryeri” temasının metafor olarak tanımlanması ile bu temanın kongre konu başlıkları içine “küresel pazarda mimarlık ve kentler”, “mimarlığın pazarları” gibi isimlerle girmesi, onu artık metafor olmaktan çıkartıp bir “konu” olma haline indirgemiyor mu? Yani metaforun zenginleştirici doğası, bir anda somut biçimlere dönüşerek etkisini kaybetmiyor mu ?
SÖ: Biz Bilim Kurulu’nda olabildiğince geniş, soyut ve kapsayıcı bir biçimde tanımladık ki her kesim ilgisini katkıları ile seslendirebilsin ve bu konuları somutlaştırarak içerik kazandırsın. Kısaca benim görüşüm somutlaşmanın etki yitirilmesi değil de yaşamsal, deneyimsel, uygulamalı saptamalar ve sunuşlarla içerik kazandırılması yönünde.
Kısacası, biz “Kentler” bağlamında ve “Pazaryeri” ortamında olabilecek en geniş kapsamlı düşünsel bir “alışveriş listesi” oluşturduk. Bunun içinden ilgisizlik nedeni ile bir çok konu düşeceği gibi, eminim, birçoğu da bizim ummadığımız, düşünmediğimiz kadar etkinlik kazanacak. Burada önemli olan katılmak ve önemsenen konuları güçlendirmek.
BD: Tema metninde vurguladığınız “mimarlığın küresel gündemini gözden geçirme” gibi net ve anlaşılır bir arayışı, taslak programda açıkladığınız konu yığınları içinde kaybetme endişesi taşımıyor musunuz?
SÖ: Olayın tüm yapılanması bir “Pazaryeri”; kapsanabilecek konuları en geniş biçimde anımsatmalar yaparak belirledik. Bundan sonrası katılımcılara kalmış durumda. Sahiplenilen konular ve katkı yoğunluğu kazanılacak ya da yitirilecek konuları belirme durumunda. Örneğin yoğun bir ilgi (belki de baskı) nedeni ile küçülen kentler konusunu içerdik. Bu olgu yalnız İngiltere’nin değişen sanayi ortamı ile (önceki) Doğu Almanya’nın Batı’ya göçü ile oluşan son on yıllık bir oluşum. Ben izledim; ilginç ve öğretici, ama çok önemli mi, bilmiyorum. Onu da tüm öteki konular gibi Kongre’deki katkılar belirleyecek.
BD: “Pazaryeri”nin İstanbul ile nasıl bir ilişkisi var? Bundan önceki UIA organizasyonlarının kentlerle olan ilişkileri İstanbul’da nasıl kurulacak?
SÖ: Pazaryeri dediğimiz “Grand Bazaar” ya da Kapalı Çarşı evrensel kent kültürüne İstanbul ve İsfahan’ın sundukları kentsel ortamlar. Biz bunu bir mal ya da meta pazarı olmanın ötesinde bir düşünce, sanat ve mimarlık pazarı olarak yeniden tanımladık.
Pazaryeri Kongre Vadisi’nde Taşkışla ile Açık Hava Tiyatrosu ve Kongre Salonu arasındaki üçgen içinde yer alacak. Ama sergileme eylemleri İstanbul’un olabilecek uygun tüm yol ve meydanlarına dağılacak.
Pazaryeri’nin fiziksel oluşumu için gerekli mimarlık ürünü çok yakında açıklanacak bir ulusal yarışma ile belirlenecek. Dolayısı ile bu ortamın oluşmasına her Türk mimarın katılma olanağı ve özgürlüğü var.
Dünyanın tüm kentleri bu kongreye çağrılı olacaklar. Kentlerin sorunlarını ve çözümlerini sunacakları bir “Kent Yöneticileri Forumu” da düzenlemek istiyoruz. Bunun ev sahipliğini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yapması bizi onurlandıracak. Bu ortama dünyadan nasıl bir katılım olur onu zaman gösterecek.
BD: Bundan önceki UIA organizasyonlarının yapıldığı kentlere ve kentlerin mimarlık ortamlarına nasıl bir katkısı oldu?
SÖ: Bu konudaki katkılar oldukça sınırlıydı. Yalnız Barselona’da kentin çeşitli alanları için çıkarılan yarışmalar nedeni ile doğrudan ilişki kurulmuştu. Bizde Bursa’daki Yapı Yaşam Kongresi’ni kentin değişik mekanlarına taşıyarak geçen yıl iyi bir deneme yapıp olumlu sonuçlar aldık. Berlin ise kente nerede ise küsmüştü. Toplantılar kent dışında gerçekleşti. İlgilenenler görmek istedikleri yapılar için kongreden ister istemez uzaklaşmışlardı.
BD: 2005 İstanbul’un Türkiye mimarlık ortamına nasıl katkılar yapması bekleniyor?
SÖ: 2005 yılında İstanbul’da mimarlığı Türkiye’nin gündemine sokup belki tüm yıl boyunca işlemeyi düşünüyoruz. Belki Türkiye tarihide ilk kez mimarlık mesleği böylesine bir biçimde önemsenecek ve her kesime tanıtılacak. Bu konuda meslek örgütü kararlı.
BD: 2002 Berlin Kongresi’nde sunulan tema metnini okuduğumuzda meselelerin ve çözümlerin odağına mimarları ve mimarlığı yerleştiren Modernist bir tavrın izlerini gözlemlemekteyiz. Böyle bir misyonunun günümüzde hala güncel olduğunu düşünüyor musunuz?
SÖ: Çağdaşlık ya da “Modernity” Türkiye’nin her anlamda gündemine girmiş ve yüzyıla yakın bir süre koruyup kolladığı bir değerler demeti. Siyasal gündemden sanatsal ortama değin her oluşumu etkilemekte. Ama UIA 2005 İstanbul’un çoğulcu yapısı herhangi bir ülküyü (ideology) ya da düşünsel tutumu dışlamıyor. Sonunda Kongre kendi kimliğini yapılacak katkılarla belirleyecek. Benim özlemim bu Kongre’nin Atina, Venedik, Vancouver gibi tarihe mal olacak bir manifesto ile sonuçlanması. Bu konuda şahsınızın katkıları öncül nitelikte. Bunu izleyip pekiştirecek bir düşünsel katılım ortamı, bir girişim, bir örgütlenme henüz oluşmuş değil.
Bu durum beni biraz değil “epey” kaygılandırmakta! Çünkü ben tüm mimarlık dergilerini okumakta Arkitera’yı sürekli izlemekteyim. Beş yıla yakın bir zaman geçti UIA 2005 İstanbul konusunda hala tek yönlü, yani bizden (örgütleyicilerden) mimarlık kamuoyuna tek yönlü bir akış var. Bu daha ne kadar sürecek? Ne zaman mimarlık ortamı ve düşüncesinin sahibi otuz bini aşkın Türkiye mimarı kongrelerini sahiplenecek? Bekliyoruz.
BD: Peki bu Modernist tavrın ağırlığının ayrı bir “iktidar” alanı yaratarak, kendi meslek alanı içinde mesafe ile karşılanabileceği duygusu sizi endişelendirmiyor mu? Mimarlık ortamındaki büyük bir kesimin ilgisizliğinin temel sebebi bu olabilir mi?
SÖ: Keşke mimarlık ortamının ilgisizliğinin kaynağı düşünsel ve kuramsal nedenlerden kaynaklanmış olsaydı. O zaman o birikimi geliştirip yepyeni, taze, devinimli ve düşünce yüklü yeni bir ortamın gelişmesini izlerdik. Mimarlık ortamının ilgisizliği ne yazık ki en az elli yıl geriden giden bir tasarım anlayışının tüm yapı üretimini yönlendirmesinden ve mesleğimizin düşünsel alanında üzerine serpilmiş yoğun bir “ölü toprağı sendromu”ndan kaynaklanıyor.
_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.