2010/07: pritzker yürüyüşü / sanaa / görüş-tartışma

Temmuz 31, 2011 § Yorum bırakın

 PRITZKER YÜRÜYÜŞÜ

 “Bilinçaltımızda geleneksel Japon mimarlığının izleri bulunuyor olabilir, ama biz kendimizi özellikle Japon mimarlar olarak görmüyoruz”                                                                                                         Kazuyo Sejima/SANAA

SANAA’nın diğer kurucu ortağı tarafından dile getirilen bu sözler;  başta Japonya olmak üzere, Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda, İsviçre, İspanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamlanmış binaları olan bir ekibin 2010 yılında pritzker ödülünü almasını şaşırtıcı kılmasa gerek.  Oysa, bu ödülün onlara gitmesi SANAA’nın işlerini ilgi ile takip edenler arasında ne kadar tartışıldı? Mimarlığın görünen güncel hatlarının (mainstream) hep dışında kalan, özgün ve keşfe değer bir mimarlık sunan SANAA’nın algılardaki o özel konumuna ait farklı tezahürlerin, bu tartışmalar içinde Pritzker ödülü  aracılığı ile karşı karşıya  geldiğini gördük.  Tartışmalar, SANAA’nın o özgün dünyasının  bir yanda sürekli yeniyi ve fark yaratmayı talep eden  post-endüstriyel dünyanın  çekim alanına bu ödül aracılığı ile iyice çekilerek yeniden ‘biçimlenme’si  diğer  yanda da  yapılagelenin bir ‘biçimlenme’ kategorisi yaratılması için bir meşruiyet zemini olarak kullanılmasını işaret ediyorlardı. Her iki durum da SANAA’nın bundan Pritzker sonrası üretimleri  için olası ‘değer’ kayıplarına yönelik endişeleri dile getirdiği kadar, tıpkı Peter Gabriel’in ‘Here comes to the flood’  şarkısında olduğu gibi insanlığın, kendi evrimi açısından ne kadar umutsuz bir ortamda olduğuna dair kaygıları da bize hatırlatmaktadır.

Buradaki ‘biçimlenme’den ne kast edildiğini biraz açmakta fayda olabilir. Biçimlenme: üretimin doğasında olan sürecin, sonuç ürünlerine yansıyan nitelikli sürekliliğinin bir tür formülasyona ve talep edilen şeyin kendisine dönüştüğü; özgün olanın açığa çıkışını doğal süreçteki ilişkilere bırakma riskinin alınmadan, eldeki birikimle ve yaklaşım dili ile baştan öngörülmeye çalışıldığı bir tür oluş hali olarak ifade edilebilir. Bu sayede üretimler,  süreçlerden doğan, anlamını bağlam ve koşullarından üreten özgün  oluşlardan çok,  bir ‘biçimlenme’ kategorisine dönüşen ve klonlanarak da başkaları tarafından da çoğaltılabilen, artık öznelerin önemini yitirdiği (öznelerden çok  kategorinin önem kazandığı),  bir kategorinin temsiliyetine dönüşme riski taşırlar.

Peki Sanaa’nın kendi özgün üretimini sürdürmesi önündeki bu ‘risk’, neden SANAA özelinde tartışmaya değer bir durum oluşturmaktadır diye sorulabilir? Tüm batı tarihinin felsefe tarihi de başta olmak ‘biçimlerin’ tarihi olarak görebilirsek eğer , ‘batı’dünyasından gelen bu ödülün’ batı mekan geleneği açısından ‘yeni’ bir ‘biçimlendirme’nin ortamını hazırladığını söyleyebiliriz.  Belki de altında yatan nedeni yalnızca Sanaa’nın Japonya merkezli olması ya da Batı’nın (kendi gündemi ekseninde) ilgisini çekmelerinde aramamak gerekir. Sejima’nın da dediği gibi bunu bizzat kendilerinin de talep ettiği bir karşılaşma olduğunu görmek gerekebilir.  SANAA için Rem Koolhaas’ın tek rakibim demesi boşa olmamalı.

‘Biçimlendirme’ dünyasının mimarlığın da en baskın dilemması olduğunu söyleyebiliriz. Bir taraftan tasarımın doğasına aykırı olarak çeşitli katılımcılar arasındaki diyolog ile gelişen, baştan bağlamın sınırlarını öngörülemez kılan, sonucun süreç içinde oluştuğu bir durum; diğer taraftan mimarın tüm bağlamı biçimlendirecek, indirgeyecek bir tasarım dili geliştirme zorunluluğu… Doğası gereği mimari, bir iletişim biçimidir ve ortak kurallar olmaksızın gerçekleşmeye meyillidir.  Mimarlık uğraşı, ‘ideal’ olana ulaşmayı beyhude kılan ve bu iki durumun arasındaki dengeyi arayan bir uğraşa dönüşmektedir.

Kültürel farklılaşmalar bu uğraşı çeşitlendirirken uygarlık tarihi bize;  doğu kültürlerinin bu ‘dilemma’yı metafizik boyutları ile daha bütünsel ve zamansız olarak algıladığını, batı kültürlerinin ise bu mücadeleyi zamansal kesitteki değişkenler çerçevesinde kendi üzerine biriktirerek yöntem ve araçlarla araştırdığını göstermektedir.  Bir tarafta mücadele tarihi daha ‘zamansız’ bir uğraşa dönüşürken,  diğer tarafta mücadele tarihi bir ‘biçimlendirme uğraşı’ ve artzamanlı gelişen  ‘biçimler’ tarihine dönüşür.

Sanaa’nın Pritzker ödülü alması sonrası batı kültürü ile yapacağı alış-verişin ve  ‘batı’ gündeminde yer alma hallerinin, kendilerini vareden duruma karşı nasıl bir risk alanı oluşturabileceği ve üretimlerini nasıl etkileceği  ‘tartışması’nın sürekliliğini koruyacağını düşünerek bu noktada şu soruları sorarak konuyu biraz daha açmak iyi olabilir:

Sanaa’nın üretimleri  bu eksende nerede duruyor  ve  Sanaa’nın üretimini özgün kılan nedir ?

Üretimlerinin arkasındaki özgün durumu; doğu kültürünün doğasından beslenen, kolay tüketilemeyen, sindirilemeyen ve batının kendi rasyonel dünyası içinde bir türlü beceremediği, belki de beceremeyeceği bir tür görünür olmayan bir ‘fazlalık’ tan aldığını söyleyebiliriz.  Ancak bu ‘fazlalık’ batı dünyasının ilgisini çekmek için yeterli görünmemektedir.  Batı’nın kendi gündeminde yer alabileceğine inandığı, kendi mekan tarihi üzerine eklemleyebileceği bir şeyleri keşfetmiş olması gerekmektedir. Zira bahsettiğimiz ‘fazlalık’ın çok güçlü bağlarla bağlamına, yere ve kültüre bağlı çok ilginç örneklerine farklı kültürel üretimlerde rastlamamıza rağmen sadece batı’nın gündeminde olmadığı için görünür olmayan pek çok farklı mimarlıktan bahsedebiliriz.   Sanaa’nın dahi bu kapsamda söz edelebilecek yapıları vardır. Örneğin Japonya’nın kültürel bağlamı ile sıkı ilişki içinde olan Pritzker Ödülü çerçevesinde (basın kitinde yer almayan)  pek gündeme getirilmemiş,  ama konut  anlamında oldukça ilginç bir deneme olan ‘Moriyama House’ ya da ‘House A, S House, House in a Plum Grove, Small House, Flower House’  ev projeleri gibi… Görünürlükleri, kendi mimarlık anlayışlarının kültürel karşılıklarının daha belirgin olduğu Japonya’daki bu küçük konut projelerinden çok, Japonya dışında farklı kıtalarda yaptıkları projelerle olmuştur.

Sanaa’nın becerisi, kendi kültürüne ait beslenme kaynaklarını kaybetmeden, ele alış biçimlerini dünyanın farklı yerlerinde,  farklı coğrafya, kültür ve bağlamlarda yeniden üretebilme becerisinde gizli.  Bu çalışmaların müze, okul, sanat galerisi gibi kültürlerüstü yapı tipolojilerinde yer alması görünürlüklerini ve algılanmalarını da kolaylaştırmıştır. Japonya’daki O-Museum, Almere Hollanda’daki Stadstheater Almere “De Kunstlinie”, Kanazawa Japonya’daki 21. Yüzyıl Çağdaş Sanat Müzesi, Toledo ABD’deki Toledo Müzesi Cam Sanat Pavyonu, Essen Almanya’daki Zollverein School ve New York’taki New Museum bunlar arasında sayılabilir.  2009 Yılında Londra’da yaptıkları Serpentine Pavyonu ise Sanaa’nın belki de mimarlıklarının en rafineleştiği örneklerden biri olarak kendilerine uluslararası ortamda önemli bir konum kazandırmıştır.

“Bugünün küresel çağında bir kültürün temsilcisi olmak ya da  ‘yerel’ olmak ‘mimarlık’ bağlamında ne anlama geliyor?”, “Doğu-batı ekseninde güncelliğini kaybetmeyen belki de kaybetmeyecek tartışmalar bu bağlamda nerede oturuyor?” gibi alt tartışma başlıkları açabiliriz. Ancak bu noktada  Sanaa’nın kendine özgü  duruşunu, projeleri üzerinden ve  hem batı dünyası, hem de doğu dünyası ile nasıl ilişkilendiklerini okumaya çalışarak devam etmeye çalışacağım. Bu okumalar yeri geldikçe de bu sorularla ilişkilenebilir gibi görünmektedir.

Batı kültüründe mimarlığın ‘biçimlenme’ üzeriden okunduğundan bahsetmiştik. Bu ister kavramlar yoluyla, ister mekan, isterse de form üzerinden ele alınsın, biçimlenmenin bir kimlik üretimi ve sürekliliğini nesne /yapı üzerinden görünür kılan bir beklenti üretir…

SANAA’nın işlerine baktığımızda;

Yapıların (monochrom  / tek renkli)neredeyse hepsinin beyaz ve zemin, duvar ve tavan gibi  ayrımları yok ederek kullanmaları,bu özelliklerin uca taşındığı Rolex Center’da tüm mekansal ayrımların yapı içinde oluşan topografya içinde gelişmesi,  diğer yandan, özellikle strüktürün inanılmaz ölçüde narinleşmesi, bunun Naoshima Marine Station, Rolex Center ‘da şaşırtıcı derecede ince boyutlara ulaşması ve özellikle camın kullanımı belki de en karakteristik özellikleri sayılabilir. Sınır ve iç-dış ayırımı yaratmamak için camı olabildiğince doğramasız kullanmaları,  Kanazawa veToledo Museum’da olduğu gibi eğrisel cam yüzeyleri, hem dış dünyayı üzerlerinde deforme ederek kısmen yansıtmaları ve “görünür” kılmaları, bazı noktalarında da tam şeffaf olarak görünmez kılmaları ya da doğraması gizlenmiş aynalı cam cepheler kullanarak binalarını kent içinde kamufle etmeye ve  görünmez kılmaya çalışmaları. Ya da Serpentine pavyonunda olduğu gibi ‘yansıma’yı bu sefer örtünün tüm iç yüzeyinde dönüştürerek içinde bulunduğu peyzaj içinde yapıyı görünmezleştirmeleri…

“immaterial/gayrimaddi”, “hafiflik/aydınlık/lightness” kavramlarını  gündemde tutması, Modernistlerin kullandığı gibi bir “şeffaflık/transparency” kullanımının  tersine  yeni bir kullanım getirmeleri, bunu  sınır ve iç-dış ayırımını ortadan kaldırmak için kullanmaları, Özellikle Rolex Center’da Modern Batı mekan geleneğinin Loos’dan, Corbusier’e, Mies’e  kadar uzanan duvar, döşeme, pencere,taşıyıcı gibi  yapı bileşenlerini yorumlayarak oluşturdukları mekan örgütlenme geleneğinin eklemlenen bir dil * oluşturmaları …

Bu dilin ürettiği, mekanların oluşumunda Zollverein’da da gördüğümüz gibi  kavramların ve yapı bileşenlerinin anlamlarını alışkın olduğumuz kullanımlardan farklı olarak kullanmalarından, yeni yapım tekniklerinin denenmesine kadar pek çok konu, batı kökenli mimarlık geleneği için pek çok yeniyi içinde barındırmaktadır.

Koolhaas bir söyleşisinde; mimarisinde  stil, gesture, genre  gibi tanımlamaları yok etmek istediğini dile getirir. Bu nedenle de daha çok brütallikten bahseder.  Buradaki referansları örtük olarak SANAA’yı gösterir. İfadesini mümkün olduğunca arka plana atmış, karmaşık süreçlerden damıtılmış, kimilerine göre  ‘geri çekilmiş’ kimilerine göre ‘mimiksiz’ güçlü, brüt bir yapı dili sözkonusudur  SANAA’nın işlerinde… Yapılarındaki brüt yapı ifadesi modernist brütalizm düşüncesinden ya da brütal eğilimlerden çok farklı bir yerdedir. Gerek kültürel farklılılar, gerek bakış, gerekse modernist geleneğe çok ciddi bir eleştiri olarak yansıtılabilecek mekan anlayışı  ile oluşmuş bu yapı anlayışı, batı mimarlığı için yeni keşif alanı olarak görülmektedir.

* Rolex Center mimarların proje metninden / http://www.rolexlearningcenter.ch

Duvar Yerine Eğimli Yüzeyler: İçeride dalgalanmanın oluşturduğu tepe, vadi ve düzlükler, alanlar arasında engel oluşturmadığı halde yapının kenarlarını görünmez kılıyor. Basamak ve merdiven boşlukları yerine rampalar ve teraslar yer alıyor. Bölücü duvarlar olmadan bir alan bir diğerine yönlendiriyor. Ziyaretçiler geniş kıvrımlar arasında ya da özel tasarımlardan biri olan “kibar cam kutular / yatay asansörler”in etrafında geziniyorlar.

Kendini farklı bağlamlarda tekrar eden bu dilin ne kadar ‘yer’ ile ya da ‘bağlam’larla ilişki kurduğu ise deneyimlenmeden anlaşılamayacak gibi durmaktadır. Yapıların tüm sınır, iç-dış ilişkilerini ortadan kaldırma çabasına ya da yapının içinde geometrisini kaybetmesine rağmen çeperlerde formlarının daire, kare, dikdörtgen gibi net geometrilere dönüşmesi  konuyu yoruma açık, ‘yer’ ile okunması gereken başka konulardan biri haline getirir. Ancak, Sanaa’nın işlerini izlenebilir kılan, deneyimi dışarıda bıraksa da farklı ‘temsiliyet’ düzlemleri içinde kendi süreçlerinden bağımsız birşeyler söyleyebilmesi /söymeye çalışmasıdır. Bir taraftan da bunu  batılı yollarla yapmamasına  rağmen  çok batılı bir taktik/yaklaşımdır.

Oysa ‘deneyim’, ‘duyular’ ve ‘zamansızlık’  üzerine kurulu  Doğu kültürü sizi ‘yer’e bağlar. Anlatılması, formüle edilmesi güçtür. Sanaa yapılarını doğu kültürüne ait kılan tarafıda belki de sizi farklı bir ‘deneyim’**e çağırmasıdır.  Buradaki ‘giz’ deneyimin niteliğinde gizli gibidir. Yukarıdaki kavramların içerikleri batı geleneğindeki kavrayışların dışına çıkar, kavrayış alanını çoğaltır. Bağlam –kavrayış aralığı dönüşür.  Örneğin  şeffaflık(transparency) Zollverein’nin  küp seklindeki brüt beton yapı kabuğunda beton bir  duvara dönüşür. Büyük beton küp üzerinde açılan serbest düzensiz boşluklarla ve değişken bir ışıkla hem hafifler hem de  dışarıdaki endüsrtiyel mirasla bir empati kurmak yerine  onunla yeniden ilişki üretmenin bir aracı haline gelir. Vaad edilen ve yukarıdaki yaklaşımları yeni kılanın arkasında ilişkisel bir mimarlık yatar. Mimarlıklarını doğuran biçimler değil,  iletişimselliği arttıran ilişkiler yumağıdır onların mimarlıklarını biçimlendiren… Oluşan mekansal atmosfer, azaltılmış  ama içeriksel olarak yoğunlaştırılmış yapısallıklar, yapısal ilişkilerle örülmüştür.  Totoliter olmadan, mesafesini koruyan kendini ve mekanı keşfe çağıran, deneyimsellik üzerine kurulu bir yapısallık*** peşindeler.

Genelde projelerinde farklı programları birbirleriyle harmanlayarak, sınırları flu, akışkan ve etkileşime açık formlar üzerine odaklandıklarını belirten Nishizawa, 2009’daki İstanbul sunusunda kendi mimarlıklarının anahtar sözcüklerini şöyle dile getirmişti:  ışık, şeffaflık, doğayla uyum ve kamusal alanla kurulan doğrudan iletişim .

**

Guardian /Jonathan Glancey/14 .07.2009

New York’taki New Museum of Contemporary Art. Altı kattan oluşan binanın birbiri üstüne yer değiştirerek oturan her bir katı, çelik ağla kaplanmış kutulara benziyor. Binanın büyük bir bölümünü kaplayan galerilere gün ışığı, kayarak birbiri üstüne oturan her bir katın arasındaki ışıklıklar sayesinde sızıyor. Bu durumun yarattığı etki önceki deneyimlere kıyasla çok yabancı: Ziyaretçiler sanki maskelenmiş bir hacimde hareket ediyorlar. Bazıları bu durumu klostrofobik bulsa da, ben çoğu geleneksel Japon yapısında olduğu gibi, yapının merak uyandırıcı bir karaktere sahip olduğunu düşünüyorum. / Kazuyo Sejima/SANAA

***

Rolex Center mimarların proje metninden / http://www.rolexlearningcenter.ch

Yapı sosyal alanlar ve etkileyici bir oditoryum oluşturmanın yanı sıra, akustiği yüksekliklerdeki doğru oynamalarla ayarlanmış sessiz ve dingin alanları da barındırıyor. Ek olarak, “balon” duvarlar ya da cam yüzey kümeleri küçük toplulukların buluşabilecekleri ya da birlikte çalışabilecekleri alanları tanımlıyor. Bugün ve gelecekte yeni teknolojilerin ve çalışma metodlarının adapte edilebileceği, farklı kullanımlara açık bir bina öneriyor. Yapı, kullanıcılarına aralarında resmi olmayan karşılaşmaları artırmak için sosyalliği, kahve molası, öğle yemeği, çalışma ya da çeşitli seminerler için biraraya gelmeyi teşvik ediyor.

Guardian /Jonathan Glancey/14.07.2009

“Serpentine Galeri/  Pavyon nesneleri göründüğünden fazlasıyla abartmak için tasarlandı.” Görsel hilelerle beraber yerden yükselip ağaçların saçaklarına kadar uzanan ve tekrar aşağı inen üst örtü, kuş seslerini, İngiliz atların sert zeminde hareket ederken çıkarttıkları ayak seslerini ve trafikten gelen uğultuları da yükselterek farklılaştırıyor.”  Ryue Nishizawa/SANAA

SANAA ile Kanazawa Müzesi Üzerine Bir Söyleşi/Pelin Tan/26.12.2005

“Farklı mimari mekanların yarattığı ortam ya da farkı etkinliklerin mekanda kapladığı yer veya sergide yer alan farklı sana eserleri; bunların hepsi çeşitli potansiyel mekanlar yaratır. Bu nedenle müzelerin olasılıkları ve çekicilikleri daha da fazla olabilir. Biz insanların hareketleri, sanat eserleri ve ortam ile daha çok ilişki kuran ve birbirini etkileyen mimari mekanların olmasını arzu ediyoruz”

Kazuyo Sejima + Ryue Nishizawa ile Rolex Learning Center Üzerine Söyleşi/Tuğçe şahin /26.02.2010

“Bu yapı mimari ve topografik nitelikleri birarada barındırdığı için deneyimler sürekli değişecektir. Bir odaya girerken ya da çıkarkenki etki mimari bir deneyim olabilir ama eğimlerden çaprazlama ya da bir füniküler ile çıkmak doğada bir tepenin üstünde olmaya daha yakın bir deneyimdir. Ayrıca mimari elemanlarla bir topografya yaratmak, geleneksel binalarda hissedilmeyen mimari bir deneyim yaratır. Bir tepenin zirvesinde durduğunuzda diğer tepeyi göremeyebilirsiniz ancak rüzgarın hafif sesini duyarsınız ya da başka bir yer olduğunu göremeyebilirsiniz ama bedeniniz diğer mekanla bir ilişki hisseder. Geleneksel tek mekan çözümlerinin aksine yeni ilişkiler doğurabilir ve bu da yeni mimari deneyimler yaratabilir.”

Sanaa’yı özgün kılanın ve üretimlerinde bizi heyecanladıranın ne olduğunu sormuştuk. Belki de tüm bu açıklamaların ardından şunu söyleyebiliriz; hem batı kültürü için hem de doğu kültürü için bir şeyler söyleyebilen, bunları hem hemhal kılmış, hem de anlamını kültürel bakışlara göre çoğalmaya izin veren,  bu özellikleri ile de heryerde ‘özgün’ olabilen, ‘yer’ ile ‘bağlam’ ilişkisini kendi kültürel jestleri ile kurulmasına karşın o ‘yer’de olabilen bir mimarlık üretiminde bulunmalarıdır. Mimarlıklarında hem bugün bağlamında ‘zaman’a  ait hem de tüm zamanlara ait bir ‘zamansızlık’ kavrayışına olanak sağlaması ve  bu iç içe geçmiş hem hallik duygusu;  mimarlıkları üzerine yapılan okumaları çoğaltmakla kalmayıp,  bizi ne o ne bu, hem o hem bu dedirten tanımlama ve konumlandırma sınırlarının eridiği bir konuma zorlarlar. Proje  ya da yapı anlatılarında onu vareden tasarım süreçlerinden bahsetmiyor oluşları, mimarlıklarını mimarlık medyalarında görmeye alıştığımız fikirler, diyagramlar, tasarım aşamalar gibi temsiliyet düzlemlerine başvurmadan,  çıkış noktalarını tetikleyen imgelerden bahsedip, şiirsel bir dil ile yapısal ya da mekansal olanın anlatısına ithaf etmeleri, bizim bu konumumuzu, rasyonel bir iz sürmekten çok,  ya kendi kavrayışlarımızın ya da kavramsallaştırmalarımızın arka planını araştırmaya,  ya da  algısal bir ‘giz’ in peşinden ‘deneyim’ arayışına dönüştürüyor.

Ulaştıkları mimarlık dili ya da taktikleri, onları küresel ortamda sürüklenme yerine, istedikleri yönde hareket edebilmeleri konusunda başarılı kılmış görünmektedir.  Pritzker Ödülü sonrası onların bu taktiklerinin yeni ‘risk’ alanlarında daha ne kadar sürekli olacağını ya da nasıl ‘biçim’leneceğini  zaman gösterecek, biz de merak ve ilgiyle izliyor olacağız.

“Ben, özellikle gelecek nesil mimarlığında önemli olduğunu hissettiğim, açıklık hissi veren bir mimarlığın arayışı içerisindeyim. Bu ödülle de harika mimari yapmaya devam edeceğim.”  Kazuyo Sejima/SANAA  Pritzker Ödül Töreni 2010

Boğaçhan Dündaralp

Notlar:

1.        Bu metinde doğrudan alıntılar dışında referans verilmemiştir.  Ancak  2005-2006’dan bu yana mimarlık konularını tartıştığımız  ve yazıştığımız; e-postalarımızda,  zihnimizde  ve sonrasında ‘ortaya’ grubunda da ayrı bir dosya olarak (Rolex Center özelinde)  yeniden masaya yatırılan SANAA tartışmalarımızda birikenlerin bu yazı için önemli bir arka plan oluşturduğunu belirtmekte fayda var. Bu süreçte Deniz Güner, Pelin Tan, Burak Altınışık, Saitali Köknar, Hakan Tüzün Şengün, Hayriye Sözen, Ahmet Önder ve Ömer Kanıpak’ı anmak gerekir.

2.         Sanaa yukarıdaki ifademden de anlaşılacağı üzere çalışmalarını ilgi ile takip ettiğim bir grup. Ancak bu yazı, Sanaa’nın mimarlığından çok, onun Pritzker ödülü alması üzerine bir yazı olmalı idi. Bu nedenle tüm bu birikimi ‘batı’nın neden Sanaa mimarlığı ile ilgilendiği kadar, Sanaa’nın bilinçli ya da bilinçsiz küresel ortamdaki varlığı ve çabasını sorgulamak için de önemli görüyorum. Pritzker ödülü’nü de yeni bir eşik olarak varsayarsak ve sonrasında çıkan tartışmalara bakarsak;  ödülün olası etkilerine yönelik bir projeksiyonu da bu yazının kapsamına dahil etme ihtiyacı hissettim. Bu yazı biraz da,  Sanaa’nın Pritzker ödülünü kazanmasının neden onların varlıklarına ve biricikliklerine yapılan bir tehtit olarak algılandığı endişesinin  de bir taraftan  izini sürmeye çalışıyor.

_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.

Creative Commons License
“Pritzker Yürüyüşü” metni is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.

2010/03: londra deneyimi sonrası / uyku[suz] @ taşkışla

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

“Boğaçhan Dündaralp, Londra deneyimi sonrası uykusuzdaydı…”

 “Mimar Boğaçhan Dündaralp, ARCHITECTURE FOUNDATION & ARKITERA işbirliği ile yapılan değişim etkinliği çerçevesinde Londra dönüşü izlenimlerini Taşkışlalılarla paylaştı.

İstanbul’dan beslenen genç mimar arkadaşımız, ‘bugünün küresel dünyasında İstanbul nasıl bir yerde? İstanbullu mimarlar olarak biz nasıl bir yerdeyiz? sorularından hareketle, yerelliğin nasıl bir mana taşıdığı üzerine fikir jimnastiği yaptığı projelerini/işlerini/çalışmalarını sundu… Küresel / yerel arası müzakere sürecinde, Michel de Certeau’un kent okumaları taktiğini genç mimar adaylarına öneren Dündaralp’i yeni stratejiler geliştirmek gerektiğinin önemini vurguladı.
Çalışmalarında, soru sorarak soruları araştırdıklarını vurgulayan Dündaralp, ‘karşılaşılan /olası karşılaşabileceğimiz tasarım problemleri için önceden zihinsel hazırlık yaptığını, tasarımlar geliştirdiğini’ aktardı.

Günümüz, kentsel muğlaklık ortamında, pozisyon alan, sosyal sorumluluk projeleri geliştiren, bunları tartışan ve düşündüğünü yüksek sesle söyleyen bir meslekdaşı dinlemek zihin açıcıydı ve ilham vericiydi…” – ipek yada akpınar.

_ etkinlik hakkında bilgi için tıklayınız.
_ http://uykusuz.taskisla.com/

 

 

2010/02: istanbul para-doxa / londra_istanbul

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın


İstanbul Para-Doksa
Kent ve Mimarlık Üzerine Konuşmalar | Conversations on the City and Architecture
Boğaçhan Dündaralp, Aslı Kıyak İngin, Nilüfer Kozikoğlu
Pelin Derviş [editör] , Orhan Kolukısa [tasarım]
Garanti Galeri
Temmuz 2010
ISBN: 9789944731218

_ tartışma metinleri için tıklayınız.
_ “boğaçhan dündaralp/projeler” içeriği için tıklayınız.

2010/02: ropörtaj – değerlendirme / londra_istanbul

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

“Bu Tür Çabalar, Pek Çok Açıdan Kendisini Bir Deneyim Olarak Üretiyor”

_ röportaj metnini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ röportaja ulaşmak için tıklayınız/arkitera-söyleşi
_ londra_istanbul değişim programı brüksel/CIVA programı

2010/02: değerlendirme / londra_istanbul

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

Londra-İstanbul Değişim Programı Amacına Ulaştı mı?

Aslı Kıyak İngin: Bence bir deneyim kazandırdı. Ve hala devam eden bir deneyim, bitmiş değil. Bu tür bir değişim programının sadece sunum ve gezi ile sınırlı kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Ortak üretim süreçleri denenmeye devam edilmeli. Ayrıca güncel kent ve mimarlık ortamı ile ilgili paylaşımların, görüş alışverişlerinin de bu tür programlara eklenmesi gerekir. Bir de İstanbul ölçeğinde bu tür değişim ve paylaşım ortamlarının yerel veya uluslararası ölçekte başlatılması faydalı olacaktır.

Boğaçhan Dündaralp: Bir etkinliğe ait bir durumu anlatmaktan çok, onun içinden çıkanı ifade etmek bana daha önemli geliyor. Bu nedenle durumu iyi ya da kötü olarak değerlendirmekten öte, bizim burdaki etkileşimimizle beraber sürecin sonunda nelerin açığa çıkacağı sanırım bu soruyu daha iyi ve faydalı olarak yanıtlayacaktır. Henüz sürecin tamamlanmaması, seyir grafiğinin değişkenliği ortak üretim bağlamında kişisel deneyime göre daha deneysel bir durum oluşturmuş görünüyor. Kişisel olandan daha sonuçsuz ve ızdıraplı bir süreç gibi görünüyor. Bu nedenle sonuç beklentisiz, sürecin sonunda oluşmuş deneyim olarak sonradan okumalara açık bir durum olarak bu konuyu ele almak gerekecek. Bu aşamada soru etkinliğinin mimarlık ortamında rolü ve bizim bunu ne kadar değerlendirebildiğimiz bağlamında sorulabilirse daha açıklayıcı olabilir.

”Exchange” değişim teması altında yapılan bu çalışma, İngilizler’in çok tipik ‘’bilgi toplama” ve kültürel ”tanıma” modelini sürdürüyor gibi görünüyor. Bizdeki gibi ”genç mimar” yerine ”emerging architect”i kullanıyorlar. Emerging gelecek vaad eden, umut veren bağlamında kullandıkları bir kavram… Gittikleri ülkelerdeki kendilerince farklı görünen taze, genç fikir ve mimarlıkları keşfetmeye yönelik bir niyet seziliyor. Ve kendi ülkelerini temsil eden benzer kuşaklarla etkileştirerek, bir tür ‘’merkez” olma sorumluluğu sergilemeye çalışıyorlar. Ancak bu niyetin bir çabaya dönüşmüyor olması, kendilerince karşısındakileri formüle etme konusundaki ısrarlı halleri, bunun aksi yöndeki açılım çabalarımızda fazlası ile ortamda bir gerilim yarattı. Bize bakışta bize kültürel pozisyonumuzu ‘’oryantalist” bir tavırla figürselleştirmeye çalışmalarını da onların en büyük zaafiyeti olarak gördüm. Mimarlık, Londra’da tasarım ve sanat gibi belirgin bir rol edinememiş olmasının ağırlığını hissediyor olmalarını fazlası ile hissettiğimi söyleyebilirim. Mimarlığın bu pozisyonu üzerine kafa yorsalarda bence bu kendileri için ağır bir hesaplaşma noktası oluşturmuş. Bu etkinlikteki çaba da tasarım ve sanatın Londra’da edindiği role benzer bir rol için bir dizi etkinlikle kendi varlıklarını gündeme getirmek olduğu söylenebilir. Londra Mimarlık Festivali de mimarlığı bir şekilde gündeme getirmek için benzer etkinliklerden biri olarak bu duruma eşlik ediyor.

Onların bu seçici geçirgen, koleksiyoner halleri, kendilerince formülleştirmeleri içinden geçtiğimiz özellikle yarışma-ortak çalışma ve workshop süreçlerindeki temel didişme konumuz oldu. Londra’daki mimarlık ortamını anlamak için bir fırsat olsa da onun için de bir şeyler yapıp yapamayacağımıza ait de bir sınama alanı yaratması da ilginç bir deney alanı oldu. Sürecin sonun merakla bekliyorum.

Nilüfer Kozikoğlu: İlk zamanlarda bize bir mail geldi ama Ömer ve Pelin’e gitmedi. Ben de o toplantıların hemen sonrasında kurumlara şunu sordum:”Sadece tanık mı olmak istiyorsunuz, yoksa tanımladığınız başka bir rol var mı?”. “Tanık olmak” cevabını aldım ve o günlerden başlayarak etkisiz eleman duygusu üzerimizdeydi. Çok açık söyleyeyim, kurgulanan şey zaten sonu planlanmış vaziyette. Çünkü gene İngiltere’nin kendi ortamının getirdiği hata yapmama ihtiyacı tam tersine hata getiriyor. Para meselesi, sorumluluk meselesi o kadar derin ki bu da fikir üretme yoğunluğuna gelebilme imkanını ortadan kaldırıyor. Örneğin jüri yapacağız, önerilerinizi gönderin diyorlar ama jüri kim belli değil. Büyük ihtimalle aynı dilde yazıp çizmeyeceğiz. Çünkü belli pratiklerin belli ortamlarda yarattığı ifade biçimleri vardır. Şunu söylemek istiyorum etkileşimde ya da yarışmanın derininde daha ilk günlerden bir çıkmaz içinde olduğumuzu hissettim. Bir malzeme göndersek de, bu nasıl anlaşılacak, değerlendirme kritiği ne, jüri raporu gelecek mi, jüri kimlerden oluşuyor hepsi belirsizdi. Ya çekip gidecektik ya da güle oynaya kendi yöntemlerimizle işin içinden baz alarak ilerleyecektik. Öyle oldu.

 _ röportaja ulaşmak için tıklayınız.

2010/02: londra sunumları / londra_istanbul

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

_ etkinlik videosu için tıklayınız.
_ haber/proje imajları için tıklayınız.

2009: prada pavyonu / ortaya

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

_ devamı için tıklayınız.
_ pelin tan / “Does transformer really transforms? ” yazısı-ing- için tıklayınız.
_ pelin tan / “Prada transformer gerçekten dönüşüyor mu?” yazısı-tr- için tıklayınız/yenimimar.com

Bu metinler;  bir grup mimar, sosyolog, akademisyenin ‘ortaya’ adlı mail grubunda yer alan tartışmalarından derlenmiştir. Tartışmalar,  Nuray Togay ve Özlem Berber tarafından editoryal bir süreçten geçirilerek ‘www.ortaya.com’ için .pdf formatına getirilmiş ancak yayınlanamamıştır.

2009: sanaa / ortaya

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

_ devamı için tıklayınız.

Bu metinler;  bir grup mimar, sosyolog, akademisyenin ‘ortaya’ adlı mail grubunda yer alan tartışmalarından derlenmiştir. Tartışmalar,  Nuray Togay ve Özlem Berber tarafından editoryal bir süreçten geçirilerek ‘www.ortaya.com’ için .pdf formatına getirilmiş ancak yayınlanamamıştır.

2009: arredamento kapak / ortaya

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

_ devamı için tıklayınız.

Bu metinler;  bir grup mimar, sosyolog, akademisyenin ‘ortaya’ adlı mail grubunda yer alan tartışmalarından derlenmiştir. Tartışmalar,  Nuray Togay ve Özlem Berber tarafından editoryal bir süreçten geçirilerek ‘www.ortaya.com’ için .pdf formatına getirilmiş ancak yayınlanamamıştır.

2009: arkiv / ortaya

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

_ devamı için tıklayınız.

Bu metinler;  bir grup mimar, sosyolog, akademisyenin ‘ortaya’ adlı mail grubunda yer alan tartışmalarından derlenmiştir. Tartışmalar,  Nuray Togay ve Özlem Berber tarafından editoryal bir süreçten geçirilerek ‘www.ortaya.com’ için .pdf formatına getirilmiş ancak yayınlanamamıştır.

2009: beşiktaş balık pazarı / ortaya

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

_ devamı için tıklayınız.

Bu metinler;  bir grup mimar, sosyolog, akademisyenin ‘ortaya’ adlı mail grubunda yer alan tartışmalarından derlenmiştir. Tartışmalar,  Nuray Togay ve Özlem Berber tarafından editoryal bir süreçten geçirilerek ‘www.ortaya.com’ için .pdf formatına getirilmiş ancak yayınlanamamıştır.

2009/11: kent ve mimarlık günleri / londra_istanbul

Temmuz 30, 2011 § Yorum bırakın

The Architecture Foundation, Londra – İstanbul Uluslararası Değişim Programı
İstanbul’daki Genç Mimarlık Ofislerinin Karşılaştığı Zorluklar ve Fırsatlar
Değişim Programının tanıtımı: Elias Redstone (The Architecture Foundation)
Tartışma: Aslı Kıyak İngin, Boğaçhan Dündaralp (ddrlp), Nilüfer Kozikoğlu (Tuşpa NK)
Moderatörler: Pelin Derviş – Ömer Kanıpak

Tartışma Paneli – 1. Oturum
Tasarım ve Suç: Kentsel Müdahaleler ve Mimarın Pozisyonu
Tartışma:
Emre Arolat (EAA), Özgür Bingöl (GB), Arno Brandlhuber (Brandlhuber b&k+),
Boğaçhan Dündaralp (ddrlp), Ertuğ Uçar (Teğet)
Moderatör: İhsan Bilgin (Profesör, İstanbul Bilgi Üniversitesi)

_ etkinlik ile ilgili arkitera.com haberi için tıklayınız.
_ etkinlik programı için tıklayınız.
_ etkinlik bitiş-değerlendirme haberi için tıklayınız.
+
_ “londra_istanbul değişim programı paneli”

2009/11: ARCH+ 195 istanbul / prison break ve röportaj

Temmuz 29, 2011 § 1 Yorum

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “prison break/boğaçhan dündaralp” metnini .pdf olarak görek için tıklayınız.
_ röportaj metnini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
+
_ “ARCH+ 195 arşivi”
_ arşivden “prison break/boğaçhan dündaralp” metni için tıklayınız.
_ arşivden dergi içeriğindeki tüm metinlere ulaşmak için tıklayınız.
_ ARCH+ 195 ile ilgili arkitera.com’ un editörler ile söyleşisi için tıklayınız.

Creative Commons License
“Prison Break” metni is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.

2009/05: eko-tasarım buluşması / görüş-tartışma

Temmuz 29, 2011 § Yorum bırakın

“1+3+3+1 (bir durum, 3 ölçek, 3 yaklaşım, bir bakış)”

_ etkinlik haberi için tıklayınız/ntvmsnbc.com
_ etkinlik haberi için tıklayınız/arkitera.com
_ http://ekotasarimbulusmasi.blogspot.com/

2009/05: ulusal mimarlık yarışmaları 2 / sempozyum

Temmuz 29, 2011 § Yorum bırakın

BOĞAÇHAN DÜNDARALP – Aslında, ben Hüseyin’in dile getirdiği bir nokta üzerinden biraz yorum yapmak istiyorum, belki oradan soruya da dönüşebilir. Yarışmaların mimarlık alanı içerisindeki rolünün tanımlanmasıyla ilgili kısımdan bahsedeceğim. Aslında, sabahtan bu yana konuşulanlara ya da bir önceki sempozyuma göz attığımızda, genel olarak yapıyla sonuçlanacak profesyonel hizmet alanı olarak yarışmaların varlığı üzerine daha çok konuşuluyor. Bu konuşmalar içerisinde bu ister kamu yoluyla, ister özel sektör yoluyla olsun, sonuçta bir iş ve bir bina üretimi üzerinde odaklanıyor. Hâlbuki bunun mimarlık alanı üzerindeki konumuna baktığımızda, bizim müşterisi olmadan üzerinde kafayı yormamız gereken pek çok konu var.  Hizmet alanında üretilen birtakım metotlarla, yöntemlerle, çalışma programları oluşturulabilir. Bunun niteliğinin geliştirilmesine yönelik kısımlarda bence dışarıdan yarışmaların açılmasını beklemeden, meslek örgütü olarak da farklı kanalları kullanarak pek çok yarışma açılabilir ve pek çok özellikle fikir geliştirmeye yönelik bir durum oluşturabilir. Sonuçta bilgi alanıysa, bu bilgi alanı içerisinde geliştirilmesi gerekli olan çok konu var.

Genelde biz farklı ölçeklerde, farklı durumlarla yeniden yüzleştiğimizde, aslında son derece ham meyveler üretiyoruz. Gelişmeye açık, fikri çok sınanmamış, üzerinde çok tartışılmamış konular da çok konuşulmuyor zaten. Belki, konuşmaya yönelik bilgi alanını besleyecek yarışmalar açılabilir ve bunlar problemlerle karşılaştığımız zaman, sanki ilk defa karşılaşmıyormuşuz gibi ele almamızı sağlayabilir.

Farklı sempozyumlarda, farklı konularda üretim yapan profesyonellerin o problemlerle yüzleşmelerine baktığımızda, oralardan bilgiler üretmekten çok, onların karşılaştığı zorluklar ve çıkan durumları daha çok konuşuyoruz. Onlar bir bilgi alanına tekrar bir dönüş üretmiyorlar. Çünkü bizde mimarlık o süreçler üzerinden konuşulan bir şey değil, bütün ürünlerimiz de sonuç ürünler üzerinden, onların nitelikleri ya da niceliksel durumları üzerinden yürütülen şeyler. Hâlbuki bizim mesleki bilgi alanımızın başka türlü şeyleri de paylaşıyor olması lazım ki, o nitelikli ürünler çoğalsın. O yüzden, yarışmalar bunun bir mekanizmasıysa, mekanizmayı tartışmaktansa, o mekanizmanın neleri potansiyel olarak taşıyabildiğini, nelerin önünü açabileceğini tartışmak bu tür toplantılarda daha kıymetli diye düşünüyorum. Sinan Omacan ‘ben yarışmalarda daha çok fikir ve konularda kendimi sınamak için katılıyorum. Onun nasıl bir ürünle sonuçlanacağından çok, bu kısmıyla daha çok ilgileniyorum’ dedi. Pek çok genç mimar bu bilgi alanını, yani yarışmaları yapı elde etmek üzerine açılmış yarışmaları, fikir yarışması gibi, kendi fikrimizi sınamak için kullanmak durumunda kalıyoruz. Hâlbuki bu alanın farklı mecraları, farklı süreçleri çok daha zengin, potansiyeli yüksek ve nitelikli bir mimarlık ortamına olanak sağlayacak, tartışmalara yol açacak durumlar üretebilir. Biz azla yetinmek durumunda kalıyoruz, hâlbuki bunun olanakları mümkün. Kamusal ya da özel alanın açtığı yarışmalardan çok, bizler çok farklı yarışmalar açıp, bunların olanaklarını yaratıp, pek çok konuyu gündeme taşıyabilir ve dışarıdan beklediğimiz konuyu içeriden dışarı empoze edebiliriz diye düşünüyorum, teşekkürler.

_ medya içeriğini .pdf halinde görmek için tıklayınız.
_ etkinlik videoları için tıklayınız.

2008/04: urbanecopolis / forum

Temmuz 28, 2011 § Yorum bırakın


_ urbanecopolis projesinin tartışmaya açıldığı arkitera/foruma* gitmek için tıklayınız.
*tartışma başlığı aktiftir.

2007/10: studio*KAHEM “masum bir eylem” / etkinlik gazetesi

Temmuz 27, 2011 § Yorum bırakın

KÜRESEL PAZARDA, YEREL POZİSYONLAR, ÇÖZÜLMELER, YENİ MİMARLAR, MİMARLIKLAR…

Bir ‘kolaj’ gibi duran başlıktan da anlaşılacağı gibi, bir çerçeveye oturtulması pek kolay olmayan, sınırları çok kolay kavranamayan bir ‘durum’ içinden hareket etmeye çalışacağım.

Başlık,  anahtar kelime olan “küresel pazar” aracılığı ile dıştan ve genel olandan daraltarak tarif edecekmiş gibi görünse de iki sebeple bu hataya düşmemek gerektiğine inanıyorum.  Birincisi konunun,  genelleştirilmiş bir bütünlüktenden daraltarak gündelik alana taşıyanamayacak kadar katmanlı ve farklı okumalara açık, dağılmaya yatkın bir yapı sergilemesi; ikincisi, durumu yeterince irdeleyebilecek mesafeden yoksun duruşumuz. Deyim yerindeyse konunun dibinde durmamız.

Bu iki sebebi,  konunun bağlamını oluşturmak için çabalayacağımız kurguların genelden üretildiği sürece jenerik kalma tehlikesi barındıracağını anlamak için yeterli argümanlar olarak görebiliriz.

Konunun jenerik kalma tehlikesine düşmemek adına stratejimi gündelik profesyonel mimarlık pratiği deneyimlerine dayandırmaya çalışacağım. Gündelik olanda yüz yüze kaldığımız ya da kalma durumumuz muhtemel pozisyonlardan hareketle konuyu ifade etmeye çalışacağım.

Bunu da mimarlığın kapsadığı diğer alanları da dışarıda tutarak  “profesyonel anlamda mimarlık hizmeti veren bir kişi” olarak durduğum noktadan yapmaya çalışacağım.

Bir taraftan Ege ve güney sahillerindeki  turistik bölgelerde, diğer taraftan  İstanbul ölçeğinde olan yakın zamanlı gözlemlenen oluşumlara, yurtdışında Türk firma ve mimarlarının aktiviteleri de eklenince mimarlık dünyamızı yeni ortamın beklediği söylenebilir.  Ancak oluşmaya başlayan bu ortamın, durumun sınırları ölçeğini tek defada kavramanın ya da anlatmanın pek kolay olmadığını söylemiştik.  Bu nedenle daha görünür olandan, daha az görünenlere doğru bir yol izlemek, buradan da mimarın bu durumlar karşısında aldığı veya alacağı pozisyonlara bakmak istiyorum.

Dünya genelinde ekonomik gelişmelerle paralel gözlemlenen hareketlere baktığımızda;  ‘mimarlık’ın hem akademik anlamda hem de profesyonel anlamda küresel pazar da dolaşımın bir parçası olduğunu biliyoruz.  Türkiye için konuşursak, hükümet politikaları ile de desteklenen, bu pazarda yer edinme ve rol çalma çabası, uzun bir dönem kendi  içine kapalı olan toplumsal anlayış ve ilişkileri yerinden sarsmaya başladığını deneyimlemeye başladık.  Yakın zamanlı gelişmelerden yola çıkarak örneklemelerde bulunalım.  İstanbul, Türkiye için dışa açılmanın vitrini konumundadır. Bugün yapılan yatırımlar ve yerel politikalar hep bunu destekler niteliktedir. Haliyle küresel pazarda yer edinmede öne çıkması beklenen kent  de İstanbul olacaktır. Kamuya yansıyan tartışma yaratan projeleri hatırlayalım; Galataport projesi, Dubai Towers projesi, Haydarpaşa bölgesi kentsel dönüşüm projesi, Kartal ve Büyükçekmece kentsel dönüşüm projeleri ve yarışması, Zorlu  Center kentsel tasarım yarışması…

Bu projeler;  arazisi, yatırım şekli, proje elde edilme süreci, projenin şekline kadar  pek çok boyutu ile kamusal ortamda farklı açılardan tartışma yarattı.  Bu tartışmalar göstermiştir ki;  yıllardır, içine kapalı ilişkiler içinde yol yordam bulan organizasyonel yapılar ve zihinsel durumlar bu tür tartışmalara, karşılaşmalara tatminkâr yanıtlar üretememiştir. Bu da, bu ve benzeri karşılaşmalara ne zihin olarak ne de disipliner anlamda hazırlıklı olmadığımız sonucuna varmamıza sebep olmaktadır.

Bu örneklerin çoğunda tartışmalar,  yerel politikaların açtığı kapılardan küresel kapitalin kamusal alanlara girişine izin vermemek için verilen tepkilerden öteye geçememiştir.  Özellikle Kartal ve Küçükçekmece uluslar arası yarışmalarındaki yerel mimarların bu oyunda biz niye yokuz  feryatlarını hatırlayalım. Şimdilerde bu feryatın şiddetini azaltmak için,  Zorlu Center yarışmasında baştan  bu durum öngörülerek  kitabına uydurulmuş görünmektedir. Yeterlilik meseleleri yumuşak karına dokunmadan Türk mimarların yabancı mimarlarla konsorsiyumlarına olanak verilerek halledilmeye çalışılarak, Türk mimarlar oyuna dahil edilmiştir.  Fakat ne yazık ki  konu yine gereksiz detaylarda tartışılarak, konu disipliner anlamda asıl konuşmamız gerekli konulardan uzak  devam etmektedir.

Diğer bir yandan yabancı yatırımcı ile birebir karşılaşılan, özel ya da profesyonel karşılaşmalara yönelik  zeminlerden bıraktım mimarlığı, ne mesleki, ne de hukuki  anlamda hiçbir ses duymuyoruz.  Yabancı yatırımcıların, kentlerde veya turistik alanlardaki özel alanları ya da el altından yine kamu ya da orman arazilerini alması, yerel mimarlarla temas etmeden uygulamalarını gerçekleştirmeleri veya kendi mimarlarına konsept ve avan projeleri hazırlatarak, burada yerel mimarlık ofislerini yasal onaylar ve uygulama projeleri için kullanması,  yerel mimarları davetli projeler aracılığı ile kendi proje süreçlerine katma biçimi ya da yerel mimarlarla doğrudan çalışma biçimleri olduğunu biliyoruz. Ama bunlar ne mimarlık medyasında tartışılıyor, ne de mimarlar arasında…

Bir taraftan küresel kapitalin dolaşımında kendine rol üstlenmiş ya da üstlenme fırsatı yakalamış kimi yerel mimarlık ofisleri bu geçiş döneminde Dubai, Kazakistan, Rusya gibi ülkelerde iş ölçeklerine bağlı olarak mimarlık adına bazen beyin, bazen işçi olarak katıldığını görüyoruz.

Küresel kapitalin çok tarifli olamayan kendine has metotları, çalışma biçimleri var. Bunlar gün geçtikçe biz mimarların farklı biçimlerde karşılaşmaya başlayacağı durumlardır. Türkiye’deki gelişmelere baktığımızda da, içine kapalı konvansiyonel alışkanlıklara göre hareket eden yerel yapı üretim organizasyonlarının bu durum karşısında bocaladığını görüyoruz.  Bu çözülmeler, çözülmeden sonraki yeni mimar duruşlarının ve yeni mimarlıkların habercisi…

Beğenelim,  beğenmeyelim, ister kabul edelim, ister sırtımızı dönüp görmemeye çalışalım bu oluşumların, içinden geçilen dönemin, yeni oluşumların habercisi, sürecin de kuluçka dönemi olduğu varsayılabilir. Amacım; bu süreçteki profesyonel mimarlık hizmetleri pratiği ve deneyimleri üzerinden konuyu irdelemek.  Önümüzdeki oluşumların izlerini görünür kılmak.

Bunu sağlayacak tartışmaları 3 ana başlık altında toplamaya çalışacağım;

  1. Yerel çözülmeler, yerel alışkanlıklar ve yapma biçimleri ile beslenen mimarlığa bakışımızı etkileyecek mi?  Nasıl etkilemeye başladı ya da başlayacak? Bu bakış kendi referans düzlemlerini hangi mimar profil(ler)i üzerinden üretecek?
  2. Mimar duruşları ve pozisyonlarına bağlı olarak ofis yapılanmalarının nasıl dönüşmeye başladığı?
  3. Yapım (inşaat) süreçlerinin ve organizasyonlarının ne ölçüde, nasıl dönüşeceği?

( Konvansiyonel mimar-Yerel yönetim-belediye-müteahhit-taşeron ilişkilerinden-yeni şantiye ve yapım organizasyonlarına…)

Deneyimli mimarlık ofislerinden,  genç ofislere kadar bu çerçeveler içinden deneyimlerini aktaracak, nitelik olarak meseleyi ‘iş’ üzerinde değil ‘mimarlık’ ekseninde tartışacak gruplar içinden yapılmasını önemli buluyorum. Belki o zaman çaresizce kabullenmek durumunda kalacağımız rolleri şimdiden görür, kendimize yeni seçenekler ve olanaklar yaratabiliriz…

Boğaçhan Dündaralp

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ http://studyokahem.blogspot.com/

Creative Commons License
“Küresel Pazarda, Yerel Pozisyonlar, Çözülmeler, Yeni Mimarlar, Mimarlıklar…” metni is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.

2007/10: studio*KAHEM / Küresel Çağda Mimar Olmak: Küresel Pazarda Mimar Pozisyonları ve Yerel Cözülmelere Bakışlar

Temmuz 27, 2011 § Yorum bırakın

Küresellik  çağında Mimar olmak
Küresel pazarda mimar pozisyonları ve yerel çözülmelere  bakışlar…

TARİH: 27 EKİM 2007
YER : KADIKÖY HALK EĞİTİM MERKEZİ
SAAT: 14.00
KATILIMCILAR: SAFFET BEKİROĞLU (mimar, Zaha Hadid Architects, LONDRA)
GÜVENÇ TOPÇUOĞLU (mimar, SUSd, LONDRA)
SELVA GÜRDOĞAN   (mimar, Superpool, İSTANBUL)
MODERATOR: BOĞAÇHAN DÜNDARALP (mimar, DDRLP, İSTANBUL)

Küresellik, kendine has metodları  ve ağı ile yerel olan üzerinde çözülmeler ve dönüşümler yaratma gücünde. Yakın zamanlı Türkiye’deki  inşaat sektöründe küresel sermayenin varlığı, istanbul’dan başlayarak güney sahillere kadar inen büyük projeler ile gündemde  görünür oldu. Mimarlık ortamı da bu gündem ile hayli meşgul.  Bu ortam,  yakın gelecekte Türkiyedeki mimarlık ortamı için yeni mimar profilleri ve duruşlarına gebe gibi durmaktadır . Bu, yeni oluşumlara açık bir kuluçka ortamı gibi görülebilir.

Bu panel  bu duruma yönelik analiz ya da örnekler üzerinden durumu tarışmak üzerine kurulmamaktadır.  Yakın geçmişe kadar Türkiye’deki mimar profilleri içinde  pek telaffuz edilmeyen, mimarlık etkinliklerini  küresel ortamda sürdüren  üç genç mimar profili üzerinden konuya ayna tutulması  hedeflenmektedir. Mimarlık eğitimlerine Türkiyede başlamış ve yurt dışında tamamlamış  olan katılımcı mimarların, mimarlık ortamında bireysel yolculukları, kendi mimar pozisyonlarını inşa etme biçimleri, motivasyonları ve mimarlığa bakış biçimleri gündemin ana izleğini oluşturacaktır. Bu izlek ile  başlığın belirlediği ve  içinde tartışmalarla boğulma olasılığı yüksek olan konuya  doğrudan olmayan, ancak izleyici tarafından açığa çıkartılacak açılımlar vaad edilmektedir.

_ http://studyokahem.blogspot.com/
_ ” Küresel Pazarda, Yerel Pozisyonlar, Çözülmeler, Yeni mimarlar, Mimarlıklar…” tartışma metni için tıklayınız.
_ etkinlik bilgilerini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ diğer etkinliklerle ilgili haber için tıklayınız.

2007/10: studio*KAHEM / Modernin Genetiği: Genç Akademisyen Mimarlar Konuşuyor

Temmuz 27, 2011 § Yorum bırakın


“10. uluslararası istanbul bienali / studio*KAHEM / funda uz sönmez /
modernin genetiği / tartışma odaları araştırmasında boğaçhan dündaralp”

_ “tartışma odaları” ile ilgili funda uz sönmez’ in değerlendirme metni için tıklayınız/yenimimar.com

2006/04: oda projesi / “radyo içinde radyo, 101.7 fm” / açık radyo 94.9

Temmuz 22, 2011 § Yorum bırakın

açık radyo | 94.9 | radyo içinde radyo 101.7 fm | oda projesi | 13.04.2006 | boğaçhan dündaralp | hakan tüzün şengün | mert eyiler

açık radyo | 94.9 | radyo içinde radyo 101.7 fm | oda projesi | 20.04.2006 | boğaçhan dündaralp | hakan tüzün şengün | mert eyiler

2006/10: park otel yapı iskeleti ile yeniden karşılaşmak / beyin fırtınası

Temmuz 22, 2011 § Yorum bırakın

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.

2006/10: ofis açmak / toplantı-tartışma

Temmuz 22, 2011 § Yorum bırakın

_ arkitera.com’ un etkinlik ile ilgili haberi için tıklayınız.
_ arkitera/forum’ da ilgili başlığa gitmek için tıklayınız.

2005/07: mimarlıkların pazaryeri’ ne yan bakmak / görüş-tartışma

Temmuz 20, 2011 § Yorum bırakın

MimarlıkLARın Pazaryeri’ne yan bakmak…
Boğaçhan Dündaralp

Çalışmaları 1998’den bu yana süren UIA 2005 İstanbul artık karşımızda duruyor. Karşılaşacağımız organizasyonun son zamanlarda yoğunlukla gördüğümüz reklamları aracılığı ile mimarlar ve kentliler (?) davet ediliyor. Öyle ya da böyle çeşitli olaylar, tartışmalar, konuşmalar vesilesi ile haberdar olunan bir hazırlık süreci yaşandığını dışarıdan gözlemledik. Kendi adıma bu süreci izleyen biri olarak, belki de organizasyondan sonra hiç tartışması yapılmayacak bu sürecin aracılığı ile bazı temel sorgulamalar yapmanın zamanı olduğunu düşünüyorum. Nasılsa organizasyon başarı ile tamamlanacak, yerli yabancı herkes çok etkilenecek, UIA tarihine gururla önemli bir imza atılacak. Övünecelecek ama dönüp bunlar konuşulmayacak… Ya da konuşacak kadar önemsenmeyecek… Çünkü odaklanılan sonuç, başarı ile organizasyonu tamamlanması olmuş olacak. Oysa şimdiye kadar geçen sürecin önemi ve bize anlatacakları ıskalanmayacak kadar önemli ve değerli görünüyor.

Peki nedir bu sürecin süreçlerini bu denli üzerinde konuşacak kadar önemli kılan? İsterseniz süreci okumaya 2002 yılında Berlin Kongresi’nde sunulan UIA 2005 İstanbul tema metninden başlayalım. Sunulan bu metin1 bir çağrıda ve vaatte bulunuyor: “Mimarlığın küresel gündemini gözden geçirme ortamı olarak mimarlıkların pazaryeri”. Aslında tartışma ve açılımlar için potansiyel taşıyan önemli bir tema sunuluyor. Ancak tema metninin kaleme alınış biçimi ile üstlenilenilen misyon, daha sonra sürecin nasıl biçimleneceğine, ilişkilerin nasıl kurulacağına yönelik yaklaşımın ilk anahtarını içinde barındırıyor. Metni güçlü kılan modernist tavır, oluşacak zemini,  “mimarları ve mimarlığı meselelerin odağına yerleştirme ve çözümleri onun içinden bulma“ eğilimlerini de kapsayacak kadar ileri taşıyarak, konuyu, güncelliği son derece tartışmalı bir hesaplaşma alanına doğru kaydırıyor. Ve bildirileri biçimlendirecek alt temalara2 kadar bu tavrı sürdürüyor. Buraya kadar olan mesele, kendi içinde ayrı bir tartışma konusunu tartışmaya açmak değil. Sadece kurulan yaklaşımın sürece nasıl yansıdığına işaret etmek. Bu durum organizasyon sürecine iki türlü yansıyor. Birincisi, kent üzerine düşünmeyi, kente odaklanmayı bir taraftan iddia ederken diğer yandan kentin diğer aktörlerini dışarıda tutacak kadar mesafe koyuyor. İkincisi daha da ileri giderek organizasyonun ana omurgasını oluşturan mimarlar odasının, zaten fazlasıyla yatkın olduğu, temsil ettiği kendi meslek grubuna karşı da benzer bir mesafe yaratmasının imkanlarını sunuyor. Peki bunları nasıl sunuyor?

Tema ve alt temaları içeren konuların ortam içinde paylaşıma sokulmadan, tartışılmadan programlaştırılması, idealize edilmesi şöyle bir sonuç doğurmuştur. Hazırlanan program ve taşıdığı iddia o kadar güçlü hale gelmiştir ki etkinliğin ve potansiyellerinin önüne geçmiştir. Böylece sunulan program ve kendi bütünlüğü adına ortaya konan temalar ve alt açılımlar, farklı duruşları ortaklıklara dönüştüren bir araç olmaktan çıkmış, aksine katılımları kendini varedecek bir araca dönüştürmüştür. Ancak bir araç olması söz konusu olan şey, varedilecek bir amaca dönüşmüştür. Oysa amaç, programı gerçekleştirmek için bir organizasyon yapmak değil, gerçekleşecek olanı doğuracak bir organizasyon yapmak olmalıyken, zamanın daralması, zamanın kullanılma biçimi, süreç içinde bir baskı unsuru olarak çalışmaların bu yöndeki eğilimlerine set çekmiş görünmektedir.

Sürecin bundan sonrası yani çerçevesi bu şekilde çizilen bir programın içinin doldurulması çabası dışarıdan daha rahat gözlemlenebilir sonuçların ortaya çıkmasını da desteklemiştir. Başlangıçta organizasyon komitesi ile paralel hareket eden Mimarlar Odası zaman baskısının da artmasıyla programın izin verdiği esnekliklerin kullanılmasına izin vermeyecek kadar baskın bir rol oynamaya başlamıştır. Vadi yarışması sonuçları ve tartışmaları, Mimarlar Odasının sahip çıkması ve koruması gereken meslek etiğini, organizasyon pahasına nasıl yok saydığını kendi meslek örgütüne göstermesi açısından ilginç sonuçlar göstermiştir. Mimarlık ortamına taşınan benzer bir tavır da organizasyon komitesinden, organizasyonun beyin takımından bazı insanların ilişkisinin kesilmesi ile örneklenebilir.

Gündeme gelen tartışmalarda hep organizasyonun tek yönlü akışı (örgütleyecilerden, mimarlık ortamına) başta organizasyonun hep şikayet ettiği bir durum olmasına rağmen, düşünsel katılım ortamını organizasyona katacak açıklığı, ilişkiyi sürecin yukarıda aktardığım yapısı nedeniyle kuramadı. Aksine, düşünsel boyutları daha da kapalı kapılar ardına gizlenen, ama görünürde program yığınını gerçekleştirecek pek çok aktivetinin, ulusal etkinliklerin, çalışmaların, kitapların, sergilerin oda bültenlerinde boy gösterdiği bir süreci son bir yıldır yoğunlukla izliyoruz. İçini doldurmaya çalıştıkça boşalan bir niceliksel toplama dönüşen program, artık hedeflediği çerçeveyi de kaybetmiş görünüyor.3 İçerikleri ve varlıklarının hayatımıza katkılarının son derece tartışmalı olduğu, zamana ve kongreye bağlı kılınması dışında ortam adına sürekliliği tartışılabilir olduğu, kısa bir süreçte hazırlanmaları ve kongre hedefli olmaları nedeniyle niteliklerini tartışabileceğimiz görünürdeki bu çalışmalar dışında başka çalışmalar da olduğunu umut edelim.

Kuşkusuz, odağına sadece organizasyonu istediği gibi sonuçlandırma hedefine bağlayan ve bu işi değil kentin diğer aktörlerine, kendi meslek grubuna da mesafe koyarak süreç içinde uygulayan, hatta koruması gereken değerlerin çoğunu yoksayan bir tutum, kısa bir sesizlikten sonra şimdi bizi organizasyona davet ediyor. Reklamları ve ticari arka planıyla… 20 star mimar dışında bizi oraya çekecek hiçbir programın hala net sunulmadığı, içeriksel hiçbir şeyin gündem oluşturmadığı, tartışılmadığı bir ortam söz konusu…

Önündeki zamanı ve fısatları daha iyi kullanarak potansiyellerin değerlendirildiği ve açığa çıkarıldığı daha çok şeffaf, tartışılan, konuşulan, daha başlamadan kendi tartışmasını ve gündemini oluşturan, organizasyonla sınırlı kalmayan, süreklilikler gösteren ve göstereceği gözlemlenen çalışmalar mümkün olabilecek iken, önümüzdeki fırsatların ne kadarını değerlendirebildik, ne kadarını değerlendirebileceğiz sorgulamasını yapmadan edemiyor insan.

1 tema metni
2 akademik programla yapılan bildiri çağrısındaki alt başlıklar.
3 son program

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ yeni mimar arşivine gitmek için tıklayınız.

2005/01: konuşan mimar 6 / tartışma

Temmuz 20, 2011 § Yorum bırakın


Mimarlığın sorusunu ararken

Konuşanmimar’ ın bu sayısında, önceki sayılara göre daha tanımlanmamış bir yol izleyelim ve başından beri niyetlenip tam olarak kurgulayamadığımız yazarak konuşma işini bizlerin de içinde olduğu küçük bir grupla deneyelim dedik. Dolayısıyla “konuşma” deyişinin de çağrıştırdığı üzere, az çok tanımlı bir merkez etrafında dönüyor olsa bile zaman zaman dağılma belirtisi gösteren, söylenilenlerin çağrışımlarıyla başka noktalara atlayabilen, başı sonu çok net olmayan bir metin karşınızdaki.

Boğaçhan Dündaralp, Özlem Berber, Saitali Köknar

_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ yeni mimar / arşiv için tıklayınız.

2004/12: e. arolat – a. ataman- i. bilgin – t. korkmaz – n. sayın – h. tümertekin / arkitera diyalog hk.

Temmuz 18, 2011 § Yorum bırakın

Arkitera Forum

03-01-2005 20:49 #22
bogachan dundaralp

“İnsan, içinde bulunduğu ortamla sürekli yapılar kurar.
Ortam da insan gibi devingen bir yapıdadır; değişir, evrilir…
İnsan ile ortam arasındaki ilişki de döngüseldir; birbirini tetikler, dönüştürür.
Bu iki yönlü etkileşim, karşılaşmalarda, üretimlerde gizlidir…
Her defasında yeni yapılar kurulur…
Kalıplar, şablonlar kurma çabası, zaman içinde hep iflas eder…
Çünkü yapı kurmanın doğasına aykırıdır.
Ama içinde süreklilik hep vardır…
Evrimin doğası böyledir.
Evrim, ‘değer’ ler ile hareket eder.
Değerler, birileri tarafından oluşturulmaz ya da icat edilmezler.
Değerler, oluşan bu yapılardan doğar.
Evrim, ‘az değerli’ den ‘çok değerli’ ye hareket eder.
Bazen ‘gelen-ekler’ oluşturur, gelenler ve eklemlenebilenler hayat bulur.
Süreklilik hep vardır.
Çünkü evrimi sürekli kılan yalnızca dinamik olanlar değildir.
Statik olanlar da en az dinamik olanlar kadar önemlidir…
Evrim için, süreklilik için, birbirlerine ihtiyaçları vardır.
Zaman, bazen statik olanı dönüştürecek dinamik gelinceye kadar
Ya da o dinamik anlaşılıncaya kadar bekler…
Bunlar kurulan yapıların niteliğinde gizlidir; değerleri üreten, evrimi gerçekleştiren…”

bir yapı kurmak / bölüm1 parçası olduğun döngüyü kavramak / Boğaçhan Dündaralp

Bilgi, yapılar kuran insanın peşinde bıraktığı izlerdir. Bu izler üzerine pek çok şey kurulabilir: tarih, kuram, önerme… Bunlar bir anlamda da tersten okumalardır, bilgi katmanlarından haritalar oluşturmaktır da denebilir. Bu nedenle de ‘yapı kurma’ etkileşiminin içinde değil, dışında gibi görünürler. Ancak, çizilen haritaların okunaklılığı ve olanakları ile etkileşime tekrar insan tarafından sokulabilirler. Etkileşime katıldıklarında da, etkileşim içindeki duruşları, etkileşimdeki insan tarafından çarpıtılmıştır. Kiminde insanın bir parçası, uzantısı gibi (sindirilmiş durum) hareket eder ve sonuçlar verir. Kiminde eğreti durur, zorlamadır. Kiminde de varlığı, yokluğu anlaşılmaz. Hepsi de ancak etkileşim sonunda kurulan yapı üzerinden okunabilir. Olay ‘nitelik’lerde gizlidir.

Ben bu bağlamda,
teori-pratik ekseni yerine ‘yapı kurma’ kavramını koymayı, teori-bilgi kavramını ‘kurulan yapılar ardındaki izler içinde yer alan’ olarak tanımlamayı tercih ediyor, sezgi-görgü kavramlarını da kendi bütünselliği içinde yapı kuran insanın anlatılamaz ama izlenebilir iç dinamiği olarak görüyorum…

_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ “e. arolat – a. ataman- i. bilgin – t. korkmaz – n. sayın – h. tümertekin / arkitera diyalog hk.”

Where Am I?

You are currently browsing entries tagged with görüş-tartışma at boğaçhan dündaralp.